Her Son, Yeni Bir Başlangıcı Müjdeler…
Amaç için hedefe yönelmek niyet ile başlar. Niyet, umutsuzluğa inat toprağa düşen ilk tohumdur. Her son, yeni bir başlangıcı müjdeler. ‘Hicret’ bunu temsil eden ders yüklü bir ibadettir.
Hicret, birçok amele öncelik arz eden eylemdir.
Hicrette hayat vardır.
Hicret, karamsarlığa teslim olmamak; diri kalmak, ruhları diri tutmak için gerçekleştirilen bir ibadet; bir nimettir!
Karanlığı delerek aydınlığa yürümektir hicret.
İnsanın dünyaya gelişi bir hicret olduğu gibi, bu fâni dünyadan ebedî âleme intikali de özünde bir hicrettir. Yine insanın, yaratılış maddesi olan topraktan gelişi ilk hicreti olduğu gibi, ölüm vesilesiyle toprağa dönmesi de bir başka hicretidir. Varlık âleminde her şey, her ân, bir şeyden bir başka şeye; bir hâlden bir başka hâle hicret etmektedir.
Düşüncede, inançta hicret, fiili hicrete niyet hükmündedir. Kezâ hicret, içe dönük yolculukla başlar. Bu yolculuk, haramlardan helâle, günahlardan sevaba, ataletten kıyama yürüme amaçlı olmalıdır. Gerçek hicretler, inançların, düşüncelerin yanlıştan doğruya yönelik değişmesiyle gerçekleşir.
Hicret, dâvete, dâvâya dar gelen mekânlardan, Allah’ın geniş arzına yöneliştir. Muhâcir, önce terk edendir! Terk edilen mekân değil aslında, mekânı kalınmaz kılan anlamsızlaşmadır. Muhâcirin yönü her ân anlama, değere dönüktür.
Hemen her Peygamber, “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz.”[1] dediğinde, şirkten ve müşriklerden ayrışmayı öncelikle hicrette görmüş, insanlık için rehberliği bu noktadan başlatmışlardı. Burada ayrışmanın önce itikadî, ardından fizikî alanda gerçekleştiği dikkate şayandır.
Muhâcir, daraltılan dünyayı genişletme; salt dünyaya bağlı bir algıyı uhrevî olanla anlamlandırma iradesini ortaya koyandır. Bu iradenin ortaya konulması, toprak ve ırk kutsayıcılığının reddedilmesiyle başlar, değerleri asıl merkezine yerleştirme ile sürdürülür. İşte bu yolculuğun adı Hicret’tir.
Yeniden diriliş için ölüm nasıl ki kaçınılmaz bir gerçek ise; öyle bir zaman gelir ki; fikrî ve zihnî diriliş için, köprüleri yakıp geriden umudu kesmek yani hicret etmek de kaçınılmaz olur. Bebeğin dünyaya gelme müjdesi, anaların doğum sancısından sonradır! Dâvâ için dâveti müjdeleyen her sancı, hicret ile çekmeye değer hicrân sancısıdır.
Hicrî takvim, vahiy eksenli tarih yazımının milâdıdır.
Hicret, öncelikle muhatap olunan bütün cahilî inanç ve düşüncelerden uzaklaşma ile başlar. Rasûlullah’ın (s) hicreti, bu anlamda mücadele ve dâvetin bütün aşamalarına renk ve yön veren mesajları muhtevîdir. Hicret, Mekke’nin darlığından Medînet’ül-İslâm’a yol alıştır. Medînet’ül-İslâm, öncelikle inançta tevhid ümmette vahdet zemini üzerine inşâ edilmiştir. Bu zeminin varlığı veya yokluğu sonraki sosyolojileri açıklayan öneme sahip bir husustur. Hicret, İslâm’a dâvet, teşriî faaliyeti ve İslâmî siyaset açısından bir dönüm noktasıdır.
Yaşanılan her mesele akidevî olmayabilir, ancak hiçbir mesele yoktur ki akideyle münasebeti koparılarak ele alınabilsin. Bu yönüyle hicret, hem akidevî hem de amelî boyutu olan bir ibadettir.
Müslümanlar için ahlâkın askıya alındığı bir zaman ve mekân dilimi yoktur. Müslümanlar için geri dönüldüğünde yaşanacak değil, gidilen her yerde ifa edilmesi gereken mükellefiyetler vardır. Bunu teminin imkânı hicrettir. Müslüman, yaşadığı zaman ve mekânla bütünleşir. Müslüman, zamanın çocuğu (İbnuzzaman) olmak yani gerçek zamanlı yaşamakla mükelleftir. Zamanın esiri olmak, içinde bulunduğu zamana uymak ise, bozulmaya razı olmaktır. ‘Zamane çocuğu’ olmayıp ‘zamanın çocuğu’ olmak! Mes’ûliyetin idrâkinde olup zamanı diri tutmaktır.
Hicret, sabredenlerin amelidir.
Hicret, tekrarlanabilir bir ibadet; dârü’l-küfr’den darü’l-emân’a her dem yürüyüştür.
Hicret, hâsılası bal olan zahmet; kişinin kendisiyle günahları arasına hicrân perdesi çekmesidir.
Hicret, arının bal yapmak için kovandan çıkma kararıdır.
Ve hâsılı hicret, yeniden uyanışı müjdeleyen bir ibadettir.*
[1] Mümtehıne, 60/4.
* Ramazan Yazçiçek’in “Bilgiden Bilince” kitabından özetlenmiştir.