Liberal düşünürler mutluluk tatmin, fayda, iyilik gibi kelimeleri neredeyse eş anlamlı kullanıyorlar. Gerçekte mutluluk ve tatmin birbiriyle kesinlikle karıştırılmaması gereken kavramlardır. Liberal politikalar belirlenirken çok sayıda insanı “mutlu” edip az sayıda insanı üzecek şeyler ahlâken doğru kabul ediliyor. Meselâ yaşlıları, sakatları, akıl hastalarını yok etmek “doğru” olabilir çünkü bu sağlıklı ve genç olan çoğunluğun vergi yükünü hafifletir. Benzer şekilde bir miktar zenci köle çalıştırmak çoğunluğu “mutsuz” etmeyeceğine göre kölecilik yapılabilir. Avrupa’nın Afrikalı halkların kanları üzerine kurduğu büyük gördükleri medeniyetleri gibi.
Ekonomi’nin amacı sağlığı korumak değildir. Özetle parası olan, satın alma niyetinde olan bir tüketici kendisi için piyasada ne satın alırsa o şey/hizmet o tüketici için faydalıdır. İntihar etmek isteyen için yağlı urgan “faydalıdır”. Kiralık katil veya çocuk fahişeler de “faydalıdır”. Sefalet içindeki insanlar organ mafyasına böbreklerini satsalar böbrek fiyatları düşer meselâ. Piyasa kalplere, doğum tarihlerine ve düşlere aldırmaz.
Piyasa bir makinedir. Renksiz, kokusuz, milletsiz, dinsiz, ilkesiz, yasaksız, mecburiyetsiz ve ahlâksızdır. Çünkü var olma sebebi arz ve talebi buluşturmaktan ibarettir. Ekonomik anlamda “faydalı” olan her şey fiyatı ödendiğinde el değiştirebilir. Bunun için ne liberalleri ne de ekonomistleri suçlayamazsınız.
Bugün hem teknoloji hem de ekonomi çok üstün bir seviyede. En zengin dünyalılar en fakirlere oranla binlerce kez daha zenginler. Küreselleşen bir dünyada günde 1 dolara karın doyuran var, günde on binlerce dolar kazanan var. Gelişmiş ülkelere ananas uçakla taşınırken fakir halklar susuzluktan ölüyor. Elbette açlık, sefalet her çağda vardı. Ama bizim çağımızda iyi ve kötü ne varsa internet hızıyla dolaşıyor ve bulaşıyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya üretimindeki aşırı artışa rağmen, azgelişmiş ülkelerde yoksulluğun derinleşmesi ve zenginlik farkının hızla büyümesi, kapitalist üretim tarzının temel yasalarına ve mantığına uygundur. 1971’de Birleşmiş Milletler Örgütü, en yoksul 24 ülkeden söz ediyordu. Bu rakam 1980’lerde 42’ye yükseldi. Sanayileşmiş kapitalist ülkelerde kişi başına ortalama gelir, en az gelişmiş ülkelerin 50 katıdır. ve 1980’li yıllarda mutlak yoksulluk, nüfus artışından daha hızlı artmaktadır. Az gelişmiş ülkelerde yoksulluk artar, sefalet derinleşirken, bu ülkelerin küçük bir azınlığı hızla zenginleşmeye devam ediyor. O kadar ki, bu ülkelerin bazılarının “işbirlikçi burjuvazileri”, sanayileşmiş ülkelerin zenginleriyle yarışır duruma geldiler.
Bugün serbest piyasanın yarattığı toplumda gün geçtikçe insanlar daha çok yoksulluğun ve açlığın pençesinde kıvranmaktadır. Dünyanın bir bölümü israf üzerine kurulu tüketimi sürdürüp geliştirirken bir kısmı da bir damla suya bir kap yemeğe muhtaç durumdadır. Bireysel özgürlüğün getirdiği sosyal adaletin dünyadaki son yansıması da ancak bu kadarı olabilmiştir. Bugün yeterince beslenemeyen annelerin düşük yapmakta ya da prematüre bebekleri olmaktadır. Dünyada 925 milyon aç insan var. Her yıl açlık ve yetersiz beslenmeden 5 milyon çocuk ölmektedir. Afrika’da günlük geliri 1,25 doların altında olan nüfus %50,9 Güney Asya’da ise %40,3’tür. Dünya gıda ticaretini elinde bulunduran ülkelerin paraya verdiği değer açlığa, yoksulluğa karşı direnmeye verilecek olan değerden çok daha önemli hale geldiğinden ölümlerin de burada konuşulan sayısal veriler dışında dünya gözünde hiçbir anlamı da olamamaktadır. Yine evlerimize gittiğimizde düzgün çalışmakta olan televizyonlarımızı yeni modelleriyle değiştirme arzumuzla ya da x marka cep telefonuyla birlikte para karşılığı satın aldığımız saygınlığımızla ya da yoksulları göremeyeceğimiz şatafatlı sitelere taşınarak ve yoksulluğu göremeyerek yoksulluklara birey olarak çözümler bulacağız!
Venhar