İslam, benim için, güzel ve asil olan her şeyin diğer adıdır” demiş Merhum Aliya İzzetbegoviç. Samimi bütün Müslümanlar, İslami olduğuna inandıkları her olguyu aynı şekilde karşılamaya hazırlar. İslami Ahlak, İslami Adalet, İslami Ekonomi, İslami Finans.
Günümüzde, bireysel değerlerini finansa da yansıtan bir yaklaşım var: Etik Finans. (Responsive and Ethical Finance)
Sorumlu ve Etik Finans’ın İlkeleri, insana, doğaya, baskı altında ve dışlanma ihtimali olan geri kalmış bölgelere/sosyal gruplara yatırım yapmaktır. Fon tahsis ederken veya yatırım yaparken, cinsiyet, din, etnik köken ve vatandaşlık ayırımı yapmamak, parayı bir amaç olarak değil, insani hedeflere ulaşmak için bir araç olarak kullanmak ve yardım etme ruhuyla kararlar vermek olarak sayabiliriz.
Etik Finans, aldatmamak, kandırmamak, haksızlık etmemek, israf etmemek, kumar oynatmamak ve kumardan kazanmamak, uyuşturucu satmamak, saldırı silahları satmamak, çevreye zarar vermemek, tefecilik yapmamak, hayvanlara eziyet etmemek ilkelerini de içerir. İlaveten, bu ilkeleri önceleyen kurumlarla çalışmayı tercih eder.
Bu ilkelere, alkollü içki ve domuz eti üretim ve yasağı da eklersek, neredeyse, İslami ekonominin pek çok ilkesini içermiş olacağından; Etik Finans eşittir İslami Finans diyebilir miyiz?
HAYIR diyemeyiz.
Çünkü İslami Finans’ın merkezinde yer alan temel ilke: Faizsizliktir, faiz yasağıdır. FAİZ yasağı, İslam ekonomisinin ve finansının sadece sakındığı bir ilkesi değil; aynı zamanda İslamın KURUCU temel ilkelerinden biridir. İslam dininin kurucu bir ilkesi olduğu içinde bütün zamanlarda iyilik arayışının kalkış noktalarından biridir. Dünyadaki bütün finansal yaklaşımlar bir şekilde benzeş, hatta eşit bir niteliğe bürünebilirken; İslam Ekonomisi, işte bu faiz yasağı ilkesinden dolayı, biricikliğini, özerkliğini değiştirilemez ve dönüştüremez bir şekilde sürdürmektedir.
Faiz yasağı bir toplumun tamamını, ortaklaşmaya yönlendirir. Ekonomik riskleri, adeta bir şirketin hissedarları gibi aralarında bölüştürür. Borç esaslı bir ekonomi, ortak bir kaderi, borçlu-alacaklı çelişkisi, çatışması nedeniyle sağlayamaz. İslamın bu kurucu ilkesinin, insanlığı, bir iyilik toplumu olma yolunda yönlendirici nitelikte olduğu aşikâr.
TÜRKİYE’NİN FİNANSAL YAPISI
Türkiye ekonomisi yapısıyla, bankaları ve kurumlarıyla, dünyada, İslami bir ekonomik yapıdan, en uzak olan ekonomilerden biridir, denilebilir.
Birkaç örnek verelim: Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği TSPB’ye göre, bireylere ve şirketlere ait toplam finansal varlıklarımızın, yaklaşık olarak %70’i (altın dâhil) mevduat/katılım hesaplarında, %25’i Eurobond, Bono, Tahvil, Sukuk gibi sermaye piyasası araçlarında ve %5’i de pay piyasalarında değerlendirilmektedir. Yani, ortaklaşma ortamını ezen, borç-alacak dinamiği esaslı bir yapıdır. En yüksek oranda mevduat ve en düşük oranda pay piyasası niteliğiyle de, OECD ülkeleri arasında en çarpık ekonomik yapıya sahip ülkedir.
Sadece bireylere baktığımızda, durum daha da vahim: Mevduat %85’e yükselmekte ve pay piyasası da % 2’ye düşmektedir. Mesela bu oran Amerika’da %14’e %35, Kore’de %44’e %16 ve Fransa’da %28’e %21’dir. Sermaye piyasalarımız yeterince, pay piyasalarımız, neredeyse hiç, gelişememiştir.
Niçin bu durumdayız? Bu durumda olmak kaderimiz mi? Yönetimler faize hayran oldukları için mi bu durumdayız?
İki temel cevap var: Borç-alacak dinamiğiyle işleyen bir ekonominin merkezinde bankacılık olur. Güçlü bankalar da neredeyse bütün fonlara hükmederler.
Kanaatimce, yüksek enflasyonun tahribatı bankacılıktan daha önemli olgu. Enflasyonun yüksek olduğu ekonomilerde sermaye ve pay piyasaları güçlenemez.
Enflasyon burada da “en büyük kötülük” olarak devreye girmiştir.
Yüksek enflasyonun olduğu bir ekonomide, sermaye ve pay piyasaları gelişemez, sermaye ve pay piyasalarının gelişemediği ekonomilerde de İslami Finans gelişemez.
Diyanet işleri başkanının sigara haramdır fetvasının “illet” metodolojisi enflasyona uyarlansa; “enflasyon haramdır” denilebilir. Çünkü enflasyon, içinde islamın yasakladığı pek çok günahı barındırır: Hırsızlık, yoksullaştırma, zenginlere kaynak aktarma, gelir adaletsizliği, istikrarsızlık, işsizlik vs.
BİR İSLAMİ FİNANS’IN KURUMU OLARAK KATILIM BANKALARI
Türkiye’de İslami Finans, katılım bankacılığı ve tekafül sigortacılığı kurumlarını kapsar. Bu yazıda İslami Finans, katılım bankacılığı bağlamında irdelenecektir. Geçmişi 35 yıla dayanan katılım bankacılığının, Türkiye bankacılık sektörü toplamından aldığı pay, kamu katılım bankalarına rağmen, %6 civarındadır. Bu cesaret kırıcı ve aynı zamanda da anlaşılması güç durumun sebebi nedir?
Türkiye’de Katılım Bankalarının “büyüyememe” olgusunu, hatta eleştirilerini analiz edeceğiz.
Öncelikle “finans” kavramından ne anladığımızı açıklayalım: Bir harcama için şartları makul ve uygun fon kaynaklarını mümkünse tahsis, değilse başkasından temin etme sistem ve disiplinine finans diyebiliriz, basitçe. Konuyu biraz daha özelleştirirsek; ticaret ve yatırım amacıyla yapılacak bir harcamanın fon kaynağını uygun şartlarla temin etmektir.
Konunun uzmanları için basit gelecek ama örnekler anlaşılırlığı artırır: 100 birim değerinde bir yatırıma başlama kararı vermiş olan bir yatırımcının, bu yatırıma, sermaye olarak sadece 40 birim öz kaynak koyabileceğini varsayalım. Bu yatırım için bu yatırımcının başkasından 60 birim kaynak temin etmesi gerekir.
Bu kaynağı iki şekilde temin edebilir; borçlanır ya da ortak alır.
Borçlanmaya karar verirse; ya faiz ödemeye razı olarak nakit borç alır ya da vade farkına razı olarak satıcıya borçlanır. Satıcı/üreticinin yatırımla uyumlu uzun vadeli satış imkânı yoksa da gidip bir katılım bankasından, ihtiyacı olan ürünleri, MURABAHA yöntemiyle satın alabilir.
Ortak almak isterse de bunu iki şekilde yapabilir; ya süreli ve sadece bir tek bu iş için (işin niteliği tek seferliğe uygunsa) ortak alabilir ya da süresiz ve sınırsız iş yapma yetkisi olan, hepimizin bildiği, bir sermaye şirketi, mesela anonim şirket, kurarak ortak ya da ortaklar alabilir.
Dindar insanlar, hatta İslam hukuku uzmanları, yatırım ve ticaretin mümkünse ortaklık yöntemleriyle, müşareke veyamudarebe, olması gerektiğine; ancak zaruret halinde ve ortaklık yapma imkânı yoksa İslam hukukunun onay verdiği borçlanma yöntemlerinin kullanılmasının daha iyi olduğunu ima ederler. Çünkü İslami İş Yapma modellerinin temel felsefesi, “risk paylaşımı” esaslı olmasıdır. Risk paylaşımı da ortaklıkla, ortaklık nispetinde paylaşılır. Değineceğiz.
Yatırım ve ticaret finanse edilirken, satın almaların peşin yapılmasının avantajlı veya mümkün olmadığı durumlarda; vadeli satın alma yöntemiyle borçlanmayı da mümkün ve meşru kılan süreçler, İslam Hukukçuları tarafından tasarlanmış ve onaylanmıştır.
Dinen caiz ve ticari olarak da makul olarak addedilebilecek bu yöntemler, yine de, vadeli olarak satın alma yöntemiyle borçlanmak zorunda kalınış ve uzayan vade için satıcıya veya araya giren finans kurumuna ödenen kar paylarının; nakdi borçlanma yapılırken ödenen faizlere benzerliği, neredeyse bütün dünyada, dindar insanlarda, bazı soru işaretleri oluşturmaktadır.
Türkiye’de Katılım Bankaları, müşterilerinin talebiyle mal ve hizmeti peşin satın alıp, murabaha yöntemiyle onlara vadeli satmaktadırlar. Bu yönteme karşı yapılan “takva” ve “ihlas” eksenli eleştirileri, hoşnutsuzlukları, şikâyetleri ve hatta suçlamaları da irdeleyeceğiz.
KATILIM BANKALARI SİSTEMİ NASIL ÇALIŞIYOR
Katılım bankaları, bugün, 220 Milyar TL aktif toplamlarıyla, bankacılık sektörünün toplam aktifinden %5,5 civarında pay almaktadırlar.
Sistem kullanacağı fon kaynaklarını sermaye, borç, Murabaha Sendikasyonu/Sukuk’la temin edilen, ve, katılım fonlarıyla, kar ve zarara katılım esaslı, temin etmektedir. Sektörün öz kaynağı 20 Milyar TL, borcu 50 Milyar TL ve Katılım Fonu da 140 Milyar TL’dir. (Tüm rakamlar yukarıya doğru yuvarlatılmıştır)
Katılım Bankaları edindikleri fonların yaklaşık olarak %65’ini kredi olarak bireysel ve kurumsal müşterilerine kullandırmaktadırlar. Yöntem olarak da %95 oranında murabaha, resmi teknik adı tüzel kişilere kurumsal finansman desteği ve gerçek kişilere bireysel finansman desteği, tercih edilmektedir. Yani müşterilerinin satın almak istediği mal ve hizmetleri onlar adına satın alıp, onlara vadeli satmak. Sonuçta bir borç-alacak dinamiği oluşmaktadır.
Türkiye ekonomisinin borç-alacak dinamiğiyle döndüğünü yukarıda anlatmaya çalışmıştık. Türkiye’de tüm bankalar 5411 sayılı bankacılık kanununa tabidir. Katılım bankalarının bu dinamiğin dışına çıkması riskli olabilir ve/veya yararlarına olmayabilir.
Katılım Bankalarının Öz sermaye karlılığı mevduat bankalarına yakındır; yönetici ve personellerinin ücret ve özlük hakları da benzerdir; müşterilerinin de çoğunluğu ortaktır ve sunulan hizmetler ve fiyatları da benzeştir. Bu ekonomik ortam içinde, finansın doğasını dönüştürmek yönünde herhangi bir değişiklik arayışı ummak gerçekçi olmayabilir.
Bu yüzden tarih boyunca, daha fazla kazanmak için borç vermek ve başka çaresi olmadığı için borç almak isteyenlere; İslam Hukukçuları, ortaklık mümkün değilse, iki adımlı, iki aşamalı çözüm mekanizmaları geliştirmiş ya da onaylamışlardır
Tekraren, borç-alacak dinamiğiyle de olsa MURABAHA yöntemi İslam Hukukçularının geliştirdiği meşru ve yararlı bir yöntemdir. Bu olguyu tekrar teyit ederim.
Diğer eleştiri, nüfusun %99’unun Müslüman olduğu bir ülkede, 35 yıllık geçmişe rağmen sektörün büyütülememesidir. Öncelikle şunu söyleyelim, türü ne olursa olsun bankacılık, artık, yatırımcıların yatırım yapmak istemediği bir iş kolu durumundadır. Çünkü bankacılık sektörü, diğer gelişen bazı sektörler kadar, kazandırmamaktadır ve kazandırmayacaktır. Bankacılık 2008’den beri dünya çapında gerileyen bir endüstridir.
Bankaların verebileceği azami kredi hacmi kurallara bağlıdır, yani, sınırlandırılmıştır. Kolay bir örnek, her 100 TL patron sermayesi için en çok 700 TL nakdi kredi ve 300 TL gayri nakdi kredi verilebilmektedir. (Bu ilkeler daha karmaşık ve risk ağırlığı esaslı olarak işlemektedir, basitleştirdim) Bu örneği Katılım Bankalarına uyarlarsak; en çok 140 Milyar TL nakdi ve 60 Milyar TL Gayrinakdi kredi verebilirler. Yasa ve düzenlemeler daha fazla kredi vermelerine izin vermez. Kamu da yeni kurduğu katılım bankalarını, zorunlu en düşük sermaye miktarıyla açtı.
Bankalar, katılım bankaları dâhil, ancak sermayeleri kadar büyüyebilir.
SONUÇ
Katılım bankaları büyümeli ve İslami İş Yapma Tekniği olarak ortaklık ruhunu ve kültürünü tüm topluma yaymalıdır. Her ne kadar şimdiye kadar akademi, ilgili kurumlar ve katılım bankalarından ortaklaşa “müttefikun aleyh” bir öneri ortaya çıkmamışsa da; bunu sağlayabilecek bir kurum var: Devlet.
Borç-alacak dinamiği devam ettiği sürece, sistemdeki tüm bankalar katılım bankasına dönüşse bile, umulan başarı sağlanamaz.
Her şeyin başı enflasyonun düşürülmesidir. Düşük enflasyon ortamında, faiz ve kar payı gelirleri düşeceği için, tasarruf sahipleri, pay ve sermaye piyasaları yoluyla daha yüksek oranda kazanma yolları arayabilir. İslami finans da bunu hem yönlendirebilir hem de bundan yararlanabilir.
İstanbul, Dünya Finans Merkezleri sıralamasında 68.likten 59.luğa terfi etti. İslami Finans alanında dünyanın en iyi üç merkezlerinden biri olmak hedeflenmeli. Bu mümkündür. Aksi takdirde, sektör yöneticilerinin, “biz mevcut sisteme alternatif değil, tamamlayıcıyız” ifadesi, realitede de ilelebet sürebilir.
Dinin kurucu bir ilkesi olan faiz yasağı, Faizsizlik ilkesi, ima ettiği ve özünde mündemiç başarı potansiyeli ve iyilik imkânları dolaysıyla; Aliya İzzetbegoviç’in bahsettiği “güzel ve asil olan her şeyin diğer adı” nitelemesini hak ediyor.Bizim neyi hak ettiğimizi, çabalarımızın niteliği ve tutarlılığı belirleyecek.
MEHMET ALİ VERÇİN – KARAR