Ümit Şimşek’in yazdıkları doğruysa…
‘Uçan üniversite’, mucizevî bir olay; tarihin kaydettiği ender bir başarı hikayesi. (Ümit Şimşek, Uçan Üniversite, akıl-fikir yay. İst-2018).
‘Uçan Üniversite’, Polonya halkının köleleştirilmeye teslim olmama destanı oluyor. İşgalden işgal beğendirilen, şamar oğlanı misali Rusya-Prusya-Almanya-Avusturya arasında sürekli gidip gelen, bu dört devletin sofralarında tavuk kanadı gibi bölüşmelere nesne olmuş bir ülkenin destanı. Mutlaka her kavmin bir destanı vardır ama hepsi Polonya’nınki gibi olmasa gerektir.
İlk bölünme/işgal 1772’de olur. Prusya-Rusya ve Avusturya Polonya’nın bir kısmını aralarında paylaşırlar; yazarın ifadesiyle birbirlerine ikram ederler Polonya’yı. Direniş nafiledir. 100 bin Polonyalı can verir. Fakat akıllı/dirayetli bir kralları vardır. Ulusal Eğitim Komisyonu’na hitap ederken kurduğu şu cümle kralın ‘akıl rütbesini’ göstermektedir: “…Tanrı bizi terk etti demeyelim. Onun yerine, ‘Daha iyi günlere erişmemiz için tanrı bizi cezalandırdı’ diyelim.”
1795’te Polonya üçüncü kez saldırıya uğrar, Polonya diye bir ülke tamamen yok olur. Bu işgallerde katliamın haddi hesabı yok. Öldürülmeyenleri ise Sibirya sürgünü beklemektedir; gidenlerin ekserisi bir daha dönmemek üzere.
İşgalci ülkeler 1797’de yaptıkları anlaşmayla, Polonya Krallığını hatırlatacak her şeyin yok edilmesi kararını alırlar. Rus Çarı talimat verir: Polonya sözcüğü hiçbir kamusal belgede kullanılmayacaktır! Polonya’da 1830, 1846 ve 1863 yıllarında işgale karşı ayaklanmalar olur ama hepsinde de büyük kayıplar vererek bastırılırlar. Bu sonuncuda on binlerce kişi Sibirya’ya sürgün edilir. Ayaklanmanın önde gelenleri kilisenin surlarında asılır. Polonya üniversitesi kapatılır, eğitim tepeden tırnağa Ruslaştırılır. Polonya’lılık bilincini hatırlatacak her şey kökten silinip atılır. 1872’den itibaren ise Prusya işgali altındaki Polonya’da bütün okullar Almanlaştırılır.
Polonyalılar hiçbir batılı ülkeden umdukları desteği bulamazlar. Fransa’nın şair ve tarihçi Dışişleri Bakanı Lamartine, Polonya ile ilgili kanaatini açıklar: “Ölüler dirilmez.” Buna karşın, Polonyalı şair Mickiewicz, Polonya’nın halini, Hristiyan inancına göre İsa’nın çarmıhta ölmesinin ardından mezara konulduğunda, dirilip de göğe çıkmadan önce üç gün mezarda beklemesine benzetir.
Bu arada Polonya halkı tabi ki durmamakta, kaderine teslim olmamaktadır. Sürekli bir şeyler yapmanın arayışı içindedirler. Aradıklarını da hep bulmaktadırlar. Polonyalı şairler, edebiyatçılar, romancılar boş durmazlar. İşte Polonya’yı üç gün mezarda bekledikten sonra göğe uçuran şey, halkın yaşadığı acılardan neş’et eden edebiyatıdır. Sürgünler, göçler, katliamlar… Fryderyk Franciszek Chopin (ö.1849) müziği ile, Adam Mickiewicz (ö. 1855) şiirleriyle Polonya halkına sanki yeniden ruh üflemişlerdir.
Bu arada bir başka gelişme olur. Bu edebiyatçı romantiklere karşı pozitivist bir akım gelişir. Bunlar ‘organik çalışma’ adını verdikleri yöntemleri uyarınca, kahramanlık şiirlerinin hayalperestliğine karşı ‘akıllıca çalışmayı’ önerirler. Pozitivizmleri biraz farklıdır; Katoliklikten vazgeçmemiş olan bu akımın sahipleri, toplumun bir anda ve kuvvet kullanarak değil, tedricî bir gelişmeyle iyi bir yapıya kavuşturulacağına inanmaktadırlar. İşin en güzel yanı şu ki, romantiklerle pozitivistlerin görüş ve metot farklılığı, onları düşmanı bırakıp da birbirlerinin boğazına sarılmayla sonuçlanacak bir kavgaya sürüklemez. Bilakis kendi aralarında sessiz bir dayanışma içindedirler. Zaman içerisinde pozitivistler biraz törpülenerek, romantiklere yaklaşırlar. Onlar ‘silah’ olarak bilim, ticaret ve zenaati tanımaktadırlar.
Polonya edebiyatının öncülerinden Henryk Sienkiewicz’in (ö. 1916) 1882’de yazmaya başlayıp, altı yılda bitirdiği, üç bölüm halindeki 3500 sayfalık tarih romanı yüz yıl boyunca Polonya’da en çok satan kitapların başında yer alır. Yazarı asıl ünlü yapan, ‘Kovadis’ adlı romanıdır. 1900’e varıldığında sadece ABD’de bir milyon basılmıştır. Kitap Sienkiewicz’e 1905’te Nobel ödülü kazandırır. Bayan Eliza Orzeszkowa (ö. 1910) pozitivist yazarlardandır. Nieman Nehri Kıyılarında romanı büyük ses getirir. Marie Curie (ö. 1934) dünyada Nobel kazanan ilk kadın, Nobel’e iki defa layık görülen ilk yazardır.
Polonyalılar ısrarla kendi kültürlerini yaşatmaya, Ruslar da ısrarla Polonyalılık izlerini silmeye çalışırlar. Polonya’nın miladını Rus işgaliyle başlatırlar. Ruslardan önce Polonya da yoktur, Polonyalı da! Bu sebeple romantikler, milli kimliklerini kirletmemek için devlet kademelerinde görev almaktan kaçınmaları hususunda Polonyalıları sürekli uyarırlar.
Polonyalılar evlerini bir eğitim-öğretim yuvasına dönüştürürler. Sanki Musa ve Harun’a Allah tarafından emredilen, ‘kıblegâh evler’in tecellisidir yaşanan. Ya aile veya dostlar arasındaki düzenli eğitim seansları halinde, ya da yasadışı eğitim kurumları şeklinde örgütlenirler. Ruslar ise çocukları erken yaşlarda Polonya ailesinin elinden kapmak istemektedir. Evde eğitim faaliyetleri Rus yetkililere ihbar edilmektedir. Mesela bir muhbirin ihbarnamesinde “Jerzy Madeni memurunun kızı Maria Gonalska, kliniğin diğer tarafındaki sokakta, firmaya ait evde ders vermektedir” gibi cümleler geçmektedir. Herkes işini yapmaktadır.
1882 yılında Jadwiga Szczasinka-Dawidowa (ö. 1910) adındaki genç bir kadın, yüksek öğrenim görmek isteyen hemcinslerinin imdadına, kadınlar için düzenlenmiş bir yeraltı akademisi formülü ile yetişir. 200 kadar genç kadın kendilerine destek verenlerin evlerinde gizlice toplanmaya başlarlar. Varşova’nın önde gelen bilim adamı, felsefeci ve tarihçileri onlara ders verir. Ruslar bu faaliyetten doğal olarak haberdar olurlar ve ders veren hocaları Varşova’yı terk etmek zorunda bırakırlar. Rusların bu tavırlarına karşı Polonyalı kadınların tavrı adeta bir meydan okumadır: 1883’te artık fakülteleri, sınıfları, müfredatı, seminerleri, sınavları ve diplomaları olan adeta tam teşekküllü bir (yeraltı) üniversitesi vardır. Kampüsü, arsası, binası bulunmayan, Rus polisine yakalanmamak için evden eve ‘uçan’ bu üniversitenin adı ‘Uçan Üniversite’ olur.
Uçan Üniversite bu haliyle 1905 yılına kadar faaliyetine devam eder. O yıl yarı yasal hale gelir. Her yıl okula 2500 öğrenci kayıt yaptırır fakat Ruslar üniversite ve ‘Okul Ana’ zinciri üzerindeki baskılarını hiç hafifletmezler.
1916 Kasım’ında Almanya ve Avusturya Polonya Krallığı’nın bağımsızlığını ilan ederler. 9 Kasım 1918’de Polonya gerçekten bağımsız bir devlet haline gelir. Fakat daha 21 yılını bile doldurmadan yeniden Almanya’nın işgaline uğrar. (1939). İşgalin ardından Almanya, basını bütünüyle kontrol altına alır. Polonya ‘yeraltı devleti’ ise süreli ve süresiz pek çok yayınla kendi iletişimlerini sağlar. Kırk bin tirajlı ‘Bilgi Bülteni’ 1939’dan 1945’e kadar kesintisiz yayınlanır. ‘Gizli Ordu Yayınevi’ gece-gündüz demeden harıl harıl çalışmaktadır. Polonya halkına ayda 250 bin süreli yayın, 65 bin broşür ulaştırır. Köşe başlarında satılmak üzere Nazi gazetelerinin sahte baskılarını yapar. ‘Sevinç Postacıları’, yeraltı lağım kanallarından sürünerek geçmek gibi zorlukları göğüsleyerek, kendi halkına kendi istihbaratını sağlar.
Polonyalılar Nazi işgaline rağmen, onların burnu dibinde 2000 yeraltı okulu, bu okullarda eğitim gören 100 bin öğrenci ile faaliyete devam etmişlerdir. Yeraltı okullarında eğitim görenlerden biri de, Papa II. John Paul’dür (Karol Wojtyla). John Paul, üniversiteleri kapatılınca yeraltına iner. Gündüzleri taşocağında çalışır, geceleri evlerde tavan arasında diğer arkadaşlarıyla beraber kaçak üniversite derslerine katılır.
1953’te Stalin’in ölümü ardından Polonya halkı birtakım gösteriler yaparlar. Hükümet karşı tedbirler alır. 1961’de Stalin döneminin eğitim anlayışı yeniden getirilir. Devletin sıkı denetimi altında olmak koşuluyla dini eğitime izin verilir. 1961’de zorunlu eğitim sekiz yıla, 1973’te 10 yıla çıkartılır. İdeal yurttaş yetiştirme işini devlet şansa bırakmak istemez. 1982’de üniversite için YÖK çıkartılır. Tarih dersleri devletin çok ‘özel’ ilgisine mazhar olur. Polonyalı gençlerin formatlanması için tarih kitapları sil baştan yeniden yazılır. Her fırsatta Komünistler öne çıkartılır (mesela 1919-1939 dönemi). Polonya halkının kendi özgün çabaları belleklerden silinmek istenir.
Uçan Üniversitenin yeniden faaliyete geçtiğini 22 Ocak 1978 günü bir grup aydın, kendi kamuoylarına bir bildiri ile duyururlar. Devlet hemen harekete geçer. İlk dersi verecek olan hoca tutuklanır. Gündüzleri resmi okullara giden öğrenciler geceleri alternatif üniversite dersleri alırlar. Bu öğrenciler tamamen gönüllülük esasına göre gelmektedirler ve çok cesurdular. Rahatlarını ve istikballerini tehlikeye atmaları tamamen bilgi uğrunadır. Her türlü dünyevi etiket ve cazibeyi, konforu bilgi uğrundaki kaliteye tercih etmektedirler.
Bu ‘Sıradan insanlar’ nelere kadirdi… bunun cevabı, Çek yazar ve devlet başkanı Vaclav Havel’in şu satırlarındadır: “Şurası gittikçe aşikar hale geliyor: Görünürde güçsüz ama hak sözü haykırma cesaretini kendisinde bulan ve bütün kişiliği ve bütün hayatıyla sözünün arkasında durarak bunun için yüksek bir fiyat ödemeye hazır olan tek bir kişi, adı sanı bilinmeyen binlerce seçmene oranla, şaşılacak derecede daha fazla bir güce sahiptir.”
Komünizmin çöküşünden sonra Polonya bir kere daha kültür istilasına uğrar. “Ancak bu defa silahlar hiç konuşmadı. Memleket topraklarını askerler işgal etmedi. Darağaçlarından, sürgünlerden, kamplardan eser de yoktu. Gelen elini kolunu sallayarak geldi. Geldiği yerde de kendisini baş tacı eden bir ev sahibi buldu.” Böyle diyor Ümit Şimşek. Bu acı sonu yine Vaclav Havel’in sözleriyle özetliyor:
“Alkışlar gerçi hiçbir zaman tükenmedi. Sadece, başka tarafa yöneldi. İnsanlar, kendilerini yarım asır önce Sovyetlerin eline teslim eden Amerika’ya, yarım asır sonra Sovyetlerin elinden kurtaran bir dost olarak yöneldiler ve onun tarafından gelen her şeye kucak açtılar.”
Yasaklanan dillerini öğrenmek için her şeyi göze alan insanlar artık gönüllü olarak yabancı bir dili öğreniyor ve öğretiyorlardı. 19. yy. sonunda Ruslar Leh dilindeki dükkân tabelalarını polis gücüyle değiştirmişlerdi. Komünizm sonrasında ise insanlar bunu iyi bir şey olarak kendi istekleriyle yaptılar. Günlük hayat İngilizcenin istilasına uğradı. Amerikalılarla beraber McDonalds, Coca-Cola, Marlboro, sinema, televizyon, şiddet ve cinsellik geldi. Polonya’yı Polonya yapan Uçan Üniversite idi. Şimdi ise Polonya Amerika’nın ‘batmayan Uçak Gemisi’ olarak adlandırılıyordu. “Kendimize yeni bir ilah edindik; onun adı eğlence.” diyor, Çek edebiyatçı Ivan Klima.
Polonyalılar kendilerini sınırsız bir ‘özgürlük’ ortamında buldular. Artık mücadele edecek bir şey kalmamıştı…
Bu hikâye bana çok ama çok tanıdık geldi…
Bir gün bende okuyacağım inşallah. Anlattıklarınıza göre birazda bir yönüyle bizden bahsediyor galiba.
Allah razı olsun çabalarınızdan dolayı
selametle kalın
Kitabı okuyacağım inşallah. Dediğin gibi bu hikaye gerçekten çok tanıdık geldi.
Allah ecrinizi versin
selamlar
Üstad; bu güzel özet için teşekkürler. Bana bu kısa özetiyle çok şeyler anlatan kitabı okumak isterim.
Aslında özgürlüğün, direnişin, dirilişin, zulmün hikayesi hep aynı. Eğer inanmışsanız, korkmuyorsanız, bedel ödemekten kaçınmıyor sanız, yer üstüyle, yer altıyla tüm dünya mücadele (eğitim-öğretim ve savaş)alanıdır. Allah’ın Sünnetullah ı hiç bir inanç ayrımı gözetmeksizin işlemektedir. Asla onu kimse değiştiremeyecektir. Kahramanlar hiçbir zaman mağlup değildirler. Başta tek başına ümmet olan İbrahim (a.s)’a diğer tüm Rasüllere ve onların dava arkadaşlarına selam olsun.