Son zamanlarda, yazar çizerlerden akademisyenlere, dernek, vakıf, cemaatlerden sivil toplum kuruluşlarına kadar, devletin sopasını sırtlarında hissetmelerinin vermiş olduğu bir huzursuzluk gözlemlenmekte. Bu da ister istemez ‘yeniden bir 28 Şubat mı?’ sorusunu akıllara getirmekte. İçeriden yapılan değerlendirmelerde, muhafazakar iktidarın böyle birşey yapacağına ihtimal verilmeyip, üstüne toz kondurulmamakta, bu ihtimali işaret edenlere veryansın edilmektedir. Hatta yeni yeni kavramlar üreterek (muhafazakar muhalefet, omurgasızlık, entellektüel ahlaksızlık..) iktidar savunulmaktadır.
Özellikle 15 Temmuz’un hemen sonrasında devlet, ülkede faaliyet gösteren, legal ya da illegal bütün yapıları (özellikle dinî cemaat, vakıf, dernekler, STK..) mercek altına aldığı herkesin malumudur. Bu yapılara karşı, yavaş yavaş (ürkütmeden!)yürütülen operasyonlarda, sistemin kıstası bellidir ve bu çerçevede hareket edilmektedir; devletin adını koyduğu ve sınırlarını çizdiği, suya sabuna dokunmayan bir dini görüşü benimsemek.. demokratik-laik-seküler rejime tehdit oluşturmayan ama aynı zamanda şekilsel ibadetleri de bihakkın yerine getiren bir müslümanlık/cemaatçilik!.. Süreç içerisinde ise, bu çerçevenin dışına çıkanlar, merdiven altı! kabul edilip kapatıldı, marjinal ilan edilip susturuldu, yasadışı kabul edilip mahkum edildi.
Buraya kadar anlattıklarımız zaten sistemden beklenen tepkiler. Asıl sorun, müslümanların bu duruma gösterdikleri reaksiyonda! Hâlâ, ‘nasıl olurda muhafazakar iktidar böyle yapar, hayır yapmaz, yapmamalı, yapmıyor…’ gibi çıkışlar gösterenlerle, içeriden eleştiri getirip, iktidara, derhal kuruluş felsefesine dönüş çağrısı yapıp, hak, özgürlük, demokrasi, çoğulculuk gibi modern-seküler normlara davet edenler aynı zihin yapısına sahiplerdir.
Şu bilinmelidir ki, kurulduğu günden bu güne kadar, sistem/rejim, temelleri üstünde dimdik durmaktadır. Ayakta tutanlarsa bazen müslüman!, bazen demokrat, bazen kemalist olabilmekte, o oranda da toplum üzerinde, zaman zaman baskıcı, zaman zaman da yumuşak bir politika uygulanmaktadır.
Şu anki süreci de böyle okumalı, olması gerekenin yaşandığı unutulmamalıdır. Müslümanım diyenlerin, ne içeriden eleştiri geliştirmeye, ne de içeriden savunma yapma gibi bir tavrı olmamalıdır. O sadece İslam dairesi içerisinden olayları değerlendirip, hakkı ortaya koymakla ve yaşamakla mükelleftir. Aksi halde sistem içerisinde, kimlik ve kişiliğini kaybedecek ve adı da artık müslüman olarak anılmayacaktır.