Filistin toprakları, etrafı mübarek kılınmış topraklar olmanın yanında Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa’nın bulunuşu ve peygamberler diyarı olması nedeniyle kutsal topraklardır. Ayrıca bu topraklarda, her peygamber ya yaşamış ya da belirli bir süre bulunmuştur. Dolayısıyla bu topraklar sadece Müslümanlar için değil, Hıristiyanlar ve Yahudiler hatta bütün insanlık için kutsal sayılan topraklardır. Ancak muharref/tahrif edilmiş Tevrat’a göre bu topraklar sadece Yahudiler için vaad edilmiş topraklardır (arz-ı mev’ûd). Dolayısıyla bu topraklarda yaşamak da sadece ve sadece kendilerini üstün ırk olarak gören Yahudilere ait olduğu iddia edilmiştir.
Bir terör devleti olan Siyonist İsrail’in ve İsraillilerin hayat felsefesini layıkıyla anlayabilmek için onların bozuk/batıl dini inançlarını bilmek gerekmektedir. Tahrif edilmiş Yahudilik, insan aklının ürünü milli ve batıl bir dindir. Yani onların dinleri ile ırkları birdir. Annesi Yahudi olmayan birinin Yahudi kabul edilmesi söz konusu değildir. Kendilerinin üstün ırk olarak yaratıldığına inanırlar. Bu nedenle de, kendileri dışındaki bütün insanların kendilerine hizmet etmek üzere yaratıldığını kabul ederler. Binlerce yıl vatansız yaşayan Yahudilerin Filistin’e yerleşip daha sonra Nil ile Fırat arasında bulunan ve Kapadokya bölgesine kadar uzanan toprakları (Arz-ı mevud) ele geçirmeyi inançlarının bir gereği sayarlar. Çünkü Muharref Tevrat’ta, Siyonist devletin, ‘Dünya Krallığı’nın merkezi haline gelecek bir Yahudi Devleti’nin bu topraklarda kurulacağından bahsedilmektedir. Kurulacak Siyonist devletin sınırları Tevrat’ta şöyle belirtilmektedir: “Ayak tabanınızın bastığı her yer sizin olacak. Sınırsız çölden Lübnan’dan, ırmaktan, Fırat ırmağından Garp denizine kadar olacaktır. Önünüzde kimse duramayacak, Allah’ınız Rab size söylediği gibi dehşetinizi ve korkunuzu ayak basacağınız bütün diyar üzerine koyacaktır.” (Tekvin Bölümü, 12/25)
Theodor Herzl, başkanlığını yaptığı kongrede (29 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde I. Siyonist Kongresi) kuracakları Yahudi Devleti’nin sınırlarını şöyle açıklamıştır:
“Kuzey sınırlarımız Kapadokya’daki (Orta Anadolu) dağlara kadar dayanır. Güneyde de Süveyş Kanalı’na; sloganımız Davud ve Süleyman’ın Filistin’i olacaktır.”
Muharref Tevrat’ta da belirtildiği gibi kurulacak Siyonist devletin sınırları Filistin toprakları ile sınırlı değildir. Nitekim Theodor Herzl’den sonra, İsrail ordusunun komutanı Moshe Dayan, mevcut Yahudi Devleti’nin sınırlarını yeterli bulmayacak ve şunları söyleyecekti: “Eğer Kitab’-ı Mukkaddes’e sahip çıkıyorsak, eğer kendimizi Kitab-ı Mukaddes’te yazılı olan halktan sayıyorsak, Kitabın yazdığı topraklara da sahip olmamız gerekir…” (Jerusalem Post, 10 Ağustos 1967)[1]
İşte bu amaçla bu topraklarda bir Siyonist Devletin kurulması başta Theodor Herzl olmak üzere Siyonistler için kutsal bir ideale dönüşmüştür. Devlet kurmak için kendilerine yapılan Uganda teklifi kabul edilmemiş, ille de Filistin toprakları denilmiş ve ideallerini burada gerçekleştirmeyi hedeflemişlerdir. Filistin topraklarında bir devlet kurma hayalleri ise 2 Kasım 1917’de ilan edilen Balfour Deklarasonu ile ete kemiğe bürünmüştür. Osmanlı’nın yıkılışı ve Osmanlı topraklarında emperyal işgalci ülkelerin desteğiyle devletçiklerin kur(dur)ulması, Siyonistlerin hayallerini gerçekleştirmesini kolaylaştırmıştır.
Ancak buna rağmen Filistin topraklarında bir Siyonist devletin kurulma çabaları beklenildiği gibi kolay olmamıştır. Çünkü bu topraklarda bir Siyonist devletin kurulması Müslüman halk tarafından kabul görülmemiş ve karşısında bir direniş hattı oluşturulmuştur. Bu hat, zayıflamış gibi görünse de bugün de devam etmektedir. Bu amaçla oluşan direniş örgütleri Siyonistlere ve destekçisi İngilizlere karşı bir mücadele başlatmışlardır. Bu mücadelenin öncüsü ise, bugün Siyonistlerin korkulu rüyası haline gelen Kassam Tugaylarına da isim olmuş Şeyh İzeddin el-Kassam olmuştur. İzzeddin el-Kassam 1935’de şehid oluncaya kadar mücadelesine aralıksız devam etmiştir. Siyonistlere ve destekçisi sömürgeci İngilizlere karşı verilen mücadelede İzzeddin el-Kassam’ın dışında Kudüs Müftüsü Emîn el-Hüseynî[2] ve İhvan’ı Müslimin lideri Şeyh Hasan el-Benna’nın etkin rolü olmuştur. Bölge halklarının karşı direnişlerine ve mücadelelerine rağmen dönemin süper ülkesi İngiltere desteğini arkasına alan Siyonist terör örgütleri gerçekleştirdikleri terörle bu amaçlarına 1948’de ulaşmışlardır. Filistinliler için En-Nekbe (Büyük Felaket) günü olarak anılan (14 Mayıs 1948) bugünden sonra Filistin halkı rahat yüzü görmemiştir. Müslümanların dağınıklığı, içinde yaşadıkları ülke yöneticilerinin satılmışlıkları nedeniyle bu felaket 70-80 yıldır derinleşerek devam etmektedir.
Ne yazık ki, Siyonist devletin kuruluşundan bu yana Araplarla Siyonist İsrail ve destekçisi batılı emperyal güçlerle yapılan her savaşta Araplar yenilmiş ve Siyonistler her savaşta[3] işgal alanlarını daha da genişletmişlerdir. Batı Kudüs 1948’de, Doğu Kudüs ise 1967 savaşında[4] kaybedilmiştir. Bu savaşlardaki hezimetten ve işgallerden, bölgedeki işbirlikçi satılık ülke yöneticiler de en az Siyonist İsrail kadar sorumludurlar.
Yom Kippur Savaşı
Aksa Tufan’ına benzer bir savaş, 1973’te yani bundan tam 50 yıl önce gerçekleşmiştir. Aksa Tufanı bazı yönleriyle 1973 savaşına benzese de benzemeyen yönleri daha fazla ve daha önemlidir. 6 Ekim 1973’te başlayan bu savaş, Müslümanlar açısından kutsal ay olan Ramazan ayında, Yahudiler için de kutsal gün olan Yom Kippur’a[5] ve Cumartesi (Şabat)[6], gününe denk ge(tiri)lmiştir. Bu savaşın bugüne denk gelmesi dolayısıyla kimileri Ramazan Savaşı, kimileri de Ekim Savaşı, Yom Kippur Savaşı veya 1973 Arap İsrail Savaşı” olarak anılmasına neden olmuştur.[7]
Siyonist İsrail, 1967 Altı Gün Savaşı’nın ardından Süveyş Kanalı’nın doğusunda aşılması zor Bar Lev savunma hattı inşa etmiştir. İsrail Genelkurmay Başkanı’nın adıyla anılan bu savunma hattı, Sina Yarımadası’na karşı Mısır taarruzunu engellemek için, Mısır ile Sina Yarımadası arasında sınır olan Süveyş Kanalı’nın doğusunu boydan boya kumdan inşa edilen bir hattır. Böylece Mısır’ın, Siyonistlerin işgalindeki Sina Yarımadasını alabilmesi için önünde aşması gereken iki büyük engelden birisi bu kumdan hattı. Diğeri ise Süveyş Kanalı idi. Mısır açısından Süveyş Kanalı üzerine köprüler inşa ederek bu engeli aşması kolaydı ama Bar Lev savunma hattını aşması zor görünüyordu. Çünkü tank ve uçak mermileri bile bu çöl kumundan yapılan sete etki edemiyordu, mermiler, kum yığını içerisinde gömülüp kalıyordu.
Ancak Mısır bu engeli de aşmanın yolunu bulmuştu. Mısır Ordusundan istihkâm sınıfından bir Teğmen Baki Zeki Yusuf bir bota monte ettiği su tulumbası ile kum setine tazyikli su püskürtmesi ile çöl kumu kar gibi eriyerek su ile beraber akıp gidişini tesbit etmişti. Mısır bunun üzerine Almanya’dan ’Kahire itfaiyesini topyekûn yeniliyoruz’’ bahanesiyle 300 adet su tulumbası satın almış ve bu su tulumbalarını botlara monte ederek kumdan yapılmış Bar Lev savunma hattını aşabilme yolunu bulmuştu.
Mısır, Suriye ile anlaşarak, kendisi güneyden, Suriye ise kuzeyden işgalci İsrail’e karşı taarruz geçecekti. Saldırının zamanı ise düşmanı gafil avlamak için hususen seçilmişti: Yahudilerin kutsal bayramı Yom Kippur.
Savaş başlamadan önce Mısır devlet Başkanı Enver Sedat, 1973 Ekim başında TV kameraları ve radyo mikrofonu önüne geçerek “savaşın kazananı olmaz, savaş her iki tarafa yıkım getirir, biz İsrail’e barış elimizi uzatıyoruz’’ anlamında demeç vermiştir. Enver Sedat, bu demeci ile İsrail’e savaş yapmayacaklarına inandırarak yaklaşan Yom Kippur Bayramı’nda İsrail’in askerlerini cepheden ayırarak bayram iznine göndermesi amacını gütmüştü. İsrail ise onca istihbarat gücüne rağmen bu oltaya takılıyor ve Sina Cephesindeki askerlerini bayram iznine göndermiştir.
Bütün bu hazırlıklardan İsrail hiç uyanmıyor. İsrail, sadece Mısır ve Suriye’de bulunan Sovyet askerî görevlilerinin ve ailelerinin havayolu ile tahliyesinden şüpheleniyor.[8]
Savaş günü geldiğinde Mısır ve Suriye orduları iki koldan İsrail’in Yom Kippur gününde bayramını kutladığı bir sırada 6 Ekim 1973 günü saat 14.00’te, baskın taarruzu ile harekâtı başlatmışlardır. Saldırı planları o kadar gizli tutulmuş ve saldırılar o kadar ani olmuştur ki ne Amerika ve ne İsrail bu saldırıları ne önceden haber alabilmiş ve ne de tahmin edebilmişlerdi.[9] İsrail, bu saldırıyı beklemiyordu. Mısır ve Suriye, İsrail halkını gafil avlamıştı. Mısırlılar, Süveyş Kanalı’nın doğusuna geçerek düşmanın Bar Lev Hattı’nı yarıp 13 kilometre kadar içeri girmişler ancak Sedat, Mısır ordusuna bulundukları noktadan daha ileriye gitmemelerini emretmiştir. Çünkü Sedat, Henry Kissinger’den edindiği izlenim[10] SSCB uzmanlarını sınır dışı etmesi halinde ABD’nin devreye gireceğini düşünmekteydi. Bu nedenle Sedat, Sina Yarımadasına girdikten sonra bir plan yapmamış ve ordu sekiz gün oyalanmıştı. Oysa tüm askerî harekâtlarda istisnalar dışında amaç düşman silahlı kuvvetlerinin imhası veya düşmanın direnme azim ve iradesinin yok edilmesi olarak biliniyor. Ancak Mısır, askerlikteki bu ana kuralı ihmal etmiştir. Bunun nedeni de Sedat’ın ABD’den olan beklentisiydi.
Mısır cephesinde durum bu şekilde seyrederken kuzey cephesinde ise ilk saatler Suriye lehine gelişmiş, Golan Tepeleri’ne mevzilenen İsrail birliklerine saldırarak Suriye birlikleri birkaç kilometre ilerleyebilmişti. Lakin Sedat’ın Mısır’ın ordusuna “Dur!” emri vermesi, İsrail’e Suriye cephesini tahkim etme fırsatını sunmuştu. Yeni gelen ihtiyat birlikleriyle takviye edilen İsrail ordusu, var gücüyle hücum ederek Suriye askerlerini Golan Tepeleri’nden çıkarmayı başarmıştır.
En başında Arap devletlerinin lehine gelişen savaş, Mısır ve Suriye’nin askerî üstünlüğünü muhafaza edememesi sebebiyle aleyhine dönmeye başlamıştır. Ariel Şaron komutasındaki İsrail birlikleri, Sina’daki Mısır askerlerine karşı şiddetli bir harekata girişmiş, kanalın Doğu kısmındaki Mısır hattını yararak Batı kısmına geçmeyi başarmıştır. Bu, başkent Kahire’nin artık İsrail tanklarının menzilinde olduğunu göstermeye başlamıştır.
Amerika, barış masasını kurmanın aksine İsrail’e yüklü miktarda silah ve uçak yardımı yapmış, Mısır karşısında İsrail’i desteklediğini alenen belirtmişti.
Bu savaşta, Mısır 7.700, Suriye 3.500, İsrail ise 2.500 asker zayiat vermişti. Arap devletlerinin imha edilen uçak sayısı 2.000’i bulmuştur.[11]
1973 PETROL AMBARGOSU
Savaşın tam ortasında vuku bulan bir hadise, dünyanın dikkatini Arapların haklı davasına çekmeyi başarmıştı. Dünya Petrol İhraç Eden Ülkeler Birliği’nin Arap üyeleri, Mısır ve Suriye’ye jest yapmak isteyen Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın öncülüğünde İsrail’e alenen arka çıkan Amerika’ya petrol sevkiyatını durdurmuştur. Arap ülkelerinin, İsrail işgal ettiği Arap topraklarından çekilinceye kadar onu destekleyen batılı ülkelere ambargolarının süreceğini ilan etmişlerdir.[12] Petrol ambargosu uygulamasının nedeni İsrail 1967’de işgal ettiği topraklardan çekilmedikçe, petrol satışı yapmayacaklarını ve üretime de geçmeyeceklerini belirtmişlerdir. Hamle, tüm dünyada üretimin aksamasına ve petrol fiyatlarının uçmasına sebep olmuş, Amerika ise bu durumdan çok ciddi zarar görmüştür. Bunun üzerine Washington, arabuluculuk faaliyetlerine hız vererek iki taraf arasında barış diyaloğu kurmak için çabalamıştır. Kral Faysal, “Kudüs Filistinlilere verilmedikçe ve ben de ikinci kıblemiz sayılan Mescid-i Aksa’da namaz kılmadıkça, petrol ambargosuna uygulamayı sürdüreceğim” demiştir. Ancak Kral Faysal’ın dediği gerçekleşmeden kraliyet ailesinden bir prens tarafından katledilmiştir.[13]–[14] Olayın esrar perdesi, bugüne kadar kaldırıl(a)mamıştır. Suikastın arkasında Amerika ve Siyonist yanlısı diğer batılı güçlerin olduğu muhakkaktı. Faysal suikastıyla, petrolü silah olarak kullanma düşüncesi tamamen rafa kaldırılırken, kendisinden sonra gelecek olan Suudi Arabistan krallarına “Dilersek sizi sarayınızda, hem de en yakınınıza öldürtürüz” mesajı verilmiştir. Bu durum; sadece Suudileri değil, bölgedeki bütün petrol zengini ülke yöneticilerini de yeniden şekillendirmiş ve hizaya getirmiştir.
AKSA TUFANI
Hamas’ın başlattığı Aksa Tufanı öfkenin patlamasıdır. On yıllardır devam eden baskınların, Mescid-i Aksa’da işlenen zulümlerin, gelişi güzel tutuklamaların, kadın, çocuk ve yaşlı ayrımı yapmaksızın gerçekleştirilen katliamların bir bedeli olması gerekirdi. Aksa Tufanı, Siyonist İsrail’e bu bedeli ödetir mi, bunun mümkün olmadığını Hamas da biz de biliyoruz. Ama en azından bu operasyonla Mossad’ın ve dolayısıyla Siyonist İsrail’in yenilmezlik/başedilemezlik büyüsü bozulmuş oldu. Bir de Siyonistler tarafından zaten her gün hayatının baharında 1’den fazla insan katledilmekte, evler yıkılmakta ve yeni yerleşim yerleri açılmaktadır. Hamas ve İslami Cihad böyle her gün yavaş yavaş ölmektense topyekûn bir çıkışın neticesinde ölümü de göze alarak bu operasyonu gerçekleştirmeyi düşünmüş olabilirler.
İşte Filistinliler, 7 Ekim C.tesi günü bu ve benzeri nedenlerle gerçekleştirdikleri bu baskınla, Siyonistlere şimdiye kadar akıllarına gelmeyen bir ilki yaşatmışlardır. Bu, sadece ben Müslümanım diyenlerin değil, vicdan sahibi olan herkesin tebrik ve takdir etmesi gereken bir baskındır. Evet, bu operasyon dolayısıyla Siyonist İsrail, çoluk, çocuk, kadın, erkek ve yaşlı demeden bir katliam yapacaktır. Hamas’ın bunun farkında olmaması mümkün değildir. Zaten Siyonist katiller, sıradan bir şeyi bile bahane ederek istedikleri zaman katliamları yapmıyorlar mı? Deir Yasin köyü (9 Nisan 1948) ve Semiramis otelinde gerçekleştirilen katliam (5 Ocak 1948), en vahşi hayvanın bile avına yapmayacağı türden bir vahşet değil mi? Üstelik bu vahşet, henüz terör devleti kurulmadan önce gerçekleştirilen bir vahşetti. Bu vahşetle ve insanlar yaralı, yaşlı, kadın ve çocuk ayrımı yapılmadan kamyonlara doldurularak sokaklarda dolaştırılmak suretiyle Filistinlilerin evlerini terk etmeleri sağlanmıştır.
1948’den sonra ise terörün İsrailleşmesi/devletleşmesiyle, Batı Beyrut Katliamı (Haziran 1982), Sabra ve Şatilla Katliamları (Eylül 1982) Hz. İbrahim Camii Katliamı (Şubat 1994), Kana Katliamı (Nisan 1996), Cenin Katliamı (Nisan 2002) Şeyh Ahmed Yasin Katliamı (Mart 2004), Gazze Katliamı (Mart 2008), Gazze Katliamı (27 Aralık 2008), Refah Mülteci Kampı katliamı vb. Bunlar, Siyonist İsrail’in gerçekleştirdiği onlarca katliamdan ilk akla gelenlerdir. Bülent Ecevit bile Cenin katliamı için Siyonist İsrail’e terör devleti demişti.
Bunca katliama, evlerinden çıkarılarak mülteci konumuna düşürülen milyonlarca Filistinliye, kendi topraklarına, evlerine yerleştirilen on binlerce Siyonist’e rağmen birileri hala Hamas’ın niye durduk yere saldırıyor ve Hamas bu operasyonla, Siyonistlere Filistinlilere yönelik katliam gerçekleştirme fırsatını vermiştir, diyebilmektedir. Evet, bu olaydan sonra Siyonistler katliam gerçekleştirebilir. Hem de acımazsızca! Ama zaten her gün bir şekilde katliam yapmıyorlar mı? Gün geçmiyor ki, hayatının baharında olan gençlerden 2, 3, 5 kişi katledilmiyor mu? Yerleşim yerlerine her gün baskınlar yapılarak talan edilen evlere Siyonistler yerleştirilmiyor mu? Yani Siyonistlerin öldürmek için bahaneye ihtiyaçları mı var?
Baskınla ilgili çok çeşitli komplo teorileri üretilmektedir. Ve bu komplolar genellikle de Mossad’ın, CIA’nın haberi olmadan böyle bir baskının yapılmasının mümkün olmadığı şeklindedir. Bazıları da daha da insafsızca bu baskının, Gazze’ye yönelik yeni bir baskına gerekçe oluşturması için ya da Netanyahu’nun içerideki prestijini yeniden kazanması için Hamas’la anlaşmalı olarak yap(tır)ılmıştır. Bu ve benzeri düşünceler, komplo teorileri, analitik bir değeri olmadığı gibi, iz’anla ve insafla hiçbir bağlantısı olmayan ve İslami bilinç ve şuurdan daha doğrusu Filistinlilerin Siyonistlere ve destekçilerine karşı verdikleri destansı mücadeleden bihaber olan ya da direnişi karalamaya dönük hezeyanlardan başka bir şey değildir.
Bazıları da Mossad’ın[15] haberi vardı, ama yine geçmişte olduğu gibi birkaç füze atacağını ve bu füzelerin de Demir Kubbe Hava Savunması tarafından engelleneceğini, yani Mossad’ın, Hamas’ın bu kadar derinlikli bir plan yapabilecek kapasiteye sahip olabileceğini düşünemediğini söylemektedirler.
Baskın Planı Nasıl Yapılmıştır:
Hamas ve el Kassam Tugay sözcüleri tarafından yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere;
1- Hamas ve İslami Cihad, bu operasyona 1, 1,5 yıldan fazla zamandan beri hazırlanmıştır.
2- Yapılan toplantılar çok gizli ve bazen de yurt dışında yapılmıştır. Aralarındaki iletişimde, telefon, sosyal medya vb. iletişim kanalları hiç kullanılmamıştır. Bilgiler ve haberleşmeler bire bir kulaktan kulağa yapılmıştır.
3- Plan, program ve görüşmeler belirli sayıda insanın katkısı ve bilgisiyle gerçekleşmiştir.
4- Birleşik merkez oluşturulmuş ve başında da Kassam Tugayları Genel Komutanı Muhammed Dayf (Ebu Halid)[16] bulunmuştur.
5- Hamas ile İslami Cihad arasındaki görüş farklılıkları İran devreye girerek en azından bu operasyon için birlikte hareket etmeleri sağlanmıştır.
Operasyon titizlikle hazırlandığı, güvenlik uzmanları tarafından yapılan objektif değerlendirmelerde de açıkça görülmektedir. Yapılan bu değerlendirmelerde Mossad’ın prestijinin yerle bir olduğu hem İsrailliler hem de yabancı birçok uzman tarafından söylenmiştir. Hatta bu operasyonun ders olarak askeri okullarda okutulması gerektiği bile çeşitli uzmanlar tarafından söylenmiştir. Ama aklı evvel kimi sözde uzman, gazeteci, diplomat ve akademisyen hala bunun bir komplo olduğunu, Siyonist İsrail istihbaratının haberinin olmamasının mümkün olmadığını söyleyebilmektedirler. Sanki Siyonist İsrail ve istihbaratı ‘ala külli şey’in kadir’miş gibi değerlendiriyorlar. Bu kompleksli ve zihnen işgal edilmiş bu kafayı anlamak mümkün değildir.
Mossad’ın eski üst düzey görevlisi Yossi Alpher konuyla ile ilgili şöyle diyor:
“Ve bu bir komplo değil. Bu korkunç, zekice bir sürpriz ve bir istihbarat hatası. Benim gibi gaziler dört gün sonra bile hala kafalarını “Bu nasıl olabilir, bu nasıl olabilir?” diye sallıyor. “Bu yanı başımızda, bir taş atımı uzaklıktaki Gazze Şeridi’nde nasıl neler olup bittiğini bilmiyoruz?” diye. Birkaç bin Hamas savaşçısı sınırı geçerek çitleri kıracak ve bu konuda önceden hiçbir bilgimiz yok! Şimdi bu bir trajedi, gerçek bir istihbarat sürprizi ve trajedi…”[17]
İsrailli ve Mossad üst düzey eski görevlisi bu söylemine rağmen hala bu güruh, dünyanın en güçlü istihbarat örgütü, her şeyden hatta uçan kuşlardan bile haberi olan, Mossad’dan habersiz hiçbir şey yapılamaz diyebiliyor. Bu güruh Siyonist İsrail’i, arkasındaki destekçisi küresel işgalci güçleri başedilemez, karşı konulamaz güç olarak kabul etmektedirler. Aslında bunların çoğu korkak, kompleksli, akılları ve vicdanları dumura uğramış, akıllarıyla değil mideleriyle düşünen ve zihnen iğdiş edilmiş olanlardır. Bunlardan kimilerinin akademisyen kimilerinin gazeteci, siyasetçi ya da diplomat olmalarının hiçbir önemi yoktur.
Peki Hamas’ı harekete geçiren nedenler neydi? Hamas bu gerekçelerini de şöyle açıklamaktadır:
1- Mescid-i Aksa’nın izzetinin korunması, Sukot bayramı dolayısıyla yapılan baskınlar ve bu baskınlarda Mescid’in içerisine ayakkabılarıyla girmeleri,
2- Filistinlilerin evlerine ve mülklerine zorla el konularak yeni yerleşim alanlarının açılması
3- Filistinli Kadınlara zalimce davranışlar,
4- Gün geçmiyor ki hayatının baharında gençler katledilmesin ya da tutuklanmamış olsun,
5- Biz saldırmasaydık onlar bize saldıracaklardı, bunun hazırlıklarını yapıyorlardı. Çünkü içerdeki sıkıntılardan dolayı Netanyahu’nun buna ihtiyacı vardı, deniyor.
ABD’nin, İngiltere’nin, Fransa’nın, İtalya ve Almanya başta olmak üzere emperyal ve işgalci Batılı küresel gülerin her hâlükârda Siyonist yanlısı tutumlarını ve her türlü desteklerini anlamak da mümkün. Hatta bölgede halklarına rağmen Siyonist ve Batılı güçler himayesinde koltuklarını koruyan işbirlikçi diktatoryal yönetimlerinin neden sessiz kaldıklarını de anlamak mümkün.
Ama ya Türkiye?
Sadece itidal tavsiyesinde bulunmak onlarca devlet yetkilileri ile henüz hiç sonucu olmayan görüşmeler yapmak yeterli midir?
Zalimle mazlum arasında tarafsız kalınabilir mi? Kalındığı zaman zalimden taraf olunmuş olunmuyor mu?
29 Ocak 2009 tarihinde İsviçre’nin Davos kentinde “one minute” çıkışını yapan Erdoğan nerededir? O çıkışında Siyonist katilin yüzüne ‘siz çocukları öldürmesini çok iyi bilirsiniz’ demişti. O günden bugün sayısız çocuk öldürüldü. Gün geçmiyor ki Siyonist katiller bir Filistinliyi öldürmüş olmasın?
Normalleşme adına, Doğu Akdeniz’de Filistinlilere ait olan gazı Avrupa’ya taşıma adına değer mi?
Normalleşince çocukların katledilmesi ya da Gazze’nin ablukası mı kalkmış oldu?
Yarın Rûz-i mahşerde “Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” hesabı nasıl verilecek? Acaba normalleşme, ekonomik kaygılarla ilişkileri devam ettirme ve canlandırma çabaları bizi kurtarır mı?
[1] Ali Kaçar, İsrailsiz Filistin’e Doğru (Haziran 2013) Bkz; http://www.gencbirikim.net/israilsiz-filistine-dogru/
[2] Emîn el-Hüseynî, Kudüs’te toplanan Dünya İslâm Kongresi’nde (7-12 Aralık 1931) Filistin’in bağımsızlığı gündeme gelmiş ve başkanlığına Emîn el-Hüseynî getirilmiştir.
[3] Araplar ve Siyonist İsrail ile destekçisi Batılı ülkeler arasında 15 Mayıs 1948, 29 Ekim 1956, 5 Haziran 1967 ve 6 Ekim 1973’te dört büyük savaş olmuştur.
[4] 5 Haziran 1967’de 6 gün süren savaşta, Siyonist İsrail topraklarını dört misli daha genişletmişti. Siyonist İsrail, Gazze Şeridi’ni, Sina yarımadasını Mısır’dan, Golan tepelerini de Suriye’den ve Batı Şeria ile Doğu Kudüs’ü de Ürdün’den almıştı.
[5] Musevilerin en kutsal günü olarak kabul edilen Yom Kippur’da oruç tutulur ve havralar ziyaret edilir.
[6] Şabat, Musevilerin kutsal günüdür. Tevrat’ta, Tanrı’nın dünyayı ve kâinatı altı günde yarattığı, yedinci gün ise dinlendiği için, Yahudiler de buna uyup cumartesi günleri dinlenirler. Şabat günü yemek pişirmek de yasaktır. Bu nedenle Yahudiler, cumartesi günü yiyecekleri yemekleri bir gün öncesinden hazırlarlar. O gün tüm iş yerleri kapalıdır. Yahudiler, Sinagoglara ve havralara giderek saatlerce ibadet ve dua ederler. Şabat gününde, Tevrat dışında kitap okumak ve yazı yazmak da yasaklanmıştır.
[7] Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, 20 Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1990), c.1, T. İş Bank. Yayınları, 7.bsk. 1991, Ankara, s.715
[8] https://www.sehriyar.info/?pnum=1008
[9] Armaoğlu, age. s.719
[10] Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, “Kriz” isimli anı kitabında şöyle diyordu: Mısır Başkanı Sedat, bir Arap şahsiyetini nabız yoklama ve ağız arama amacıyla ABD’ye göndermişti. Arabuluculuk rolüne soyunan bu zat, Mısır’ın mevcut savaş, siyaset ve ekonomik krizden çıkabilmesi için İsrail ile barış arayışına girmesi halinde Amerikan siyasi çevreleriyle karar odaklarının tepkisini ölçmek istiyordu. O arabulucuya dedim ki: ‘Sovyet askeri uzmanları Mısır’da bulunduğu müddetçe, bu iş çok zor!’ Bu mesajı alan Sedat, o andan itibaren uzmanları yurtdışı etmeye niyetlendi ve Temmuz 1972’de kesin kararını uyguladı. Kaynak: Faik Bulut: Ekim 1973’teki Mısır-İsrail Savaşı’nın bilinmeyen ayrıntıları
[11] https://www.gzt.com/mecra/mitleri-sarsan-savas-yom-kippur-savasi-3711332
[12] Daha geniş bilgi için bkz; Peter Mansfıeld, Ortadoğu Tarihi, Say Yayınları, 1.bsk. 2012, İstanbul, s.408 vd.; Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Orta Doğu, Mkm Yayıncılık, 4. Bsk. Ekim 2008, Bursa, s.384 vd. Armaoğlu, age. s.726 vd.
[13] Kral Faysal, yeğeni Prens Faysal Bin Abdülaziz tarafından 25 Mart 1975 tarihinde vurularak öldürülmüş, yerine kardeşi Veliaht Prens Halid Bin Abdülaziz getirilmiştir. Riyad Radyosu öğle vakti normal yayınını keserek, Kral Faysal’ın akli dengesi bozuk olan yeğeni tarafından vurulduğunu bildirmiştir. Prensin 69 yaşındaki Kralın, Mevlid Kandili münasebetiyle sarayda düzenlediği toplantı sırasında kutlamak bahanesiyle yaklaştığını ve birkaç el ateş ederek vurduğu belirtilmiştir. Riyad Merkez Hastanesine kaldırılan Kral, kısa bir süre sonra da ölmüştür
[14] Kral Faysal Bin Adülaziz; “Kudüs İçin Cihad Çağrısı” yaptığı meşhur Kudüs Konuşması’nda şunları söylemişti:
“Kardeşlerim! Neden bekliyoruz? Dünyanın vicdana gelmesini mi bekliyoruz? Nerededir ki dünyanın vicdanı? Mukaddes Kudüs’ü Şerif sizi çağırıyor. Kendisini kurtarmanızı bekliyor. Neden korkuyoruz? Ölümden mi korkuyoruz? Allah yolunda cihad ederek ölmekten şerefli ve daha faziletli ölüm var mı?
Ey kardeşlerim bizim istediğimiz İslam milliyeti ve İslami uyanıştır. Milliyetçilik, ırkçılık veya bloklaşmalar değildir arzumuz.
Çağrımız İslami çağrıdır. Allah yolunda cihad etmeyedir çağrımız. Dinimiz, inancımız, mukaddesatımız ve harimi İslâm içindir çağrımız. Ne zamanki hatırlasam Haremi Şerifimiz (Kudüs) ve mukaddesatımız işgal ve tecavüz altındadır ve aşağılanmaktadır. Ve orada günahla Allah’a isyan ve ahlaki çöküntüler sergilenmektedir. Allah’a halisane yalvarıyorum, eğer bana cihad etmek ve mukaddes topraklarımızı kurtarmak nasip olmayacaksa, beni bu dünyada bir an bile yaşatmasın.” Bkz; https://toggo52.blogspot.com/2014/07/kral-faysal-niye-olduruldu.html
[15] İsrail’de üç istihbarat örgütü bulunmaktadır. Bunlardan en çok bilineni Mossad’dır. Bu dış istihbarat birimidir ikincisi ŞABAK, İsrail’in iç istihbarat örgütüdür. Bir diğer adı da Shin Bet’tir. Açık adı ise Genel Güvenlik Kurumu’dur. Üçüncüsü ise AMAN, 28 Aralık 1953’te kurulmuş askeri istihbarat teşkilatıdır ve orduya bağlıdır. Daha geniş bilgi için bkz; https://mirasimiz.org.tr/blog/page/israil-in-istihbarat-orgutleri/2040
[16] Gerçek adı Muhammed Diyab İbrahim el-Masri ise de Dayf lakabıyla biliniyor. 1965 yılında, El-Kubeybe beldesinden Gazze Şeridi’nin güneyindeki Han Yunus kampına yerleşen Filistinli bir mülteci ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1987’nin sonunda Hamas Hareketi’ne katıldı. Eğitimine geri dönen Dayf, Gazze İslam Üniversitesi’ne gidip 1988 yılında lisans diplomasını alarak mezun oldu. 1989 yılında İsrail tarafından tutuklandı ve Hamas’ın askeri koluna çalıştığı suçlamasıyla 16 ay boyunca işgal hapishanelerinde yargılanmadan tutuklu kaldı. 2002 yılında başkomutan Salah Şehade’nin öldürülmesinin ardından Kassam Tugayları’nın komutasını devraldı. 2006’da Dayf’ın Kassam liderleriyle buluştuğu eve yüksek patlayıcılı bir füze isabet etti ve Dayf bir kez daha hayatta kaldı. Ancak İsrail Dayf’ın ciddi şekilde yaralandığını söyledi. İsrailli yetkililer, Dayf’ın kötürüm kaldığını ve bir gözünü kaybettiğini öne sürüyor.
[17] https://www.indyturk.com/node/666286/d%C3%BCnya/mossad%C4%B1n-eski-%C3%BCst-d%C3%BCzey-yetkilisi-i%CC%87srail-hamas%C4%B1n-sald%C4%B1r%C4%B1s%C4%B1na-g%C3%B6z-yumdu-bak%C4%B1%C5%9F%C4%B1
Her Taraf / Ali Kaçar