Divanü Lugat-it-Türk’te “ök” akıl ve “anlayış” anlamında geçmektedir. “Süz” ise olumsuz sıfat yapan ektir. Yani annesi vefat edenin bir bakıma aklı ve anlayışı kısacası dünyası elinden gitmiş demektir. Kısacası bizim medeniyetimiz anneyi akıl, anlayış yerine koymuştur.
Patrick Farenga, “educate” kelimesinin beslemek, büyütmek, yetiştirmek anlamındaki Latince “educare” kelimesinden geldiğini hatırlatır. Dolaysıyla bu kelimenin etimolojik kökeninin “göğüsten emzirmek” anlamına geldiğini ifade eder.
Bilindiği gibi emzirme süreci bizzat annenin çocuğuyla birebir etkileşim halinde olduğu bir beslenme sürecidir. Kısacası Patrick Farenga bizlere sürekli atladığımız ve aslından kopartılan bir eğitim tanımını hatırlatıyor.
Çünkü eğitim, kurumsallaşmadan ve bir kamu hizmeti olarak tek elden sunulmadan evvel çocuk ve anne sütü ilişkisi bağlamında söz konusu edilen en önemlisi de şefkat, merhamet, hoşgörü temelinde ilerleyen bir yetiştirme süreciydi.
Psikolog yazar Steve Biddulph, “Yaşamın ilk yılında sevgi ve empati hissetme yeteneği gelişir. Huzurlu bir çocukluk, ömür boyu akıl sağlığının temelini oluşturur” diyor.
Bir çocuk erken sevilmeyi ve güvenilmeyi deneyimlediğinde, bu anı, hatırayı içsel huzur ve güç olarak muhafaza eder. Bu duygu bir hazinedir. İleride sorunların üstesinden gelen çocuklar, küçükken sevilenlerdir.
Geçenlerde sosyal medya hesabımdan da paylaşmıştım. 19. yüzyılda Almanya’da anaokulu fikrini ilk ortaya atan kişinin Friedrich Froebel olduğunu hatırlatmıştım.
Orijinal adı ‘Kindergarten’ olan anaokulu, annelerin çocuklar üzerindeki etkisini kırmak için oluşturulmuş bir kurumdur. Adı anaokulu ama amacı, çocuğu anadan koparmak olan bir sistemdi bu.
Okul öncesi eğitim epeydir WEF’in de gündeminde yer alan bir konu. WEF’in, eğitimin geleceği için gerekli gördüğü beceriler, “yaşam boyu öğrenme” ile “sosyal ve duygusal öğrenme” becerileridir.
WEF, hayat boyu öğrenme yolculuğunda bilhassa okul öncesi dönemden yetişkinliğe kadar tüm nüfusa sistematik olarak verilecek eğitiminin psikolojik gündemiyle ilgili 9 maddelik bir bölüm yayınlamıştı.
O yüzdendir ki ülkeler okul öncesi eğitime büyük önem vermeye başladı. Örneğin bizim ülkemizde 5 yaştaki okullaşma oranı, yüzde 65’ten yüzde 97’ye çıktı.
Okul öncesi eğitim ve kreşler konusunda ben biraz farklı düşünüyorum. Yukarıda da bahsettiğim gibi çocuk aileden ne kadar uzaklaşırsa ileride sorunlarla mücadele etme ve bağımsız düşünme yetisi o derece körelir.
Bu konuda yapılan bilimsel çalışmalar da var. Nörobilim uzmanı Dr. Şöhret Karaduman bir çalışmasında şöyle diyor;
Küçük çocuklar ayrılıktan çok korkarlar. Bu korku yaşamın ilk yılında başlar ve ilkokul çağına kadar sürer. Bu ayrılık kaygısı en çok 1. ve 3. doğum günleri arasında belirgindir.
Uzun süren ayrılıklar çocukta protestoya, umutsuzluğa ve bağlanma figüründen çekilmeye/yabancılaşmaya yol açar.
Acı verici ayrılık deneyimleri, henüz 3 yaşın altındaki çocuklar tarafından bilişsel olarak anlaşılamaz ve duygusal dünyaları üzerinde yetişkinliğe kadar kalıcı bir etkiye sahiptir.
0-6 yaş arası ev dışında bakım ve eğitim gören çocuklarda agresifleşme, bağlanma problemi, her ayrı kaldıkları ay %0,5 IQ oranında düşüş ve en vahimi de psikolojik problemlerde artış gözlemleniyor.
Erken yaşta başkaları tarafından bakılan 15 yaşındaki çocuklarda da daha fazla davranış sorunu gözlenmiş. Çeşitli ülkelerden alınan istatistikler, başkaları tarafından bakılan bu ilk nesil çocuklarda psikolojik problemlerde çarpıcı bir artış olduğunu göstermektedir.
Türkiye’de aile değerlerini yücelten siyasi partiler nedense çocuğun eğitimi söz konusu olduğunda aileyi ve değerlerini doğrudan bu sürece dahil etmiyor. Sanırım evvela “ailesiz eğitim” politikamızı sorgulamalıyız.
Ufuk Coşkun/Milat Gazetesi