-Beni korkutuyorsun, bakma öyle lütfen!
-Kendinden mi korkuyorsun?
-Korkuyorum işte.
-Aynanın karşısından çekil öyleyse.
-Çekilemem, konuşmam lazım senle.
-O zaman sabretmelisin kendine.
-…
-Ne konuşmak istiyorsun?
-Karanlık hakkında ne biliyorsun?
-Karanlığın ne olduğunu sen de biliyorsun. Neyi öğrenmek istiyorsun?
-Ben korkuyorum.
-Biliyorum. O zaman ışığı aç.
-Peki açayım.
Genç adam oturduğu sandalyeden kalkıp ışığı açtı. Tekrar gelip yerine oturdu. Aynanın tam karşısına geçip konuşmasına devam etti.
-Açtım işte.
-Sen ağladın mı?
-Herkes ağlayabilir.
-Ben ciddi yanını daha çok seviyorum. Şu haline bir çeki düzen ver. Saçların darma dağın olmuş. Ağzının kenarından da salyaların akmış. Hatta bir kısmı da çenende kurumuş. Gömleğinin yakaları da kir içinde. Yıkanmıyor musun sen?
-Hayır, yıkanıyorum tabii.
Genç adam bunları söylerken çenesindeki artıkları elinin tersiyle silmeye çalışıyordu. Sonra saçlarına el attı. İnce uzun suratı daha açığa çıktı. Uzun ve düz saçlarını başının arka kısmına doğru yatırdı. Gömleğini değiştirmedi ama. Kirli yakalı gömlek üzerinde olduğu halde konuşmaya devam etti.
-Bana korkumu anlatır mısın?
-Tabi anlatırım. Bu benim işim. Hangi vicdan olsa yapar bunu. Sen karanlıktan korkuyorsun. Aslında her insan korkar karanlıktan. Çünkü karanlık saklayıcıdır, saklayandır.
-Korkuyorum.
-Sakin olmalısın. Görmediklerinden korkuyorsun, bu çok normal. Neyle karşılaşacağını bilmediğin her an, ne yapacağını bilmediğin, ne olacağını kestiremediğin her an karanlıktır. Çölde olduğunu ve rehberin olmadığını düşün, yine korkarsın. Çünkü seni bekleyenin haramiler mi, kum fırtınası mı, akrep ve çıyanlar mı olduğunu bilemezsin. Denizin ortasında bir salda olduğunu düşün, pusulanın olmadığını ve karayı da görmediğini hayal et. Her taraf apaydınlık olsa bile, yanlış yöne kürek çekerek karadan daha da uzaklaşmaktan korkarsın. Bir meydan savaşının ortasında olduğunu hayal et, altında şahlanan atın olsa, çift tarafı keskin kılıcın da elinde olsa, eğer kendi tarafını tanımıyorsan yine korkarsın. Zira ne tarafa kılıç sallayacağını, dost mu düşman mı devireceğini bilemezsin.
-Hikaye anlatma bana.
-Titriyor musun sen?
-Korkuyorum.
-Bana bakar mısın? Gözlerin hala ıslak, kurumamış. Ayrıca sarhoş gibi bakıyorsun. Aç mısın?
-Canım bir şey yemek istemiyor.
-Sabah işe gidecek misin?
-Ne işi, işim yok benim biliyorsun. O kadar param var, ne işe yarıyor sanki?
-Bir arkadaşını ara, konuşursun iyi gelir.
-Sen varsın ya, başkasına ne gerek var. Zaten doğru dürüst bir arkadaşım da yok.
-Çiçekleri suladın mı?
-Çiçek mi? Ne çiçeği?
-Suçiçeği?
Bunu der demez masa üzerindeki aynadan kahkahalar fışkırdı. Kirli gömlekli genç adam ayağa fırladı. Beyaz teni öfkeden kızarmıştı. Yumruğunu havaya kaldırdı ve hiddetle bağırdı;
-Benimle dalga mı geçiyorsun?
Aynadan hala gülme sesleri geliyordu.
-Evet, evet. Senle dalga geçiyorum.
Genç adam sakinleşti yavaş yavaş. Gözlerini kısarak yavaş yavaş o da gülmeye başladı.
-Hı hıı hhhııııı.
-Gül be deli, ağlanacak haline gül bakalım.
-Sen de gülüyorsun, ben ne yapayım.
-Gül kardeşim, gül haline. Sulayacak çiçeğin bile yok, sen hala gül.
-Gülmüyorum aslında, korkuyorum ben, karanlıktan.
-Ama her taraf aydınlık, ışığı açtın unuttun mu?
-Ben yine korkuyorum, ışık olsa da karanlıkta gibiyim.
-Bak, işte şimdi gerçeği fark ettin. Karanlıkta olan bedenin değil, ruhun.
-Ruhun ışığı mı var, neyi açayım, nasıl aydınlanayım. Her yer karanlık bana.
-Kulak ver, bak işte, kulak ver.
Genç adam şaşırmıştı.
-Neye kulak verecekmişim?
-Bak bir ses dağılıyor her yana. Karanlığı delen bir ses. Dinle, ne diyor, ne diyor tekrar et.
Genç adam duyduklarını tekrar etmeye başladı.
-Hayye ale`s-Salâh Hayye ale`s-Salâh
Hayye ale`l-Felâh Hayye ale`l-Felah
…
-Devam edecek-