Genç adam yolda yürüyordu. Karşıdan gelen bir öğrenci gördü. Sırtında okul çantası ve başında da uzun püsküllü beresi vardı. Kravatı gevşek bırakmıştı. Bir eliyle çantanın kemerini tutuyordu; diğer elinde de sigarası vardı. Öğrenci, genç adamın yanından geçerken başını öne uzattı, dudaklarını dışa doğru kıvırıp dişleri arasından tükürük fışkırttı. Kaldırım boyunca saçıldı tükürük. Genç adam gördüğü iğrenç tabloya tiksinerek baktı. O anda öğrencinin sırtında asılı bir levha gördü. Levhada şu yazıyordu;
“Benim felsefem bu”
Genç adam şaşırmadı. Yürümeye devam etti. İlerideki caminin köşesini döner dönmez yerde oturan dilenci kadını fark etti. Kadının kucağında küçük bebeği vardı. Göğsüne yasladığı bebeği bir yandan emziriyor bir yandan da el etek açmış dileniyordu. Onun da önünde bir levha vardı. Ve üzerinde “Benim felsefem bu” yazıyordu.
Genç adam yürümeye devam etti. Bir kasap dükkanının önünden geçiyordu. Kasap efendinin üzerinde kanlı önlüğü vardı. Kapıda bekleyen kasap efendi sağa sola bakıyor, şahin gibi gözleriyle kaldırım raporu çıkarıyordu adeta. Caddenin en boş olduğu anda kasap birdenbire fırlayıp park halindeki aracının bagajını açtı. Dükkandan çıkardığı üstü kapalı kasaları ivedilikle bagaja doldurdu. Sonra arabanın anahtarını oğluna verdi ve onu yolcu etti. Kasabın yüzü gülüyordu; mutluydu. Ve aynı levha, onun da sırtında asılıydı. Tam olarak şöyle yazıyordu;
“Benim felsefem bu”
Yine şaşırmadı Genç adam. Cadde ortasındaki kavşağa kadar yürüdü. Kavşakta polis aracının göz alıcı ışıklarını gördü. Polis memuru, arabanın ön kaportasına kaygısızca yaslanmış, elinde ceza fişi, gelen geçen tüm araçların plakasını kaydediyordu. Herkese ceza kesiyordu; haklıydı, nasıl olsa herkesin bir kusuru vardı. Polisin de sırtında aynı levhadan asılıydı.
“Benim felsefem bu”
Durağa gelmişti Genç adam. Otobüs beklemeye başladı. Ancak otobüs bekleyen sadece o değildi. Durakta genç yaşlı, kadın erkek türlü türlü birçok kimse vardı. Herkesin sırtında aynı levhadan asılıydı ama her biri bir diğerinden farklılık taşıyordu. Duruşları, bakışları, konuşmaları, giyim kuşamları ne varsa hepsi farklıydı. Yine de gözlüklerden ayakkabılara, gömleklerden saatlere kadar markalar benzerdi. Markalar her felsefeye göre ayrı ayrı renklerde, ebatlarda, tiplerde ürün üretmişlerdi.
Aynı olan ama levhaları olmayanlar sadece bebeklerdi. Onlarda levha da yoktu, felsefe de. Acıkınca ağlıyorlar, doyunca ve temizlenince gülüyorlardı.
Sonunda otobüs gelmişti. Durakta bekleyen yolcular sırayla binmeye başladılar. Bir tanesi hemen önden sıraya girdi. Biri ikaz edecek oldu ama uyanık yolcu hemen sırtındaki levhayı gösterdi. “Benim felsefem bu” Başka itiraz eden olmadı ve o uyanık önden bindi.
Sıra Genç adama gelmişti. Sağ ayağını otobüse attı. Tam binmek üzere ileri atılacaktı ki biri omzundan yakaladı. Yaşlı bir adamdı. Kolunda kendisi yaşlarda eşi vardı. Zorlukla ayakta duran adama eşi destek oluyordu.
Yaşlı adam şaşkın bir ses tonuyla;
-Heyy evlat, senin levhan nerede?
-Benim levham da yok felsefem de!
-Ama nasıl olur? Levhasız bir yaşam nasıl mümkün olabilir?
-“Çok basit, söker atarsınız ve levhadan kurtulursunuz işte” dedi ve önüne döndü.
Yaşlı adamın eşi kocasının kolunu hafifçe çırptı. Sonra ona doğru eğilerek;
-Sana ne be adam; herkesin işine karışıyorsun.
-Ama nasıl olur? Hayatım boyunca levhasız birine rastlamadım!
-Zaten levhasız da sayılmaz. Baksana levhayı sökmüş ama izi kalmış.
Yaşlı adam bu defa dikkatle baktı Genç adamın sırtına. Gizli yazı gibi; ancak dikkatle bakınca okunacak şekilde “Benim felsefem bu” yazıyordu. Bunu görünce rahat bir nefes aldı yaşlı adam.
Otobüs hareket etmişti. Şoför biten sigara paketini penceren dışarı attı. Sırtında levhası asılıydı.
…