Gök kubbenin altında, şu bulunduğumuz zamanda kendi kendimizin muhatabıyız. İnsanlar olarak da birbirimizin. Çok katmanlı, çok çeşitli, yönlü, renkli, zihin dünyaları farklı, inançları ve düşünüşleri ayrı insanların muhatabıyız. Aslında muhatap olduğumuz kendimiziz. Her an ve durumda bildik bilmedik kimselerle karşılaşıyor, yüzleşiyoruz. Ya da yüzleşmeden de çeşitli nedenlerden ötürü bir nedenle bir biçimde muhatap oluyoruz.
Kalem ve fikir işçisi olmanın getirdiği sorumluluk, insanların dünyasını kırıp dökmek, ortadan kaldırmak için çabalamak, insanları birbirinden ayıran ve ötekileştiren düşünüşlerin ve akımların oluşu yüzünden, hakikat yönümüzün ne olduğu olması gerektiği anlamda bir şaşkınlık içindeyiz. Günden güne oluşanlar ve yaşananlar içinde hep bir arayış içindeyiz. Bilerek ya da bilmeyerek. Bu da kendi tercihlerimizin dışında oluşan nedenlerden kaynaklanıyor. Bir dönem bir ruh dünyası içindeyiz, beslendiklerimiz, yaşadıklarımız bizi bir biçimde yönlendiriyor ve şekillendiriyor. Bu değişkenlikler ve zihni değişimler yaşanan şu dünyadaki kimi deneyimlerde olduğu gibi, etki oluşturan güçlerin dalgasına kapılmadan da kaynaklanıyor çoğu. ‘Dün böyleydim ama bugün böyle değilim’ deme özgürlüğü de var insanların. Aslında insan ve kul olarak bir tek sığınağımız var. Her şey vasıtalarla oluyor, her şey nedenlere bağlı. Yaratılmış olan şu kâinatın içinde kendimizi bulmuşuz.
Geliş zamanımızı, yerimizi, cinsimizi, rengimizi belirleyen biz değiliz. Bizim dışımızda olan ve her şeyi kuşatan Yüce bir varlığın çok çeşitli insan varlığıyız. İnsanların tercih ve yönelimleri bulunduğu ortamın ruh dünyasının etkisi var. Bir çocuğun tercihi ve seçenekleri zamanla beliriyor.
İnsanız, kuluz, yaratılmış bir varlığız. Bu varlık dünyasındaki yerimiz, konumumuz ve oluşumuz zaman ister. Bu zaman sürecinde kendimizi bulduğumuz ortamın ruhun içindeki çeşitlilikte kendimiz olmaya bakarız. Olmaya mı bakarız yoksa giderek bu ortamda oluşuyor muyuz?
Düşünen ve akleden bir varlık olan insanlar olabileceği gibi, düşünmeden bulunduğu ortamın ruh hâline göre öylesine yaşayanlar da olabilir. Başkalarına göre düşünen. Giderek başkaları içinde başkalaşanlara da dönüşülebilir. Allah’ın yarattığı yeryüzüne saldığı insan varlığı çeşitliliği, anlayış ve düşünleri bakımından birbirleriyle zıtlaşırlar, sevişirler, anlaşırlar ya da anlaşmazlar. İnsanın insana tahammülü insanların kendi gerçekleri içinde bakıyor olmalarıdır.
Bir insan ben geçmişte böyle düşünüyordum artık ondan vazgeçtim böyle düşünüyorum diyebilir ve böyle de yaşayabilir. Geçmişte hangi düşünce birikiminden etkilenmiş, kendini hangi ruh ortamında bulmuş, sonra ise hangi düşünce akımı içinde yer edinmiş?.. Değişimlerin hızı bir hayli. İnsan hakikat medeniyeti ekseninden uzaklaştıkça başka arayışlar içinde olur. Kendisini geçmişte tatmin etmeyen ama bugün başka tatminler içinde olanların arayışları bitmeyecek. Hakikat gözü insanda bazen buğulanır, bazen başka bir hâl alır. Ne yaparsak yapalım, başlangıçta çıktığımız bir yolumuz, sonra da varıp gideceğimiz bir yer var. Arayışlarımız kimi zaman doğaçlama bir hâl alır kimi zaman ise etkilenimlerden oluşur. İnsanız ve kuluz, bizim bir tek sığınak alanımız var, o da Allah. Gözümüzle görüyoruz ama görmüyoruz, biliyoruz ama somutlayamıyoruz. İnsanları etkileyen ve yön veren de insan. Onların her biri birer aracı. Peygamberler olmasa iman etme bilincimizin oluşumundan söz edilemez. Dünyada insanlar çoğaldıkça kendilerine göre bir kapı ararlar ya da kapılarda bulurlar. İman eden bir Müslüman Peygamber ve Kitap vasıtasıyla, kendilerine öncülük edenlerle bir yere gelir, kendini bir yerde bulur. Başkaları ise kendilerine öncülük edenler vasıtasıyla başka yönelimlerde bulunur. Peygamberlerde olduğu gibi, kimi zaman kimi düşünürler de insanların yönünü değiştirir. Kimi Voltaire’nin, Hugo’nun, Goethe’nin, Marks gibi düşünürlerin peşine takılır. Onlar da bir arayıştadırlar. O arayış onları kendilerini bir yerden alıp başka yöne götürür. Ama hakikat düşüncesinin peşinde olanların sığınağı var, o da Allah’tır.
Ali Haydar Haksal/Milli Gazete