وَاِنّٖي خِفْتُ الْمَوَالِيَ مِنْ وَرَٓاءٖي وَكَانَتِ امْرَاَتٖي عَاقِراً فَهَبْ لٖي مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ
“Doğrusu ben, arkamdan iş başına geçecek olan yakınlarımdan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafından bana bir veli (oğul) ver.” (19/5)
Ayeti kerimeyi anlamak için elbette ki siyak sibak dediğimiz bağlam ilişkisini göz ardı etmeden ve konuya bütüncül yaklaşmak zorundayız. Kur’an’la biraz ilişkisi olan müminler bilir ki Zekeriyya’nın (as) kendi ölümünden sonra risalet/tebliğ görevini sürdürecek ve Allah’ın omuzlarına yüklediği davayı sonraki nesillere taşıyacak bir veli, bir varis istiyor olması söz konusu. Allah’a yakararak istenen bu varis/veli geride bırakılan dünya malı/serveti/ihtişamı için değil elbette. Zekeriyya’nın (as) tek kaygısı risalet yükünü omuzlarında taşıyabilecek, güvenilir ve aynı zamanda nübüvvet için Yakup hanedanına varis olsun. Çünkü yakın çevresi ve akrabalarının tutumu, hayata bakışları, din algıları Zekeriyya’yı (as) oldukça endişelendirmiş durumda. Eğer bu durumda ölüm gelip kendisini alırsa Allah’ın davası yere düşer ve tevhit inancı zarar görür. Dolayısıyla gözleri görür bedeni de ayaktayken bundan emin olmak istiyor ve rabbine el açıyor.
“Rabbim tarafından bana bir veli ver.” Dikkat edersek 5. Ayette bana bir oğul ver demiyor Zekeriyya (as). Güvenebileceği bir veli/dost, bir yardımcı istiyor Allah’tan. Zekeriyya’nın (as) bu içten ve samimi yakarışına alemlerin rabbi kayıtsız kalmıyor elbette. Büyük bir ödülle karşılık veriyor Zekeriyya’nın (as) duasına ve daha önce kimseye verilmeyen bir isimle yani Yahya (Allah’ın selamı onların üzerine olsun) ile müjdeliyor.
Peki, Kur’an bize bu kıssayı niçin anlattı? Sorduğumuz sorunun cevabı çok açık aslında. Kur’an hiçbir konuyu rastgele, hikâye olsun diye anlatmaz. Yani yüce Allah bize Zekeriyya (as) üzerinden bir mesaj vermek istiyor. Eğer bir varis kaygınız olacaksa demek ki o da Alemlerin rabbi Allah’ın davası ve dini için olmalı. Ve yine eğer bir dava adamı olunacaksa Zekeriyya’yı (as) örnek almalı müslümanlar. İslam’ı kendisine dert edinen her Müslüman ben öldükten sonra ne olursa olsun demek yerine Zekeriyya’nın (as) o içli, sancılı, kaygılarını taşıyıp kendisine varis olacaklar için Allah’tan yardım istemeli. İstediğimiz varisi Allah bize bahşeder mi? Elbette bahşeder ama önce Zekeriyya olmalıyız, çünkü dua eylemdir. Sözün özü Zekeriyya (as) olamazsak Yahya ile müjdelenmek zor. Dualara karşılık veren Allah, o kulunun samimiyetine, teslimiyetine, tevazusuna ve Allah’a olan sadakatine bakar. Kemiklerin zayıflaması, saçın başın ağarması insanlar için geçerli olan bir şey. Ölüden diriyi diriden ölüyü çıkaran Allah için ise hiçbir geçerliliği yok.
Zekeriyya (as) bile daha sonraki ayetlerde şaşkınlığını gizleyemiyor. “Zekeriyya: Rabbim! Dedi, karım kısır olduğu, halde ben de ihtiyarlığın son sınırına vardığım halde, benim nasıl oğlum olabilir?” “Allah: Öyledir, dedi; Rabbin: O bana kolaydır. Daha önce. Sen hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım, buyurdu.” (Meryem:8-9). Şaşkınlık gayet tabi, çünkü vahiy insan aklını aciz bırakır. Aklın kavrama kabiliyeti sınırlıdır, bize düşen bu sınırı zorlamamak. Maalesef bugün materyalist insanı yaratıcıyla kavgaya tutuşturan bu hadsizliktir. Mutlak doğru Allah’a aittir.