قُلْ اَئِنَّكُمْ لَتَكْفُرُونَ بِالَّذ۪ي خَلَقَ الْاَرْضَ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَتَجْعَلُونَ لَـهُٓ اَنْدَاداًۜ ذٰلِكَ رَبُّ الْعَالَم۪ينَۚ
“De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı küfredip, O’na ortaklar mı ihdas ediyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.” (Fussilet, 9)
İnsanın Boyunu Aşan Küfrü
Ayet, Allah’ın arzı iki günde yarattığını bildirmektedir. Bir sonraki ayette, dört günde gıdaları takdir ettiği belirtilir. Böylece Kur’an’ın, kâinatın altı günde yaratıldığını açıklayan bilgisi yine tamamlanmış olur.
İnsan kimi küfretmektedir? Öncelikle kendisini hiç yoktan var eden, ona göz-kulak, akıl v.b. veren, sonra da arzı iki günde yaratan, âlemlerin Rabbi Allah’ı küfretmekte, yani Allah yokmuş gibi davranmaktadır. Bu ne büyük cesarettir(!) ‘Cesaret’ lafın gelişidir, buna ölümcül cehalet, aymazlık, beyinsizlik ve hamakat denir. Uçsuz bucaksız kâinatı yaratan Allah, insanı da yaratmıştır. İnsan, âfaktaki ve enfüsteki ayetleri okuyarak, bu bilince varmalı ve Rabbini böylesine sefih bir tavırla yok saymamalıdır. İnsan, kendini hiç yoktan var eden o büyük kudreti yok sayacak ve O’ndan boşalttığı(!) makama, kendisi gibi etten kemikten oluşmuş kişileri ikame edecek! Bu cehaleti nasıl izah etmeli? Ayette kafirlerin Allah’a ortak kıldığı varlıklara ‘endâd’ adı verilmektedir. Endâd kelimesi ‘nidd’in çoğuludur. Bu kelimenin tefsirini Bakara suresinin 165. ayetinde bulmaktayız. Buna göre ‘endâd’, insanların, Allah’ın dışında yücelttikleri (yani yonttukları) ve Allah’ı sever gibi sevdikleri bazı kimselerdir.
Kendisini yoktan yaratan Allah mefhumunun üzerini örtüp de, onun yerine, kendisi gibi fanileri getirmesi, beşerin en büyük dalaletidir. Üzerinde durduğumuz Fussilet ayeti ‘küçük’ bir hatırlatma (Allah’ın arzı iki günde yaratması) yapınca, beşerin dalaleti hemen anında fâş olmakta, oyun bitmektedir. İnsan, yaratılış üzerine neden tefekkür etmez de, böylesine acınası derekeye düşer? Aklını kullanan insan, bir kibrit çöpünün bile kendiliğinden olmadığına göre, kâinatın kim tarafından var edildiğini kendi kendine sorgulamalı, hayatın hikmetini kavramak için çaba harcamalıdır. Allah, incelik, uyum, düzenlilik, dayanıklılık ve güzelliğin tamamına sahip, tarif edilemeyecek kadar büyük bu alemi yaratırken, insanın bu büyük sanatı anlayıp kavramak için en küçük bir zahmete bile katlanmaması kolaycı, umursamaz bir tavırdır. Üstelik Allah adının yerini endâd ile doldurması yani endâda felsefî-teolojik bir ‘yer’ hazırlaması kendisini çok fazla yorması gerekirdi.
Endâd denilen kimseler sonuçta tıpkı kendilerini ilahlaştıran bağlıları gibi bir beşer olup, fani varlıklardır. İnsan herhangi bir şeyi yaratamaz. İnsanın tanrılaştırdığı kimselerin tamamı bir araya gelseler, bir tek sineği bile yaratamazlar. Hatta sinek kendilerinden bir şey kapsa, onu dahi geri alma gücüne sahip değildirler. (Hac, 73).
Kâinatı altı günde yaratan Allah (Secde, 4) ise arşa istiva etmiştir yani bütün kâinata hükmetmektedir. Allah herhangi bir velî ve şefaatçi edinmez. O’nun katında iman ve salih amel dışında hiç kimsenin özel/ayrıcalıklı bir yeri yoktur. İnsanın ilahlaştırdığı endâdın ise, herhangi bir alanda hakimiyeti şöyle dursun, kendi nefsine bile sözü geçmez.
İnsan, yaratılmış alemi Yaratıcısından boşaltıyor, oraya kendi gibi sonlu-sınırlı varlıkları yerleştiriyor. Âlemlerin yegâne Rabbini yok sayıyor, insanın terbiyesini kendisi gibi, bütün ileri görüşlülüğü, bir şimşek çakmasının sağladığı ışık kadar olan, karanlıkta önünü dahi göremeyen ölümlü varlıklara havale ediyor. Allah’ın terbiyesi ile terbiye olmayı reddeden insan, eğitimi ebediyen zayi etmiş demektir.
Çağın insanı Allah’ın dışında kendisine rab edinecek çokça endâd bulabilmektedir. Din adamları, ruhbanlar, bilim uzmanları, siyasi liderler, kanaat önderleri, sanatçılar, milyarderler ve benzerleri. Doğru olan ise, eşyayı yerli yerine koymaktır. Kula kul gibi, insana insan gibi davranmak adalettir. Kula tanrı süsü vermek, bu dünyada icra edilen en büyük zulümdür.