Amerika Devleti, 4 bin yıllık sahiplerine rağmen Filistin’i, peydahlanmasının üzerinden yüz yıl bile geçmemiş olan İsrail’e altın tepsi içerisinde sunuyor. İsrail’in bu büyük devlet kuşundan dolayı başı dönüyor. Aslında tam olarak böyle de değil, tam olarak şudur ki ABD Filistin’i İsrail’e veriyor görüntüsüyle kendine veriyor. ABD, başkaları namına bir şey istiyorsa namerttir, ne istiyorsa kendisi için istiyor.
Yüzyılın barış planı diyor ama yüz yılın meydan okuması demiyor.
Kudüs gözü yaşlı, bakıyor çevresine, acaba bir ses yükselecek mi diye, durun, kımıldamayın! Buna benzer bir ses… Tık yok. İslam kelimesini atıf yapmaktan haya ettiğimiz coğrafyanın kiralık katilleri yaşmaklarıyla yüzlerini maskeliyorlar, Filistin’li Hanzala görmesin diye. Çünkü Kudüs’ü İsrail’e ABD değil, onlar peşkeş çekiyorlar.
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Arthur Balfour, 2 Kasım 1917 tarihinde Lord Rothschild’e bir mektup göndererek, İngiliz Hükümetinin Filistin’de kurulacak bir Yahudi devletine sonsuz destek vereceğini bildiriyor. Arthur Koestler Garaudy’nin, “büyük ihtimalle en iyi tarifi” dediği Balfour mektubunu tanımlamasında şöyle demiş:
“Bu öyle bir belgedir ki, onunla bir millet diğer bir millete üçüncü bir milletin toprağını büyük bir gösterişle vaat etmiştir. Üstelik kendisine vaatte bulunulan bir millet, daha millet bile değil, sadece dinî bir toplulukken ve toprak da, vaat edildiği sırada, dördüncü bir millete, yani Osmanlı’ya aitken…”
Aradan yüz üç sene geçmiş, ikinci dünya savaşından sonra İngiliz’in yerini, İngiliz’in devşirme torunu diyebileceğimiz Amerika almıştır. Amerika devleti Filistin’i bütünüyle hibe ediyor İsrail adındaki zangoçlarına.
İngilizlerin 1917’deki deklarasyonları tam bir meydan okumaydı, 2020’deki ABD deklarasyonu da tam bir meydan okumadır. Hoş meydan okunacak bir merci de kalmamıştır ya…
Doğrusu Filistin üzerinde güdülen tasarruf kararı çok ciddidir ama şunu bilmek gerekir ki bu çok büyük Filistin davası yeni değildir. Filistin üzerinde oynanan oyunlar ‘İslam Dünyası’ denilen bir mefhum üzerindeki her türlü inisiyatifi bütünüyle ele geçirmişliğin hikayesidir.
Filistin meselesi, imanını yitirmemiş bütün müminleri üzmektedir. Münferit olarak Müslümanlardan sesler duymaktayız: Kahrolsun İsrail, Filistin/Kudüs bizimdir bizim kalacak… Kimin malını kime bağışlıyorsun?! v.b. Sosyal medya bu gibi mesajlarla mevsimlik bir ağlama duvarına dönüşmüş durumda. Şu var ki bütün bu çıkışlar hepimizin yüzünde buruk bir tebessüme sebebiyet vermektedir. Çünkü bütün bunların, düşmanlarınca bir direğe bağlanmış olup, gözü önünde en mukaddes değerlerine saldırılan bir insanın tepkilerinden bir farkı görünmemektedir.
Peki ne yapmalı? Filistin’in batının katil devletleri tarafından bir kuduz şebekeye teslim edilmesine seyirci mi kalmalı? Hayır, asla! Asla ve kat’â! Filistin’in peşkeş çekilmesine sessiz kalınamaz ama burada şu gerçeği de unutmamak gerekir: Filistin bugün değil, 1967’de değil, 1948’de de değil, Theodor Herzl defalarca Payitahtta Sultan Abdülhamid’in kapısını çaldıktan sonra nihayet 1896 yılında görüşmeyi başardığında, dahası 1897 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde 1. Siyonist Kongre’yi topladığında kaybedilmişti.
Filistin hele de Şerif Hüseyin gibi Arap liderlere İngiliz devletinin, Arapça konuşan bütün milletlerin Osmanlı boyunduruğundan kurtulmalarını ve kendi seçecekleri bir hükümet tarafından yönetilmelerini arzu ettiği zokasını yutturduğunda kaybedilmişti.
Şimdi, tarihin dehlizlerinde mahpus, kazma darbelerinin kendisine ulaşmasını bekleyen yer altındaki maden misali, sonsuz kıymetteki milyonlarca bilgiden sadece bir katresini hatırlattıktan sonra şunu söylemek istiyoruz:
Filistin davası bir günde, bir gecede, bir tek deklarasyonla, bir tek kongreyle v.s. kaybedilmedi. Düşman hiç uyumadı, adım adım avını takibe aldı, ilmek ilmek uluslararası siyasi arenada kan kırmızısı kumaşını dokudu. Filistin’i kızıl elma edindi. Eğer biz müminler, ola ki yüzlerce yıllık derin uykumuzdan uyanmaya cüret edip de, Filistin davası için bir şeyler yapmaya niyetlenirsek, hiç değilse / en azından düşmanın takip ettiği siyasetten bir ibret kapabiliriz. Şöyle bir örnek verelim: Bir ülke işgal edildiğinde, işgal edilen ülkenin halkına düşen iş, hemen sokağa fırlayarak, işgalcilere rast gele, paldır küldür saldırmak mıdır? Yoksa işgalciyi defetmek, ülkeyi zulümden kurtarmak için örgütlenmek, planlı, projeli hareket etmek mi gerekir?
ABD kendini Müslüman olarak tanımlayan dünyaya alenen meydan okuyor. Bu bir meydan okumadır. Bu meydan okumayla Kasım Süleymanî suikastı ve MİT başkanını tehdit içerikli yayınların bir ilgisi var mıdır, düşünmek gerekir… Bu meydan okumaya karşı tek tük cılız seslerin bir kıymeti harbiyesi yoktur. Esasında mesele sadece Filistin/Kudüs meselesi de değildir. Değil mi ki biz Müslümanlar, yani son yüzyılların en acınası ümmeti Kitabımızı terk ettik, Nebimizi tüketim nesnesi yaptık, Allah’a olan imanımızı yitirdik. Dinimizden utanç duyuyoruz. Bu sebeple Din-i Mübîn-i İslam’ı çağın her türlü müptezel ideolojisini onaylayan bir hurafeye dönüştürdük. Biz İslam ümmeti düşünmeyi sevmiyoruz. Okumak baş ağrısı yapıyor. Okumak ve ilimde derinleşmek yerine, Filistin işgalcisi medeniyetin ürettiği akıllı telefonlardan Filistin işgalini püskürtmeyi deniyoruz.
Sözün özü biz önce Filistin’i neden, niçin ve nasıl kaybettik? Bu soruların cevabını aramalı, özellikle ‘niçin’ini iyi kavramalıyız. Bundan sonra, neler yaparsak Filistin’e tekrar sahip olabileceklerimizi düşünüp bulmalıyız. Karşımıza ilk önce muhtemelen, tıpkı Yusuf’un, kardeşlerine “Sizler Yusuf ve kardeşine neler yapmıştınız, biliyor musunuz?” sorusu misali, Kur’an’a, Elçiye, Filistin’e v.d. neler yaptığımız sorusu çıkacaktır… İşte o zaman “Yoksa sen Yusuf musun?” gibisinden suçüstü haletimizi ele veren karşılıklar vereceğiz.
Şunu söyleyelim ki, Şeyh Ahmet Yasin gibi çok sayıdaki şehidin şehadeti icabı olan Allah’ın hesabı gereği, Filistin’i satılık köleye dönüştüren küresel haydutlar bir gün kesin olarak devrilecekler, Semud ve Eyke halkı gibi dizleri üstüne çöküp kalacaklardır. Ama bu büyük davada her kim şerefyâb olmak istiyorsa, vakit geç olmadan, ayakları yere basan tedrisatlar yapmak durumundadır. Filistin sloganla değil, icraatla bizim olacaktır. Siyonistler İsrail terör devletini kurmaya giden süreci, “savaşıyoruz o halde varız” sloganıyla yönetmişlerdi.
Venhar
Mesele sizinde beyan ettiğiniz gibi sadece Filistin yada Kudüs meselesi değildir.!
Bütün İslam coğrafyaları, başta ‘Harem-i İsmetimiz Kabe işgal altındadır.
Mesele zihniyet meselesidir.İslam coğrafyalarının hiçbiryerinde Allah’ın hükümleri ile hükmedilmemektedir.
Dolayısı ile bütün mü’min lerin yapması gereken başlıca iş önce bulundukları yerde
Allah’ın hükümlerinin cari hale gelebilmesi için canla başla gayret etmeleri çalışmalarıdır.Tabiki buda sloganik söylemler ve eylemlerle olabilecek işlerden değildir.Öyle olsa buzamana kadar hep bu yapıldı ama değişen hiçbirşey yok zulüm sürgit devam etmektedir.
Kahrolsun Amerika,kahrolsun İsrail,kahrolsun Rusya vb kahır çekmelerle kimsenin kahrolduğu yok.Bu sloganları atanların çoğunluğunada,sesleri ençok çıkanlarınada bakıyorsunuz cahiliye ile ençok işbirliği içinde olan mankurtlaştırılmış yada kafa karışıklığı içinde olanzihniyetler.
Malesef ümmet bugünkü halini değişmedikçe (tabiki Kur’an’dakilerle) bu durum değişmez.
Ancak sizinde beyan ettiğiniz gibi planlı ,projeli ve örgütlü hareket ederek,Resullerin yolunu yol edinerek,diniAllah’ has kılarak ,Allah’ın desteğini görebiliriz.
Allah’ın dinine yardım edersek Allahcc bize yardım eder, O bize yardım ederse bize kimse galip gelemez.