Epeyce bir zaman önce aynı başlıkla bir yazı yazmıştım. O yazı ile bu yazının amacı birdir. Nedir? Daha önce söyledim, tekrar edeyim.
Birkaç haftadır süren yazılarda kırık-dökük de olsa “kapitalizm eleştirisi” yapılıyor. Ben konunun uzmanı değilim, bunu hem bizde hem Batı’da çok iyi becerenler var. (Bu yazıları dahi o zatların eserlerinden aldığım fikirler, hükümler ile kotardım.) Ben içine düştüğümüz çıkmazın (Kapitalizm’in kanunları) ne menem bir bela olduğunu bilelim diye malumu ilam da olsa tekrar-be-tekrar vurguluyorum. Çünkü kiminle dans ettiğimizi ya bilmiyoruz, yahut uyarılara kulak asmıyoruz, battı balık yan gider diyoruz. Ben de diyorum ki; elimizle, dilimizle düzeltemediğimiz bu güce bari zihnimiz ve kalbimizle “buğzedelim”. Günü geldiğinde bu ruh hali (Yani teslim bayrağını çekmemiş olmak) hepimize yol gösterir. Bu bir, ikincisi bu yolda (yani muhalif kanatta) imal-i fikredenler kendilerine yol arkadaşı bulur, daha bir heves duyarlar. Önce refik, sonra tarik denilmiş.
Biz kaldığımız yerden devam edelim
Hududullah’ı çiğneyip geçen zihniyet 1765 senesinde James Watt’ın “buhar makinası”nı icat etmesi ile (Aynı projede başka isimler de var) teknolojinin gücünü kuvveden fiile çıkardı. (Sermayenin egemen oluşu, dünya görüşünü ve hayat tarzını belirledi.) Eski dünyanın üretim tarzı (El emeği-Alın teri-Göz nuru) tarihe gömüldü. Aristokratların topraklarını kiraya vererek şehirlere gelmesi sonucunda “toprak ve kılıç soyluluğu” yerini “kıyafet soyluluğu”na bıraktı. Zenginliğin anahtarı topraktan paraya (Bilhassa kâğıt para) geçmişti. 1850’den itibaren makina yapan makinalar devreye girince iş iyice hızlandı, hemen herkes bir icat peşinde koşmaya başladı (Bilhassa ABD’de).
Fotoğraf ve telgraf, rotatif, daktilo, telefon, şimendifer ve fabrikalar. Bunun neticesi nesnellik, verimlilik, uzmanlık, ölçüm ve tabii ilerleme. Sermayenin gözünde insanlar “tüketici” olarak yer aldı. Bu gelişimin, yani endüstrinin insanı ezen, sömüren (ki sömürgeler oluşmuştu) tarafı eleştiri aldı. William Blake “karanlık şeytansı fabrikalar” diye yazdı. Bunun bizdeki karşılığı “gavur icadı”dır.
Teknoloji iş hayatını, eğitimi, yönetimi ve siyaseti etkiledi. Sermayecilik hür teşebbüsü getirdi. Rekabet sonucu tekeller doğdu. 1700’lerin başından itibaren merkezî devlet sermayenin denetimine girdi. Bu denetim sermayenin devlet dahil, tüm topluma kendi çıkarına dizayn etmesini sağladı.
(İdeal yönetim, hürriyet-eşitlik, demokrasi, parlemento, milli irade, kamu oyu, müsbet bilim, bugün kullandığımız tüm dünyada alternatifi olmayan bütün kavramlar 16-20. yy. sürecinde yerini buldu.)
Bu teferruatı burada keselim
Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya” adlı kitabına göz atalım.
Modernizm, şimdilik alternatifi olmayan bir teknolojinin açtığı yolda yürüyor. Tüm dünya onu takip ediyor. Bu yol dışındaki her yol batıldır, çıkmaz sokaktır, bahse değmez, karın doyurmaz, bilime aykırıdır. Varsa böyle bir iddia görmezden gelin, itibarsızlaştırın, çağdışı ilan edin, safdışı kalsın.
Artık dua yerine psikoterapi, okuma yerine televizyon, hafıza yerine bilgisayar var. Ara-sıra elektirik kesilip asansörde kalırsanız panik yok. Cep telefonu var.
Sanayi devrimleri insanlığa refah, zenginlik, haz ve hız getirdi. Zorluklar aşıldı, mesafeler kısaldı, hele “dijital çağ”a ulaşıldı ki; daha neler olacak neler. İnanılmaz şeyler. Robot teknolojisi ve yapay zeka geliyor.
Bu tablo karşısında yüzümü buruşturup, “Hadi ordan diyorum. Hayat size güzel”. Ele geçirdiğiniz konforun içinde kölelerin kanı var. Dünya nüfusunun yarısının kazancına 62 kişi el koyuyor. (Sayın Erdoğan BM’de söyledi bunu). Ve dünyada dakikada açlıktan kaç çocuk ölüyor. Bu mu adalet, eşitlik, kardeşlik, ilerleme, hürriyet,
Medenilik, çağdaşlık vesaire.
Bedduayı bırakalım ne yapmak lazım ona bakalım. Bundan yıllar önce yayımladığım “Huzursuz Bacak” adlı kitabımda “Kanaat Ekonomisi”nden söz etmiştim. “Tüketim ekonomisi”nin panzehiri olur diye düşündüm. Ben iktisatçı değilim, “kanaat” kavramını temel alan bir ekonomi nasıl olur bilemiyorum. İyi olur herhalde ama, günümüzde bu mümkün mü?
Şurası gayet açık; sadece alternatif ekonomi modeli ile yürümez bu gemi. Muhayyel de olsa Hududullah Çerçevesinde vücut bulacak bir sistem ister. O sistemin idaresi, siyaseti, hukuku, eğitimi vb. vardır elbet. “Kanaat ekonomisi” (Neyse o) sistem içinde mânâ kazanır. Geçmişle övünelim tamam, ama lütfen bugüne dönelim.
Bu sütunda yayımlanan beş yazı, işte şu son paragrafı zirketmek için yazıldı. Ne bende ne kimsede bir reçete olduğunu sanmıyorum. Yine de “Ne Yapmalı?” sorusu sorulmalı, cevabını aramalıyız. Tarihte bütün devrimciler bu soruyu sormuştu. Cevap bir ütopya olabilir. Yine de tatbiki nâkabil olmamalı. Her cevap bu yolda imal-i fikir için işe yarayabilir. Dünyada Küresel Sermaye’nin hegemonyasına razı olmayan binlerce muhalif zihin vardır. Onları gayrete getirebilir. Gayret bizden, tevfik Allah’tan.
Yumuşak başlı isek kimse bizi “uysal koyun” sanmasın. Ancak attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değmeli. Ve durduk yerde kimse nara atıp efelenmemeli. Yazının başlığı buna işaret ediyor. Başlangıç için “Eğitim şart” diyebilirsiniz. Ardından “Hangi eğitim?” diye bir yığın soru sorulacaktır. Kolay gelsin.
* Bu 5 yazı sonunda geldik “eğitim şart”a ulaştık
Teoman Bey, Çağdaş Küresel Medeniyet kitabının “Ümit” bölümünde bu eğitimin nasıl olması gerektiğini söylüyor. Oraya bakınız. İsmet Özel, “Teknik” yazısının son iki cümlesi şöyle: “Güçlü bir topluma ulaşıp onun Müslümanlaşmasına mı, Müslüman bir topluma ulaşıp onun güçlendirilmesine mi çalışacağız?” diyor.
(Burada bir güç temerküzü isteniyor.)
Cuma Mektupları 1’in sonunda “…. Müslümanların, gücün ne uğruna kullanılacağı konusunda bütün öteki yurtsever unsurlarla ortaklaşa bir anlayışa varmaları olduğudur. Bunun için her kademede “bilim kurulları” tesis edilmeli ve bu kurullar siyasi tavrın hangi verimlere açık olduğunu ortaya koyacak yeterliliğe ulaşmalıdır.” diyor.
Benim fikrim, eğitim için bir hiyerarşi, hiyerarşi için bir otorite(uhrevî-dünyevî)ye ihtiyacımız olduğu yönünde.
Gayret bizden, hepimizden.
Çok selam.
Yeni Şafak / Mustafa Kutlu