Gençlerin sosyal, kültürel ve kişisel yapılarını etkileyen tüketim alışkanlıkları iki kuşak arasında yaşanan çatışmalardan biri haline geldi. Artık bireylerin hayata bakış açıları ve yaşam tarzları tüketim alışkanlıkları ile belirleniyor ve genç kuşak kendilerini tüketerek ifade ediyorlar.
Tüketim olgusu genç bireylerin kendilerini ifade etme biçimi ya da statü sembolü gibi anlamsal boyutlar kazandı ve onları tüketen nesnelere dönüştürdü. Geleneksel değerlerin içinden süzülüp gelen ebeveynlere karşın genç kuşak tüketimi bir yaşam tarzı olarak görüyor ve sınırsız tüketme hevesi taşıyor.
İşletmeler ürünlerini çıkarmadan önce tüketicinin hangi kuşağa ait olduklarını belirliyor ve özellikle gençleri tüketim ağına çekerek bağımlı hale getiriyor. Reklâmlar aracılığıyla ihtiyaç olmayan şeyler ihtiyaçmış gibi gösteriliyor ve gençler satın almaya heveslendiriliyor. Her şeyin yenisine, iyisine ve üst modeline sahip olmak isteyen gençler istediklerini elde edemediklerinde kendilerini değersiz hissediyor ve aile ile çatışmaya başlıyorlar.
Bir arkadaşım üniversitede okuyan kızının, “Geçmiş dönemlerde siz yırtılan çorapları dikiyormuşsunuz, bu nasıl olabilir” deyip güldüğünü anlatmıştı. Arkadaşım kızından söz ederken sanki farklı dünyalarda yaşamışız diyor ve şaşkınlığını ifade ediyordu. Hatırlarsınız annelerimiz yırtılan giysileri yamar, çorapları diker, eskiyen giysileri atmaz, değerlendirirlerdi ve biz bunu bir eksiklik olarak görmezdik. O zamanlar ihtiyaç olmayan şey satın alınmazdı, çocuklar kalemi tutabilecek duruma gelinceye kadar kullanır, verilen harçlıkla iktifa etmeyi öğrenirlerdi. Mevsimlik giysiler, ayakkabılar alınır ve küçülen kıyafetler kardeşe hediye edilirdi ve biz bunu bir sorumluluk olarak görürdük.
Hatırlarsınız annelerimiz tabakta hiçbir şey bırakmamaya, yere ekmek kırıntısı dökmemeye, suyu israf etmemeye, zamanı doğru kullanmaya özen gösterirlerdi. İsraf konusunda hassasiyet gösteren o insanlar ruhen güçlenir ve kolay kolay sarsılmazlardı. İsraf edilen her şeyde yoksulun hakkı olduğuna inanır ve hak ihlali yapmayalım derlerdi.
Kapitalist sistem sömürgeleştirdiği toplumlara israfı bir hayat tarzı olarak aktardı ve bugün genç kuşak yiyip içme tarzlarından, giyim kuşamlarına ve kullandıkları araçlara kadar hemen her konuda uçsuz bucaksız bir israfın içinde yaşıyorlar. Reklâmlar aracılığıyla gençlerde marka tutkusu, satın alma hevesi, eğlence ve konfor merakı uyandırılıyor ve çocuklar aktif birer tüketici haline geliyorlar. Sistem, gençlerin ihtiraslarını, satın alma heveslerini tetikliyor ve israfı var olmanın, görünür olmanın, değer elde etmenin etkin yolu olarak aktarıyor. Gençler ne kadar çok şeye sahip olurlarsa ve ne kadar çok şey satın alabilirlere o kadar etkin ve güçlü olduklarına inanıyorlar.
Kapitalist sistem bireyleri inanç ve değerlerinden uzaklaştırıyor ve onlara doyumsuzluk, göz açlığı ve bitmek bilmeyen ihtiraslar pompalıyor. Üretim çarkını döndürebilmek için gençleri modanın kölesi haline getiriyor ve satın almaya teşvik ediyor. Tüketim ağının bir parçası haline gelen gençler israfı bir hayat tarzı olarak benimsiyor ve tüketen nesnelere dönüşüyorlar. Marka düşkünlüğü ve satın alma içgüdüsü etrafında oluşan beğeni ve alınan geçici hazlar saman alevi gibi geçip gidiyor ve çocuklar o kıskaçtan bir türlü kurtulamıyorlar.
Düşük benlik algısına sahip olan gençler, kendilerini daha fazla alışveriş yaparak, daha fazla eğlenip, daha fazla tüketerek ifade etmeye çalışıyorlar ve bu durum kuşaklar arası çatışmayı tetikliyor. Bu çocuklar kendilerini bulutlarının üzerinde görüyor ve vaat edilen sanal mutluluğun ayaklarının altına döşenmiş bir çukur olduğunun farkına varamıyorlar.
Fatma Tuncer/Milli Gazete