“Malı topluyor ve onu sayıyor.” (104/Hümeze, 2)
İnsanı, en güzel şekilde (ahsen-i takvîm) yarattığını ifade eden Allah, aynı insanın, iman etmemesi ve salih amel işlememesi sonucu, hayvandan beter edildiği, aşağıların aşağısına (esfel-i sâfilîn’e) itildiğini bildirmiştir. Kişilikten ve imandan yoksun bir insanın adileşmiş, iğrençleşmiş halini tasvir eden bu tablo bir rezalet, bir dalalet tablosudur. İslam, yüce ahlaki değerleri gereği, böyle düşük ruhların halini şiddetle kınamıştır.
Kınanmasına aldırış etmeyen, kendini düzeltme ihtiyacı hissetmeyen, haram ve helal noktasında hiçbir kaygısı olmayan, insanlığı kendi tekeline almaya çalışan bu insanlık, artık başka bir dinin mensubu, başka bir ilahın kuludur. Malı çoğaltma dinine kul olmuş farklı bir insandır. Malı çoğaltmanın, insanı ölümsüzleştireceği zehabına kapılan insan için, artık faiz ve tefecilik, sıradan bir iş ve hatta helallik noktasına varılacak kadar masum bir alışveriş olmuştur.
Elimde bulunan Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları/86-B’nin basmış olduğu “Kur’anı Kerim ve Açıklamalı Meal” adlı kitapta Bakara suresi, 275-280 arası, faizle ilgili ayetlerin dipnotunda bakınız ne diyor; “Faiz yasağı İslam’ın kesin hükümleri arasındadır. Ve her çeşidi ile faiz haramdır. Ferdi ve ictimai zaruret halleri müstesna olmakla beraber bunlar devamlı değildir…” Şimdi bu “zaruret müstesna” ibaresini/şerhini koyanlar, elbette din adamlarıdır. Zaruret müstesna olunca, elbette zarurette tükenmez. Bu zaruretten yola çıkarak, tüketim toplumu oluşturmak ve ihtiyaç sahibi yapabilmek için, artık hiçbir engel kalmamıştır. Televizyonlarda, radyolarda, gazetelerde, dergilerde; bilboardlar’da, otobüs duraklarında, bina yüzeylerinde kısaca gözünüzü çevirdiğiniz her yerde bankaların faiz reklamlarını görebilirsiniz. Geleneksel bayram kredileri, ev kredileri, araba kredileri, ihtiyaç kredileri… İleride görmemiz mümkündür ki kurban kredileri, hac kredileri, zekât kredileri. Bu reklamları gören halk ise bunu içselleştirerek “faiz de tıpkı alışveriş gibidir” diyecek kadar sıradanlaşır ve üretilen ihtiyaçları alabilmek için geleceğini ipotek olarak bankaya vermekte hiçbir sakınca görmez…
Mutludur artık, malı çoğaltabilmek için herhangi bir engel kalmamıştır, sabah akşam durmadan hesap yapar, kazancını ikiye katlamanın hesabı onu uyutmaz bile. Evi iki’lemek iki ise üçlemek zarurettir, fabrikayı büyütmek zarurettir, arabayı değiştirmek zarurettir. İnsan, hevasının kulu olduğu müddetçe zaruret bitmez. Evi, arabayı, mahalleyi ve hatta hanımı dahi değiştirmeye kadar işi götürenleri biliyoruz.
Bu inanca sahip insanlar kendi bildiklerinin doğru olduğuna inananlardır. Çünkü Allah’ın bu konuda uyarısı var. Yaptıkları işi şeytan kendilerine süslü gösterir buyuruyor yüce rabbimiz… Mal biriktirme hırsının nefislerine hulul ettiği insanlar, bundan sonra ne yetim doyurur, ne de yoksulu gözetir. Ekabirleştikçe müstekbirleşir, ve azdıkça azar. Yüce Allah para sayan, mal biriktiren ve insanların hakkını gasp eden, daha fazlasının kendisinin olması için çalışan faizci, tefeci hümezelerden bahsederken bakın nasıl bir ifade kullanıyor.
“Faiz yiyenler ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar…” (2/Bakara 275)
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve eğer gerçekten imana ermişseniz faizden vaz geçin. Eğer böyle yapmazsanız Allah ve resulüne karşı harb/savaş açtığınızı bilin.” (2/Bakara 279)
Allah’a ve resulüne savaş açacak kadar kin ve öfke duymakla eş değer olan faizin neliğini anlayabilmek için, Peygamber (s) döneminde sermaye sahiplerinin, henüz deve sahibi birkaç kişiden ibaret olduğunu unutmayalım. Peygamberin (s) son veda haccında bu birkaç kişiden biri olan amcası Abbas’ın faizini on binlerin önünde ayaklar altına aldığını ve tüm tefecilere karşı bilakis savaş açtığını unutmayalım. Ne var ki o zamanın Ebu Sufyanları, Ümeyye b. Halefleri, Ebu Lehebleri gibi para tacirleri sıgaya gelseler de Peygamber’in (s) vefatı ile yeniden filizlenip öyle kök salıp dallandılar ki; günümüzde onların uzantılarını görmemek için, insanın sînesinin kör olması gerekir. Sadece isimleri değişmiş ancak büyüye bildiği kadar büyümüşlerdir. O kadar büyüdüler ki bu varisler, birçoklarının serveti yine birçok ülkeyi satın alabilecek kadar çoğalmıştır. Bu büyüme, tüm dünyada emek hırsızlığı olan ve Peygamberin (s) ayaklar altına aldığı faizle beraber gelmiştir.
İslam’da faizciliğe karşı duyulan nefret, o kadar fazla ki konuyla ilgili yukarıda bahsettiğimiz ayet buna delil olarak yeter zannındayım. Allah, ellerindeki sermaye ile tekelcilik yapıp faiz yiyenleri ve tefecilik yaparak başkalarının haklarını gasp edenleri şeytanın çarptığı Allah ve resulüne savaş açmış kişiler olarak belirtiyor demiştik. Allah ve resulünün bunca öfkesini ve tehdidini adeta alaya alan hiçe sayan sözüm ona fakihlerimiz, fetvaları karşılığı kendilerini bir anda sermaye ve iktidarın nimet Musullarında bulmuşlardır. Komik ve rezil görüşleri ile bir haramı yumuşatmışlardır. Mal mülk yığmanın cehennemi akıbetle sonuçlanacağını ifade etmekten imtina duyan günümüz belamları, Allah yoluna set çeken mütref sınıfının önünü açmış, mal ve paraya tapan bu mütreflerin daha çok kazanma, daha çok aldatma karşılığında sessiz kalmaları acaba hesabı verilemeyecek büyük bir son olmaktan başka nedir ki? Peygamber (s) kendi zamanındaki köle taciri Ümeyye B. Halef’in, sarı develer sahibi Ebu Süfyan’ın ve Ukaz’daki pazar esnafının tekrar önünün açılması için fetva vererek günümüzde dev petrol şirketleri, holdingler ve medya imparatorluklarına dönüşmelerini sağlayan bu Belam’ları görseydi ne yapardı? Bu faciaların Müslümanların pazarında kendi din adamlarının fetvaları ile var olduğunu görseydi, onlara karşı yaptırımı ne olurdu? Acaba Beni Kureyza’ya gösterdiği tepkiden daha yumuşak bir tepki gösterir miydi?
Ya da sessiz kalıp “la havle vela guvvete…” der, zamanımızın şeyhleri gibi postu kaptırmamak için her türlü taklayı atar mıydı?