Allah insanı iki cins olarak tarif eder. Erkek ve kadın… Allah erkeği kadına göre üstün yaratmadığı gibi erkeği de kadının kölesi olarak yaratmamıştır. Kainatın düzeni içinde kadına dair sorumluluklar olduğu gibi erkeğe dair de sorumluluklar vardır. Bu sorumluluklar fıtrata kodlanmış sorumluluklardır. Sonradan spontane gelişen sorumluluklar değildir. İslam, herkesin kendi sorumluluğu dairesinde hareket etmesini mecbur kalınmadıkça da o sorumluluk alanı dışına çıkılmamasını öğütlemiştir. Mesela savaşmak fıtraten erkek işidir ama mecbur kalınırsa kadınlar da sevdiği değerler uğruna savaşır. Kadınların savaşıyor olması onları erkek gibi savaşa meyilli ve dayanıklı hale getirmez. Kadın doğurganlık özelliği ile anne fıtratına sahiptir. Zariftir, merhametlidir, duygularına daha çok bağlıdır. Bu kadını erkekten daha aşağı çekmez aksine ona erkeği bu özellikleriyle terbiye etmeyi ve zarif yapmayı sorumluluk olarak ona yükler.
Modern hayat önce kadın üzerine oyunlar kurdu. Kadının özgürleşmesi kendini ifade edebilmesinin yolunu kapitalizmin üretim alanına dahil olmakla ilintilendirdi. Çünkü kapitalizmin ucuz işgücüne ihtiyacı vardı. Kadının üretim alanına dahil olması onun evin dışına çıkmasını gerektiriyordu. Evin dışı içi gibi güvenli değildi. Evin dışında kendisini neyin beklediğini bilmeyen kadın sözün büyüsüne kapılarak kapıyı araladı. Dışarısı çok renkli ve olabildiğince bilinmezliklerle doluydu. Kapitalizmin amacı kadına güvenli bir dünya sağlamak da değildi. Kadın üzerinden daha fazla tüketim nesnesi elde etmek ve sermaye sahiplerine yeni üretim alanları ihdas etmekti. Kadın dışarı çıkınca ev kıyafetlerinden kurtulması gerekiyordu. Sürekli dışarıda giyebileceği kıyafetlerin üretilmesi şarttı hem de milyon farklı tarz ve desende. Doğal olarak bunun fikri olarak da beslenmesi gerekiyordu ki “moda” olgusu süreçte yerini aldı. Tabii her kadın farklı olmalı idi ve her kadının kendi tarzı olmalıydı bu sadece kıyafetlerle olacak şey de değildi kozmetik sektörü de işin içerisine dahil olmalıydı. Parfümlerden, rujlara, rimellere, allıklara ve daha birçok şeye varıncaya kadar bir sürü tüketim nesnesi aynı zamanda sermaye sahipleri için yeni üretim alanları ihdas edildi. Her gün yeni kıyafetler ve kozmetik malzemelerin ışığında parlayan kadın aynaya baktığında eski halinden eser kalmadığının farkındaydı. Başlangıçta kapitalizmin ucuz işgücü olmanın yanında evde yine de anneydi, kadındı, gelindi. Zamanla her bir sorumluluğundan arınarak yalnızca kadın olmayı seçti hatta artık cinsiyeti ile anılmaktan da vazgeçti.
Kapitalizmin efendileri kadının bu halini çok sevdi. Çünkü anne olma özelliğinden arındırılmış bir kadın duygusunu kaybetmiş bir kadındı. Onların da en çok istediği hal bu idi. Kadının namus, iffet duygusu, merhameti artık yerini özgür yaşama ve haz duygularını tatmin sürecine götürmüştü. Bu da yetmedi yasalar öyle bir şekilde tanzim edildi ki kadın artık erkeğin efendisi noktasına taşındı. Kadına dair pozitif ayrımcılık yapılırken erkek ötelendi, örselendi ve sonrasında kadın cinayetleri gündemden düşmez oldu. Herkes erkek şiddetine odaklanırken kimse kapitalizmin santim santim işleyerek getirdiği bu çarpık düzeni, fıtratın bozuluşunu tartışmadı. Zira biz oraları çoktan geçmiş olmalıydık. Oraları tartışmak kapitalizmin temelden tartışmaya açılması anlamına gelirdi ki bu hiçbir baronun istemeyeceği şeydi. Öyleyse erkek şiddeti üzerinden konunun tartışmaya devam edilmesi gerekiyordu. Hatta geleneğin ve dinin kadını hapsettiğine ve insan yerine koymadığına dair nice makale, röportaj ve kitaplar ihdas edildi. Haksız da sayılmazlardı zira gerek Yahudi inancında gerek Hristiyan inancında gerekse İslam inancı içerisinde nice kaynaklar bu denilen şeyi doğrulamaktaydı. Lakin kimse Kur’an üzerinden meseleyi sağlıklı bir şekilde tartışmaya cesaret edemedi. Etmediği gibi savunmacı bir ruh haliyle elleri ayaklarına dolaştı ve Kur’an’ı itham edebilecek ifadeleri bile söyleyebildiler.
Modern hayatın büyüsüne kapılan yalnızca kadınlar da değildi. Elbette erkeklerde aynı şekilde o büyülü fanusun içinde buluverdiler kendilerini. Önceleri kadınların çalışması ve ucuz iş gücü olarak fabrikalarda yerini alması hususunda şüpheleri olsa da eve getirilen ek gelir ve parasal rahatlama beraberinde konformist bir yaşama dair talepler işi meşrulaştırdı. Daha iyi bir mobilyaya sahip olmak, kaloriferli bir dairede oturabilmek, ailenin binebileceği bir araç sahibi olmak, yılda en az bir defa tatile çıkabilmek gibi büyüteç istekler oluşuverdi. Yalnızca bunlar da değil cinsellik helal ve haram dairesinin dışına taşırılarak özgürleştirildi. Bu özgürlüğü meşrulaştıracak nice araçlar oluşturuldu. Basın yayından tutun da televizyon ve internet kanalıyla hayata zerkedilen insanı beşer formuna döndürecek nice iğrençlikler normalleştirildi. Artık kadın olsun erkek olsun bir aileye ihtiyaç duymadan her türlü ihtiyacını ulu orta halledebilen yeni bir yaşam kültürü varedildi. İnsana dair söylenecek her şeyi bir bir tükettiler. Artık erkek ve kadın meselesi diye bir şey kalmadı her iki cinsiyette artık hazlarını merkeze alarak yollarına devam ediyorlar. Adına özgürlük dedikleri, insan hakkı dedikleri şey aslında hazların doyumsuzluğundan başka bir şey değildir artık. Tabii erkek ve kadının bu denli kendi fıtratlarından sapması nesli de yok oluşa doğru sürükledi. Anne ve baba sevgisinden yoksun çocuklar kreşlerde bakım memurlarınca eğitilirken en kritik zamanda, sevgiye en aç oldukları durumda anne ve babalarını dünyalık telaşın içinde ve kendilerinden uzakta gören çocuklar psikopat tiplere ya da içe kapanık a sosyal yapılarda yaşayan şizofren bireylere dönüşüverdi. Hiçbir emek vermeden her şeyi olsun isteyen bencil bireylere dönüşen çocuklar istediklerini alamadıkları zaman hırslanan ve kolayca şiddete başvurabilen kimseler oldular.
Şimdi yazının baş tarafına geri dönelim. Allah insanı iki cins yaratmıştır. Kadın ve erkek olarak. Her cins kendine ait sorumlulukları vahyin kendilerine müsaade ettiği ölçüde haddi aşmadan yaptıkları zaman insan olma vasfını kazanırlar. Kapitalizmin diliyle inşa olmaya devam ederlerse beşer formundan dışarı çıkamazlar. Geleneğe kızarak modernitenin labirentinde kaybolmaya lüzum yok. Çünkü bu labirentte binlerce insan kendine bir yol bulmanın telaşında. Labirenti kuranlar çıkış kapısını da tutmuş durumdalar. Bu labirentten öğütülmeden çıkmak mümkün değil. Öyleyse bu labirentten zıplayarak çıkmak lazım ya da bu labirente hiç girmemek lazım. Gelenek ve moderniteyi tartışmaya açarak vahyin kılavuzluğunu kızmadan, önyargılar taşımadan yeniden okumak gerekmektedir. Nihayetinde insanı yaratanın onun için de en doğru yolu ona göstereceğine inancımız tam olmalıdır. Mesele kadının şiddet görmesinden daha derindedir. Ne kadar yasalar ihdas ederseniz edin bu şiddetin önüne geçemeyeceksiniz çünkü sizin ürettiğiniz kapitalist sistem sürekli olarak bu şiddeti besleyen bir sarmaldır. Öncelikle bu sarmaldan kurtulmak gerekmektedir. Ne kadar liberalleşilirse o denli şiddet sarmalı artacaktır. Din adamlarının ya da din adına konuşanların “kadınlar Allah’ın size emanetidir…” vaazlarını bir kenara bırakarak fıtrata dönüş çağrısı ve kapitalizmin insanlığı sefil duruma düşüren aşağılık bir sistem olduğunu haykırması gerekiyor. Kadın da erkek de Allah’a sorumluluk cihetinde bir takım yetki ve sorumlulukları olan iki varlıktır. İnsanlık bu iki varlıktan neşet eder ve dengeye gelir. İnsan Allah’ın kendisine öğrettiği kelimelerle (yaşam formuyla) ne denli barışık hareket ederse o denli denge sağlanmış olur aksi takdirde dengesiz bir nesil ve dengesiz bir toplum dünya için baş belası olmaya devam eder.