Henüz 10 yaşında iken babasını kaybetti… Üç kardeşi ile birlikte yetim kaldı. Annesi, gözleri görmeyen bir ama idi… Babasından geriye kalan sadece yoksulluk, yalnızlık ve yetimlikti… Çocuk yaşta hayatın tüm acılarıyla yüzleşen acı yüklü bir yürekti… Kız çocuğu olmanın zorlukları da ayrıca kendisini daraltıyordu… Fakat ne yaparsın, hayat bu…Çırpınması gerekiyordu, hayata tutunmak için…Kardeşlerini ve annesini korumak için…
Gündüzleri bağ, bahçe işlerinde çalışıyor, akşamları evin işlerini toparlıyordu… Tüm yük bu kız çocuğunun omuzlarında… Annesinin eli, ayağı…Kardeşlerinin hem annesi hem de babası…Yaşamın zor koşullarında minicik omuzlarına binen bu ağır yükü yıllarca taşıdı…Yılmadı, yıkılmadı, ye’se düşmedi…
Ne çocukluğunu yaşayabildi ne de gençliğini…Yoksulluk yakasını bırakmadı…Üst üste açılar, peş peşe çileler onun hep yol arkadaşı oldu…
Alın yazısı dedi, fakat alın teri dökmekten hiç bıkmadı…Gün geldi evlendi fakat yine gün yüzü görmedi… Henüz 40 yaşında iken eşini kaybetti… Beş yetimi ile yaşam mücadelesine devam etti…Karalar bağladı, asla karamsarlığa düşmedi…Fakir düştü ama muhanete muhtaç olmadı…
Çoğu zaman bağrına taşlar bastı, fakat kendisi salmadı… Savrulmadı…Muhteşem bir sabır ve sebat abidesi olarak kaldı…Yetmedi, eşinin vefatından sonra on yıl yatalak durumda olan kayınvalidesine hizmet etti…Kayınvalidesinin vefatından sonra yaşlı ve hasta olan kayınpederinin bakımını üstlendi… Tam on yıl…
Kayınpederinin vefatından sonra acılarla yoğrulan yıllar yine bitmedi… 40 gün ara ile iki evladını kaybetti…Biri henüz 38 yaşında erkek çocuğu, diğeri 49 yaşında bir kız çocuğu… Onlardan geriye gelen yetimlere bakıcılık süreci başladı…
Üç kuşak yetim bir aile geleneği vardı…Kendisi yetim, çocukları yetim şimdi de torunları yetimdi…Üç kuşağında hizmetkârı o kadındı… Torunlar büyüyünce bu defa hastalık günleri başladı…Önce kısmi bir felç sonrasında on yıl sürecek yatağa bağlı kalma günleri…Hastalıkların birçoğu ile tanıştı yine de bir gün olsun kimse halinden dolayı ondan bir şikâyet duymadı…
Kendisi ile barışıktı…Hayatla barışıktı…Ve en önemlisi Rabbi ile barışıktı…Hiç dertsiz kalmadı…Derdini sevdi…Derdi vereni sevdi… Yılmadı, yıkılmadı, yüksünmedi, ye’se yenik düşmedi… Hayatın acımasız koşullarında ayakta kaldı ve yürüdü…
Peki, bu kadın kimdi?
Yakın bir tarihte Rabbime yolcu ettiğim annemdi…
Hep düşünürdüm, ya Rabbi bir ömre bu kadar acı, çile, zahmet, meşakkat, mahrumiyet nasıl sığabilirdi? Ve bir kadın tüm bunları nasıl taşıyabilirdi? Havsalamalmakta zorlanıyor, kendime bile izah edemiyordum…
Bu kadın bu gücü nereden alıyor?
İnsanın kapasitesi belli, bu terazi bu sıkleti nasıl çekebiliyordu?
Bu sorunun cevabını ne zaman buldum?
Bir gün annemin şöyle dua ettiğini duydum:
“Allah’ım dünyada ne kadar günahım varsa, cezasını dünyada çektir, ahirette huzuruna temiz gelmek istiyorum”
Hemen müdahalede bulundum:
“Anne bu çok ağır bir dua, kaldıramayabilirsin…”
“Hayır yavrum, ben Rabbime temiz gitmek istiyorum” demişti…
Şifreyi çözmüştüm… Ama iliklerime kadar işlemişti…
Allah’ım bu nasıl bir hesap günü inancı? Yakini iman bu olsa gerek… İhsan kıvamında kulluk bu olsa gerek…
Tevekkülü, teslimiyeti, yakini imanı, safveti, saflığı, samimiyeti, sadakati, masumiyeti, merhameti, havf verecayıümmilik mektebinde, anaokulumda gördüm…
Berrak bir idrak, tertemiz bir yürek…
Yıllar önce birlikte hacca gitmek nasip olmuştu… Türkiye’ye dönüş hazırlığındayız; anneme sordum:
“Anne dönüşte ziyaretine gelecek çokça insan olacak, senden hediye umacaklar, hediyelik siparişini ver, temin edelim.” demiştim. Döndü bana şunu söyledi:
“Hediyelik hiçbir şey düşünmüyorum. Mekke’de kefenimi al, zemzem suyu ile yıkayayım, kefenimle eve döneyim.”
O an takva elbisesi nasıl temin edilir, ümmi annemden öğrenmiş oldum… Allah rahmet eylesin…
Şimdi boşluktayım…Tutunacağım dal, sarılacağım sütun, ısınacağım ocağım yok artık… Garantili dua kapım kapandı… Güvensizim, yorgunum, yalnızım… Anasız bir dünyada nasıl yaşanır bilmiyorum…
Ramazan Kayan/Milat Gazetesi
Senin derdin dert midir? Senin derdin başka biri için nimettir. sözü aklıma geldi.