Bu 31 Mart o 31 Mart değilse de, bu sene Miladi takvimin 31 Mart’ı Türkiye için ‘uğursuz’ oldu. 31 Mart 2015 Salı günü Türkiye’ye bir kez daha, tarihinin en ‘karanlık’ günlerinden biri yaşatıldı. Hem hakiki, hem de mecazi anlamıyla bir ‘karanlık’…
Ülke genelinde -sadece iki il dışında- aynı anda elektriğin kesilmesi ve kesintinin yaklaşık dokuz-on saat sürmesi, kesintinin mahiyeti ve kökeni gibi nedenlerle, sanırım ülke tarihinde bir ilkti.
Aradan tam üç gün geçmesine rağmen, elektrik kesintisinin nedeni hala gizemini korumaktadır. Garip bir şekilde, hükümetten kesintinin sebebine yönelik neredeyse hiçbir açıklama gelmedi. Hükümet adeta lâl kesildi. Konuyla ilgili, dişe dokunur neredeyse tek açıklama, 2009-2011 yılları arasında TEİAŞ’ta yöneticilik yaptığı söylenen bir kişinin beyanatı idi. Gazetelerin internet sitelerinde yayınlanan, zikri geçen mesaja bakılırsa, TEİAŞ’a paralel örgüt üyeleri sızmıştır ve hükümeti zora sokmak amacıyla kesintiyi onlar yapmışlardır.
Başbakan, Cumhurbaşkanıyla birlikte yurt dışı gezisinde olan Enerji Bakanını, acilen geri çağırdıysa da, Bakan, sistemin çöktüğünü belirtmekle yetindi ve “Bu bizim istemediğimiz, sevmediğimiz bir olay” gibi sözlerden başka bir cümle kuramadı.
2 Nisan Salı günü Enerji Bakanından, ‘çok çarpıcı açıklama’ anonsu ile nakledilen açıklamada, üç santralin birer saniye ara ile devre dışı kaldığı, ardından elektriğin kesildiği; üç santralin bu şekilde devreden çıkmasının 86 bin dört yüzde bir ihtimalle gerçekleşen bir olay olduğu belirtiliyor, ardından ise sebebin hala çözülemediği ifade ediliyordu.
Kısacası hükümet, elektrik kesintisinin sebebini açıklamada acz içinde kalmıştır. Büyük ihtimalle ileriki günlerde olayın üzerindeki sis perdesi aralanacaktır.
Kanaatimiz o ki, elektrik kesintisi hükümete yönelik planlı bir operasyondur, bir nevi ‘terör’ eylemidir. Belki de bu operasyonu gezi eylemlerinin ‘artçısı’ olarak görmek isabetli olacaktır.
Elektrik kesintisi ile aynı gün İstanbul’da savcıya yönelik terör eylemi arasında bağ kuran tezleri yabana atmamak gerekir. Her iki olayın arkasında aynı iradenin bulunması kuvvetle muhtemeldir.
Elektrik kesintisi eylemini planlayanlar, öyle görünüyor ki, kimsenin aklına gelmeyecek bir noktayı keşfetmişler. Bu olay, hükümetteki rehavete dikkat çekmesi ve “su uyur düşman uyumaz” hikmetli sözünü hatırlatması bakımından, -şayet ders çıkartabilirse- bir yanıyla hükümetin lehine olmuştur. Demek ki, AKP’nin genelde şov içerikli, söylem ağırlıklı çıkışlarının, ülkede muktedir oldukları imajı veren tavır ve tutumlarının, pek de gerçekle örtüşür yanı yoktur. Bu olaylar, Hükümetin gerçek anlamda iş yapmaya yönelik bir otokritik yapması doğrultusunda önemli dersler içermektedir.
Demek ki ülkede, saniyeler içerisinde 86 bin dört yüzde bir ihtimallik hesaplamalarla hayatı felce uğratacak, ülkeyi ‘kaos’a sürükleyecek eylemler yapılabilmekteymiş… Benim gibi, elektrik kesintisinden, sırf elektriksizlik olarak, birtakım felsefi anlamlara binaen memnun kalanların olması, olayın siyasi boyuttaki ciddiyetine halel getirmemektedir…
Elektrik kesintisi şayet bir operasyon ise ve bu operasyonda ‘paralel örgüt’ ya da DHKP-C gibi başka taşeron örgütler rol üstlenmişse, aslında bu durum, hükümetin ‘paralel’le mücadelede başa döndüğünü, hatta ve belki daha da acı olanı, bu mücadelede bir fersah bile yol alınmadığını göstermektedir. Rivayete göre ‘paralel’in inlerine girilecekti ama görünen durum, biraz bunun tersi gibidir…
Bu saldırının ‘paralel örgüt’ tarafından yapılmış olabileceği yorumlarına dudak bükenler olacaktır. Lakin ‘paralel örgüt’ten ne anlaşıldığı önemlidir. Artık ‘paralel’in, basit anlamda bir cemaat meselesi olmadığını herkesin anlamış olması gerekmektedir. ‘Paralel’in dış bağlantıları çok önemlidir ve zaten -Din şöyle dursun,- kendi milli değerlerine hıyanet eden bir yapının, işbirliğine girmeyeceği bir alan, pazarlığa konu etmeyeceği bir değer düşünülemez.
Savcının Öldürülmesi
Elektriğin kesildiği saatlerde Türkiye, ondan daha vahim bir durumla yüz yüze geldi: Bir savcı rehin alındı ve öldürüldü. Terör eylemleri, 1 Nisan Çarşamba günü de devam etti. Sabah saatlerinde AKP Kartal İlçe Teşkilat Binasına saldırı yapıldı. Akşam saatlerinde ise İstanbul’da Emniyet binasına yeni bir saldırı düzenlendi ve bir kadın terörist vurularak öldürüldü, yaralı kaçan ikinci kişi yakalandı, kadın kılığındaki üçüncüsü ise o an kaçmayı başardı.
İstanbul’da adı ‘Adliye Sarayı’ olan ve sıradan insanlar için aşılması imkânsız kaleler gibi işlev gören devlet kurumunda, DHKP-C örgütüne mensup iki kişi, Berkin Elvan davasına bakan savcının odasına elini kolunu sallayarak kadar gidiyorlar, savcıyı rehin alıyorlar ve söylendiğine göre, yırt dışından birileriyle yaptıkları telefon görüşmesi sonrasında savcıyı öldürüyorlar. İki terörist de polis tarafından vurularak öldürülüyor.
Adliye binasında bir savcının bu kadar kolay rehin alınması ve öldürülmesinin, ilgili kurumların güvenlik zaafları v.b. açısından mutlaka eleştirilecek yönleri vardır fakat kuşkusuz olayın, bunun ötesinde anlamları bulunmaktadır.
Bu gibi eylemleri salt o anki hükümetin (ve devletin) zaafları noktasından eleştirmek çok sağlıklı bir yöntem değildir. Çünkü bahse konu olan, ‘terör’dür ve terör sinsi bir iştir. Unutmamak gerekir ki, karşınızda düzenli ordular değil, ‘düzenli’ sinsi güçler vardır. Terörle mutlak surette başa çıkacak ve hiçbir terörist eyleme izin vermeyeceğini iddia eden bir devlet yapılanması tasavvur edilemez. Şu var ki, Türkiye gibi ülkelerin teröre maruz kalması, bizatihi terör örgütlerinin gücünden kaynaklanan bir durum olmayıp, bunu, Türkiye ile hesabı olan, Türkiye’nin bazı ‘dost’larının Türkiye’ye yönelik politikaları olarak görmek gerekir. Eğer kastettiğimiz Türkiye’nin bazı ‘dost’larında Türkiye’deki gibi terör eylemleri olmuyorsa, bu, o ülkelerin dış bağlantılardan kurtulmuş, iç sorunlarını da büyük oranda halletmiş olmalarından dolayıdır. Yani Türkiye gibi ülkelerle, mesela bir Avrupa ülkesinin maruz kaldığı terör arasında kıyaslanmaz bir fark vardır.
Başta Hz. Ömer olmak üzere birçok Müslüman yöneticinin ve ABD gibi dünyanın jandarmalığını yapan ülkelerin başkanlarının da teröre kurban gittiklerini hatırlarsak, terörle ilgili gerçekler daha iyi anlaşılacaktır.
Elektrik kesintisiyle ilgili kullandığımız tespite bir daha başvurmamız gerekirse, Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın öldürülmesinin, Gezi eylemlerinin artçısı olduğu daha da aşikardır. Gezi eylemlerinde muhtemelen hükümeti düşürmek gibi, planladıkları hedefi gerçekleştiremeyenler, hem hükümetten, hem de bireysel olarak savcı Kiraz’dan intikam almak ve aynı zamanda kendilerince mesajlar vermek istemişlerdir. Savcıyı öldürmeleri, Berkin Elvan adındaki çocuk yaştaki bir gezi eylemcisinin derdinde olmadıklarının açık kanıtıdır. Taşeron örgüte bu işi sipariş eden büyük çaplı ‘müteahhit firma’, amaçları için en elverişli figür olarak Berkin Elvan adındaki müteveffanın ismini seçmişlerdir. Bu, belki de seçebilecekleri onlarca/yüzlerce isimden sadece birisidir. Zikri geçen eylemci çocuğun ve savcının sembolik anlamları bulunmaktadır. Savcı, imam-Hatip mezunu biri değil de, faraza Berkin Elvan’la aynı meşrepten birisi olsaydı, sanırım hedef seçilmesi mümkün olmazdı…
***
Öyle görünüyor ki, Savcının öldürülmesi ve İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yapılan silahlı saldırı girişimi gibi terör eylemlerinin ve elektrik kesintisi gibi terör ihtimali hayli yüksek müdahalelerin adresi doğrudan Hükümet ve Tayyip Erdoğan’dır. Aslında ‘Hükümet’ dediğimizde R. Tayyip Erdoğan da onun içinde düşünülmeli, ayrıca zikretmeye gerek olmamalıdır.
Artık Türkiye, her seçim öncesinde bu gibi provokatif olaylara aşinadır. Bu eylemlerin de yine yaklaşan seçimlerle ilgili mesajlar yüklü olduğu açıktır fakat bu gibi eylemlerle kesin olarak “şu hedeflenmiştir” türünden, nokta vuruşlu anlamlar çıkartmak da zordur. Çünkü yine Türkiye çok iyi aşinadır ki, her seçim döneminde bu gibi, dalgalar oluşturucu eylemler, zahirdeki hesapların tam aksi sonuçlar da doğurmakta, hatta ekseri böyle olmaktadır. Bu gerçeği, zikri geçen eylemleri yaptıran ana merkezlerin bilmemesi mümkün değildir. Kimi ‘ileri komplocu’ çevrelerin yorumladıkları gibi, sözünü ettiğimiz iki eylemde, seçimde halkın teveccühü artsın diye AKP’nin parmağının bulunduğu gibi tersinden komplo teorileri işte bu yüzden bazılarına cazip gelmektedir. Elbette, AKP değil ama AKP’nin daha uzun dönemler iktidarda kalmasını isteyen bazı ‘etkili’ merkezlerin savcının öldürülmesi gibi eylemleri planlamış olmalarına tamamen ‘sıfır ihtimal’ gözüyle bakmamalıdır.
Savcının öldürülmesinin, Türkiye’de mezhep savaşları başlatmak gibi bir hedefinin olması çok tutarlı görünmemektedir. Lakin hükümete ve Erdoğan’a bazı mesajların verilmek istendiği muhakkaktır. Belki bir ‘güç zehirlenmesi’ dönemi yaşadığı söylenebilecek olan Erdoğan’a, sayısal çoğunlukla, özgül ağırlık arasında zoraki bir ilişkinin olmadığı, yüzde elli değil, yüzde doksan dokuz çoğunluğun da, muktedir olmak için yeterli olmadığı ve belki de hiç olamayacağı, asıl muktedirlerin öyle ‘halk desteği’ filan olmayıp, özgül ağırlıklı destekler olduğu hatırlatılmak istenmiş olabilir. Suriye ve bütün Arap ülkeleri bunun tipik örnekleridir.
Sözünü ettiğimiz eylemlerin, çözüm sürecine, Cumhurbaşkanı olduktan sonra devlet aklıyla hareket ettiği izlenimi veren R. Tayyip Erdoğan’a özel bir mesaj olması da mümkündür; çözüm süreci bizim istediğimiz gibi olmazsa, çözümsüzlüklere hazır olun mealinde bir mesaj…
Sonuç olarak, yapılan bu terör saldırılarının ve karanlık eylemlerin hiç kimseye bir hayrı olmayacaktır. Biz Müslümanlar terör olaylarını asla tasvip edemeyiz. Zaten bir ‘hayır’ arayışında olmayan ülkeye bu olaylarla şer üstüne şer bulaştırılmaktadır. Birtakım insanların sırf ‘mesaj kurbanları’ olarak seçilmeleri de ayrıca çok üzücüdür. Bu gibi eylemler Türkiye’deki Tanzimat beslemelerinin net olarak görüntüye gelmelerini sağlamaktadır. En küçük bir olayda, içlerinde halka karşı besledikleri kin ve nefret dışa vurmaktadır. Paralel denilen örgütün kimi gazetecileri ile bazı ateist/ulusalcı gazeteci ve sanatçıların, beyanatlarıyla aynı potada buluşmaları, ‘paralel’ kavramıyla ilgili öğretici deliller sunmaktadır. Sırf muhalif oldukları hükümete olan hınçlarından, demokratik-laik, liberal ve ulusalcı nitelikli putlarını kemirmeleri oldukça tiksindiricidir.
Söz konusu eylemler ve terör olayları mademki her bir yere ‘önemli’ mesajlar vermektedir; (ülke siyasetindeki yetkililere değilse de), halka da şu mesajı vermiş olmasını umardık: Terör olaylarını ve sinsi planlamacıları (vesvâsi’l-hannâs) tamamen ifna edemezsiniz ama hiçbir iblisin / vesvâsi’l-hannâs’ın sizi zerre kadar sarsamayacağı bir toplum/ümmet oluşturabilirsiniz. Bunun için gereken bütün imkânlar size, şah damarınızdan daha yakındır. Allah size, ölülerin ardından ağıt niteliğinde okumanız için değil, işte bu gibi en ağır, en ciddi işinizi yapmanızı sağlayacak bir Kitap gönderdi. Haydi, ona biraz vaktini ayırın…
Müminler olarak Allah’tan sabır ve salâtla yardım istemeliyiz.