Bilginin hüküm sürdüğü modern, seküler zamanlardan geçiyoruz. Artık dünyanın parsel parsel edildiği gibi, insanlık da parçalara ayrılıp en küçük birimi olan bireye mahkum edilmekte. Ümmet, cemaat, aile gibi hayatlarımızı şekillendiren kavram ve kurumlarımız yok artık. İnsanlığın bireye indirgenmesi de yeterli olmadı anlaşılan ki, bireyler de zihinsel, düşünsel bölünmüşlük içerisine bırakılmış durumdalar. Tamamen anlamdan uzak kendine(fıtrat) yabancı tutarsız hayatlar yaşıyoruz. Tek vazgeçilmezimiz haz ve menfaatlerimiz.
Aslında yaşamlarımız buram buram bilimsellik ve akıl! kokmakta. Hayatımıza dair her şeyimizi son derece planlı programlı, ölçüp biçerek gayet akıllıca halledebiliyoruz. Zamanın tüm nimetlerini sonuna kadar kullanmaktayız. Malum bu nimetlerin en önemlilerinden biri de “uzmanlar”. Her konunun, her işin artık uzmanları mevcut ve bilgi üretimini tamamen faydacı düşüncelerin yönlendirdiği bir dünya da pek de güzel işlerini yapmaktalar.
Sağlığın, eğitimin, inancın dahi sektör olduğu bir dünyada bu uzmanlar büyük resme hiç kafa yormasalarda kendi uzmanlık alanlarında son derece yoğun mesai harcamaktalar. Tabi ki amaç insanlığa hizmet etmek, iyiliğe, güzelliğe, hakikate giden yolda mesafe kat edebilmek!
Toplum olarak bu sistemi son derece benimsemiş sıkı sıkıya sarılmış durumdayız. Bilgi, insan hakları, demokrasi, liberalizm vb. kavramlar hayatımıza yer etmiş durumdalar. Dolayısıyla yaşamlarımızı da bu kavramlar belirlemekte.
İnsanlar artık hayatının her anına her alanına son derece ciddiyetle ve bilimsel olarak yaklaşıyor. Kendisine sunulan uzman görüşlerinden yararlanarak kararlarını alıyor. Hoş bazen çelişik durumlar olsada sistem işlemeye devam ediyor. Mesela bir dönem uzmanlar “önemli olan bilgi”dir diyor ve bunu topluma aktarıyorlar ve anında bilgi ve bilgi sahibi insanlar önem kazanıyor. Zamanla bu ”öğretmenlik kutsaldır”a dönüşüveriyor. Bir başka dönemde ise bilgi değil mühim olan “tecrübe”dir deniyor, eğitim sistemi ve aile yapısı sil baştan değişebiliyor.
Akla ve bilime dayalı eğitim sistemiyle nasıl çıkarcı, bencil bireyler olabileceğimizi öğretiyor; ekonomik yapısıyla, piyasa şartlarıyla nasıl bir işçi nasıl bir patron olacağımızı dikte ediyor(ki malum güzel bir bahane “ne yapalım piyasa şartlar böyle”). Tabiki din, inanç meselesini de unutmuyor. Çünkü insanların hallerinden memnun ve huzurlu! olmaları çok önemli. Bir başkasının özgürlüğünü kısıtlamadan, onu etki altında bırakmadan, onu rahatsız etmeden Müslümanca! yaşamayı anlatıyor, özgürce dinlerini öğrenmelerini sağlıyor.
Rahatça ibadet edilebiliyor artık, hayata hiçbir yansıması olmasada. Öyle ki okunan Kur’an’lar, kılınan namazlar, tutulan oruçlar, kesilen kurbanlar, verilen sadakalar onları şirkten, zulümden, fahşadan, faizden, yalandan, zinadan alıkoymuyor, ama mühim değil…
Maalesef hayatımız da böyle bir sistem hüküm sürmekte. Oysa iddiamız o ki “Lailaheillallah” Allah’ın tek egemen olduğu. Bunu ameli, sosyo-pratik hayattan politik yönetime kadar Müslüman’ın tüm hayatına dokuması, bu doğrultuda İslami bir kimlik inşa etmemiz gerekirken, hayatımızın etkisiz elemanı İslam olmuş durumda…
Venhar