Gündelik yaşamın nesnesi olarak varolmak insanı değerli kılmıyor. Asıl değerli olan şey insanın kendi gayretiyle kendi gündemini inşa edebilmesidir. İnsanın gündemi her daim ıslah üzere olmalıdır. Çünkü ıslah etmek demek işleri salih bir anlayış içinde düzene koymak ve herkesin hayrına olacak şekilde kullanıma sunmaktır. Bu işler bazen fikri bazen de ameli boyutta olabilir. Ne olursa olsun her iş salih bir anlayışla ıslah edici amacı taşımalıdır. Mümin ıslah ederken feraset, basiret, hikmet ve adalet vasıflarını her daim taşımak zorundadır. Eğer bu vasıflar kişide eksik olursa gündelik yaşamın kendisini çektiği tuzakları göremeyebilir ve akışa kapılarak gündemin nesnesi haline gelebilir.
İslam dünyası belli ki tarihsel sürecinden bir ders çıkaramamış durumdadır. Sünnisi ile şiası ile hâlâ bu tarihsel çatışmayı canlı, diri tutmaktadır. Aslında bu çatışmayı canlı ve diri tutmayı arzulayan yeryüzünde fitne ateşini yakan küfredenlerdir. Müslümanlar bu ateşi söndürüp ıslah etmeleri gerekirken sünnisi ve şiası gündemin nesnesi olması hasebiyle hâlâ bu fitne ateşine ellerinde kuru odunlarla koşmaktadır. Müslüman coğrafyalar küfredenlerin işgali ile kirletilmiştir. Belli ki amaç yalnızca bölgenin ekonomik kaynaklarını sömürmek değildir. Bunun yanında İslam dünyasına diz çöktürerek bu gücü yok etmektir. Zira İslam sömürü düzenine çomak sokacak tek güçlü medeniyettir. Oryantalistlerin Kur’an üzerine ve İslam kaynakları üzerine bu denli çalıştıklarını da hesaba katacak olursak tüm bu çabalar Batı’nın üstünlüğünün ilanı ve İslami düşüncenin çaresizliğini ortaya koyabilmektir. Özellikle tarihte varolan mezhebi çatışmalar ve bu çatışma üzerinde inşa edilen ulus devletler sürecin içinde içine düştükleri durumu yeterince tahlil edemediklerinden bugün birbirlerini tekfir edercesine birbirine karşı hasım kesilmişlerdir. Hatta “İslami düşünce” sahipleri de bu çatışmanın bir tarafı olarak diğer tarafa lanetler okumaktadırlar. Birbirlerinin ölüsüne karşılıklı olarak sevinmekte beis görmemektedirler. Bu ölüm kafirin elinden olsa bile sevinç duygusu değişmemektedir. Oysa müminler kardeştir ilkesi gereği eğer kardeşler arasında bir çatışma çıkarsa mutedil olan bir tarafın bu çatışmayı ayırabilmesi ve haksız olan taraf çatışmayı devam ettirirse haksız olana karşı birlikte mücadele etmeyi ilke edinen bir dinin müntesipleriyiz. Yani verilecekse bir ceza bunu kafire havale etmek değil de bizzat müslümanların vermesi gerektiğini biz bilmeliyiz.
Burada esas mesele aczimizi görme meselesidir. Biz müslümanlar olarak çatışma durumunda karşı tarafa söyleyecek sözü olmayan hatta bu çatışmayı doğru zeminde ölçüp tartacak liyakatten de yoksun olduğumuzu görmeyecek kadar kendimizde değiliz. Ama tarihsel çatışmanın verdiği gazla şov yapmayı ve karşımızdakine lanetler yağdırmayı da çok severiz. Şov yapmak kolaydır ama hikmet, feraset, basiret ve adaletle iş üretmek zordur. İnsan sarp yokuşu tırmanmayı göze alamaz ama iman eden herkes bu sarp yokuşu göze almakla yükümlüdür. Biz mümin kardeşler olarak her daim kardeşlik ilkesine sahip çıkarak inancımızın bize emrettiği yolda yürümekle mecburuz. Bizim işimiz sahada sürekli olarak kendi gündemimizi üretmektir. Kendi amellerinin öznesi bir varlık olarak kendimize gelmeliyiz. Algıların, manipülasyonların nesnesi bir varlık olmadan bilinç kuşanmalı ve bu bilinç ışıklarını karanlıkta yaşayanların üzerine tutmalıyız ki Rabbimize verecek düzgün bir hesabımız olsun.
İslamın şiası, sünnisi ya da bir başka mezhebî algısı yoktur olamaz. Bu sonradan konulan bir isimlendirmedir. Allah’ın Adem’e öğrettiği isimlerden değildir. Ama küfredenler bu sonradan isimledirilenler üzerinden tutuşturduğu fitne ateşiyle İslam topluluklarını birbirine kırdırmaktadırlar. İslamın temel dinamiklerine dokunmadan herkes farklı düşünebilir ve düşündüğü gibi de yaşayabilir. Bu bir çatışmayı gerektirmez aksine görüş zenginliğini ortaya koyar. Ama tahiyatta parmağını kaldırmıyor diye yahut abdest alırken topuğunda bir toplu iğnesi kadar kuru bir yer bıraktı diye insanı tekfir eden ve cehenneme yollayacak kadar aklını ve kalbini kaybetmiş bir kafa elbette bu tarihsel çatışmaya kucağında kuru odunla koşacaktır. İmamiyeti kabul etmedi diye karşısındaki müslümanı mümin kabul etmeyen kafa da aynı kafadır. Mesele bu kafaları artık terketme meselesidir. Sünni ya da şia sempatizanı olmadan aynı zamanda düşmanı da olmadan bilinç ışıklarını yakarak müslümanca bir mücadelenin neferi olabilmektir.
Venhar