فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجٖيمِ
Öyleyse, Kur’ân okuduğun zaman, hemen o kovulmuş Şeytan’dan Allah’a sığın. (16/98)
Her ne kadar bu ayet-i kerimeden yola çıkarak, Kur’an okumaya başlarken “besmele”den önce “eûzü” çekmeyi Müslümanlar gelenek haline getirmiş ve ‘hafızlık’ eğitiminde özene bezene, tecvidine kaidesine uygun “Eûzu” çekmeyi üstün meziyet kabul etmiş olsalar da; (Allah en doğrusunu bilir ama) bir çok ibadet usulünde olduğu gibi burada da ayetin merâmı şekle kurban edilmiş, verilmek istenen düşünme biçimi “şey”leştirilmiş ve maksadın hasıl olması her nasılsa mümkün olamamıştır.
Mübarek Kur’an bize, şeytanın ancak kötülüğü ve çirkin işleri emrettiğini ve Allah hakkında bilemeyeceğimiz şeyleri söylememizi emrettiğini açık seçik anlatır (Bakara 169). İşte böylesi durumları yüce Mevlâmız kitabında; “şeytandan gelen bir vesvese (aldatıcı ve yanlış bir fikir)nin bizi dürtmesi” (Fussilet 36 ve A’râf 200) olarak tanımlamıştır. Bu iki ayette kullanılan نَزَغَ (ne-ze-ga) “kötü düşünce veya fitne sokmak” fiilinden türetilen kelime ile, Allah’ın muradına düşman herhangi bir durum/olgu/canlı tarafından insan nefsine/aklına düşürülebilecek şeytanî vesvese/fitne/aldatıcı fikirler kastedilmiştir.
Eğer ki iman eden kullar; vahy ile ilişki kurmaya, Kur’an’ı anlamaya ve anlamlandırmaya, hem kendisi ve hem de çevresindekiler için yaşam kaideleri çıkartmaya başlarken bu tehlikeleri unutarak ve şeytana ayak uydurarak (Nur 21), şeytan ve ahalisinin ardına takıldığını fark etmeden, Allah’a sığınmadan, “Euzüsüz” bir şekilde yola çıkmışsa; kendi heva ve hevesleri, görüşleri devreye girmeye başlamış, Allah’ın ayetleri üzerinde istediği manipülasyonları yapmasının önü açılmış demektir.
A’râf 200 ve Nahl 98 ayetlerinden biz anlıyoruz ki, Müminlerin bu duruma düşmeleri ve bu tür ayartmalara maruz kalmaları halinde tuzağın farkına varabilmeleri ve “Allah’a sığınmaları” mümkündür. İstikamet sahibi müminler, Rabb’lerinin muradına ve merhametine sığınarak Kur’an’ı okumaya, anlamaya ve yaşamaya gayret ederler. Kıblelerini Rabbimizin mustakîm yolunda tutmak yerine, başka ideolojilerin de gönlünü alma cehdine giren; muhataplarına ulaştırdığı ayetleri seçerken şiş de kebap da yakmayacak bir hassasiyet gözeten; Kemalizmi, sekülerizmi, demokrasi ve liberalizmi kutsamak adına geleneğe ağız dolusu söven bir yöntem heralde izlemezler. Uydurulan din mensuplarını deizmin değirmenine su taşımakla suçlarken, modernizmin tanrılarını yeniden keşfederek ömürlerini geçirmeleri de onlardan beklenmez. Veya yine Müminler o kimselerdir ki, iktidarlarını devam ettirme uğruna yine “Euzüsüz” bir Kur’an okumasıyla insanlara ırkçılık pazarlamaya kalkışmaz, Kur’an ayetlerinden taşralı ve milli bir zihniyet çıkartma madenciliği yapmazlar. ‘Mümin her şeyin en iyisine layıktır’ gibi küstah bir söylemle harcamalarına kılıf bulmaz veya Kur’an’ın ilkelerini ikbal beklentilerine kurban etmezler.
Dolayısı ile o güzelim yanık sesinizle dünyanın en güzel “Euzü’sünü” çekme konusunda olağanüstü bir maharetiniz de olsa veya Arapça dil bilgisi bakımından gözler görmedik bir meziyete de sahip olsanız; pozitivizmin, mistisizmin, Kemalizmin, hümanizmin, darwinizmin ve ulusçuluk gibi şeytan işi pis ideolojilerin dürtme ve ayartmalarından Allah’a sığınmadığınız sürece “Euzü”nün hakkını verememişsiniz, künhüne vakıf olamamışsınız demektir. Tevhid penceresinden görmek yerine, onların bak dediği yerden bakmaya başlamışsınız demektir. Muhakkak ki Allah en doğrusunu bilir.