Geçtiğimiz çarşamba günü burada yayınlanan yazının sonuç kısmında şu ifadelere yer vermiştik: “Gidenlerin Filistin’e aidiyetlerinin olumsuz mu etkilendiği, yoksa sürgüne zorlayan en şiddetli rüzgâr ve kasırgalara karşı mı direndiği zamanla ortaya çıkacak.”
Avustralya’da yaşayan Muhammed, şu içerikte bir e-posta ile bize yanıt verdi:
“Sorunuza yanıt vermek istiyorum. Gazzeliler ve genel olarak 1967 topraklarındaki Filistinliler göçün tehlikesi ve sonuçlarına karşı tetiktedirler. Mecbur kalmadıkça göç etmezler, içten içe göç fikrini reddederler, fırsat buldukça da topraklarına geri dönerler. Ama Filistinli de bir insandır, bir uzaylı değil, dolayısıyla gökten, yerden ve denizden üzerine çocuklarının vücudunu yakan alevli lavlar taşıyan bombalar düştüğünde, onun güvenli bir yer arayıp Gazze’yi terk etmesi beklendik ve kabul edilebilir bir durumdur.”
Kendisinin iznini almadığım için soyadını açıklamayacağım Muhammed sözlerini sürdürüp şunu ekliyor:
“Kardeşime, ailesi ile birlikte Avustralya’ya gelmesi için vize aldığımı söylediğimde evi yıkılmış olmasına ve kendisi ile ailesi bazen camları kırık bir arabaya sığınmalarına veya bir evden diğerine taşınmalarına rağmen reddetti. Avustralya’ya varır varmaz da bana savaş biter bitmez Gazze’ye döneceklerini söylediler. Bazı yazarların, Gazzelilerin göçü konusuna pek de masum olmayan bir şekilde odaklandıklarını ve bunu İsrail’in başarısının ve direnişin yenilgisinin bir kanıtı olarak gördüklerini görüyorum. Böylece bunu, genel olarak direnişi ve özellikle de geçen yılki 7 Ekim operasyonunu hedef almak için bir gerekçe olarak kullanıyorlar. Gerçek şu ki, göç sorunu daha önce de mevcuttu. Sınır Kapıları Kurumu’nun Gazze Şeridi ile Batı Şeria sakinlerinden gidenlerle gelenlerin sayısı ile ilgili günlük olarak yayınladığı rakamları incelemek, bunu görmek için yeterli.”
Muhammed yorumunu şu sözlerle bitiriyor: “Filistinli gençlerin göç etme nedeni, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’yı yeni nesil için yaşanmaz hale getirmesidir. Hatta bazı insanlar Hamas’tan ya da Fetih’ten kaçmak için değil, iş ve hayat aramak için kendilerini denize attılar. Gazze fotoğraflarına yukarıdan baktığınızda eş-Şati, Nuseyrat ve Deyr el-Balah kamplarında evlerin aşırı kalabalık nedeniyle deniz kıyısına ulaştığını görürsünüz. Gazze’de 200 metrekarelik bir arsa almak istiyorsanız, çoğu bölgede boş arsa bulunmadığından size satacak kimseyi bulamazsınız. Gazzeliler Batı Şeria’da mülk satın alamıyor, hatta orada ikamet edemiyorlar. Bütün bunlardan ve barışın bir yanılsama olduğu anlaşıldıktan sonra, insanlar tüm bu boş konuşmaları inkâr ettiler ve kurtulma umuduyla hapsoldukları deponun duvarlarını yumruklamaya karar verdiler. İnsanları bunun için suçlayacak mısınız? Muhammed- Avustralya.”
Değerli okuyucunun bilgili bir takipçi olduğu açık ve net. Romancı, edebiyatçı ve gazeteci, hayalperest sanatçı ve direniş aşığı Gassan Kanafani’nin yaratıcı ruhundan yararlanması bunun açık kanıtı. Kanafani’nin “Güneşteki Adamlar” adlı romanının bir tankerin deposunda gizlenen kahramanları, çöl alevleri altında can verirken, ölümden kurtulma umuduyla deponun duvarlarını yumruklamışlardı. Okurun sorusuna cevabım kısaca; hayırdır.
Cevabım bugün de yarın da ve üzerime güneş doğup battıkça böyle kalacaktır. Ben kimseyi suçlamıyorum, kaldı ki, çocukluğumu geçirdiğim Beerşaba’dan kopup ailem ile Gazze’ye göç ettikten sonra, kaderimin gençliğimin yalnızlığına bir sığınak olmasını istediği, çocuklarımı büyütmem için güvenli ortam sunan bir gurbet ilinde ikamet ederken, nasıl böyle bir suçlamada bulunabilirim?
Nitekim daha önce de burada şöyle yazmıştım; Gazze’den, Batı Şeria’dan bir metre bile uzakta yaşayan hiç kimsenin, işgalci İsrail’in bombaları altında orada kararlılıkla direnenlerden acılarına acı katacak hamasetli taleplerde bulunmaya hiçbir şekilde hakkı yoktur. Bu ayıptır ve meselenin can alıcı noktasıdır. Ancak farkındalık ile karışık bir acıyla, Gassan Kanafani’nin kahramanlarını yakan güneş gibi yakıcı ve basit bir nedenden dolayı, 7 Ekim’den sonra Gazze’den çıkmaya itiraz etme payıma tutunmaya devam edeceğim.
İtirazımın nedeni de özetle, herhangi bir kitlesel göçün (eğer gerçekleşirse) her şeyden önce kesinlikle temelde kötü niyetli olan İsrail’in tam olarak hedeflediği şey olmasıdır. Bu konuya devam edeceğiz.
Şarkul Avsat / Bekir Uveyda