Yukarıdaki başlık, Paris Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nde çalışmalar yapan İtalyan filozof Maurizio Lazzarato’nun, ‘neoliberal durum üzerine deneme’ de dediği kitabının ismi oluyor. (Terc. Murat Erşen, Dergah yay. İst-2020).
Lazzarato kapitalizmdeki borç sarmalını anlatıyor. Bütün dünya halklarının kime, niçin, nasıl borçlandırıldığını. Belki özetin özeti bir çalışma ama ufuk açıcı. Lazzarato’nun kitabından tabi ki ben kendi anladıklarım ve kavradıklarımı cımbızlayacağım.
Lazzarato, Gabriel Ardant adında bir bilim adamının şu cümlesine yer veriyor: “Kredi insanın kurduğu en etkili sömürü araçlarından biridir, çünkü birileri kâğıt imal ederek başkalarının emeğine ve zenginliğine el koyarlar.” Kitabın başka satırlarından öğrendiğimize göre otomobil sanayi tamamen kredi mekanizması ile işlermiş ve borç ‘büyümeye’ mani değilmiş…
Yazar, bireyleri borçlu yaşamaya alıştırmak için bazı tekniklerin kullanılması çok erken başlar diyor ve ekliyor: Neoliberalizm birçok iktidar ilişkisi vasıtasıyla yönetir; alacaklı-borçlu, sermaye-emek, tüketici-müteşebbis vb. ama borç evrensel bir iktidar ilişkisidir çünkü herkesi kapsar.
İstatistiklerin bildirdiğine göre Fransa’da her yeni doğan bebek 22.000 avro borçla dünyaya geliyormuş. Yazarın esprisi de fevkalade mütenasip. “Bize doğumla aktarılan artık ilk günah değil, önceki kuşakların borcudur” diyor. “Eskiden cemiyete, tanrılara, atalara karşı borçluysak da artık Sermaye ‘tanrı’sına borçluyuz.” İlave bir söze ihtiyaç var mı?
“Borçlandırılmış insanın imali” kapitalizmin, geri ödemeyi asla bitiremeyecek insanı üretmesi oluyor. Borç, ödemeyi bir türlü bitiremeyen borçlu ile borcun faizlerini bir türlü tüketemeyen alacaklının ilişkisi haline gelir. (Borç yiğidin kamçısıdır!)
“Gayrimenkul ve kolay kredi patlaması, emekçileri ve orta sınıfı sakinleştirmek ve onları ‘liberal sistem’in uzun dönemli programına bağlamak için iki yoldur. Krediyle bir ev, bir araba almak ya da Paris’te bir tatil yapmak isteniyorsa, küreselleşmenin başarısına inanmak zorunluydu. Şimdiyse insanlar bunun, sahip oldukları her şeyi son dolarına kadar ellerinden almak için Wall Street’in geliştirdiği bir strateji olduğunu fark etmeye başladılar. Ama artık ne yapacaklarını bilemiyorlar çünkü ev, acil durumlar için ellerinde kalan son rezerv.”
Lazzarato “temelde bir borç ekonomisidir” dediği Amerikan ekonomisinin borç durumuna ilişkin mütevazi bir bilgi paylaşıyor. 30 Haziran 2008’de ABD’nin borç toplamı -aile, girişim, bankalar, kamu idaresi- 14 trilyon dolarlık gayri safi iç hasılaya karşı 51 trilyon doları aştı. Son sekiz yılda ödenmemiş borçların yekunu yüzde 22 artmış. Üniversiteli öğrencilerin borçları ikiye katlanmış. Fransa’ya gelince, nüfusun çoğunluğu borçluya, küçük bir azınlık ise rantiyeye dönüştü diyor.
Portekiz, borçların aslan payını elinde tutan Fransız, İspanyol ve Alman alacaklılara (bankalara) derhal dağıtmak üzere [IMF tarafından?] 80 milyar dolarlık bir yardımı kabul etmek zorunda kalmış
Borçlandırılmış insanın imali deyince akla ‘kemer sıkma’ politikaları gelir mi? Yazar neoliberal kemer sıkma politikalarının temelde bütün toplumsal hakların (emeklilik, sağlık, işsizlik vb.) kısıtlanmasından ve borçlandırılmış insanın inşası maksadıyla memur ücretleri ile kamu hizmetleri ve istihdamının düşürülmesinden geçtiğini belirtiyor.
“Hükümetler ve ulusal parlamentolar” diyor, “hala ulusal ‘egemenlik’ diye adlandırılan şeyden başka yerde alınan kararların ve saptanan sürelerin basit icracısıdırlar.” “Borç hudutlarla ve ulusallıklarla alay eder.”
Lazzarato’nun şu çağrısı şaşırtıcı geliyor ilk başta: “Borçlarımızı temizlemeye çalışmakla çok zaman kaybettik, hem de çok. Oysa her aklama sizi zaten suçlu kılar.” “Her türlü suçluluktan kurtulmak, … tek bir kuruşu bile geri ödememek gerekir, borcun iptali için kavga etmek gerekir; zira hatırlatalım ki bu borç ekonomik bir mesele değil, bizi fakirleştirmekle kalmayıp felakete de sürükleyen bir iktidar aygıtıdır.”
Son cımbızlar: “Kapitalizm her zaman şu şekilde işler: Sınırlarını sürekli zorlayan baş döndürücü ve hipermodern bir yersiz-yurtsuzlaştırma ve bunun yanı sıra, alçakça bir yaşam tarzı yaratan, ırkçı, ulusalcı, makineci, ataerkil ve otoriter bir yeniden yerli-yurtlulaştırma: ‘domuzlar gibi yaşayıp düşünün’ -domuzlara saygımız bir yana- bu yaşam tarzını Berlusconi İtalya’sı kıyas kabul etmez bir kaba sabalıkla sahneye koymuştur.”
Lazzarato bende şu kanaati hasıl etti: Aslında tüm insanlığın, hele de biz Müslümanların kapitalizmle mücadele etmemiz çok kolay ve basittir. Ama önce buna niyet etmek, sonra karar vermek gerek. Daha doğrusu güçlü bir imanla kapitalizm dini yere serilebilir.