İlber Ortaylı’nın sunuşuyla başlayan Doğan Kitap’tan çıkan kitabın ilk satırları şöyle: “Nasıl söyleyebilirim ki gerçekte Yahudi inancı taşıdığımı… Hep susmak zorundayım, çevremdekilere başka inanç söylemeliyim, buna mecburum.” Bülbül Deresi Dönme mezarlığındaki bir mezar taşında da şöyle yazılmıştır: “Sakladım söyleyemedim derdimi gizli tuttum uyuttum.” Sabataycılık, Dönmelik ya da Avdetilik, hakkında en çok yazılıp çizilen, konuşulan fakat hakkında çok az şey bilinen dini ve toplumsal hareketlerden birisidir.
‘Suskunluğun Yükü’ adıyla dilimize çevrilen kitap sekiz bölümden oluşuyor. Cengiz Şişman tarafından kaleme alınan kitap 398 sayfadır.
Cengiz Şişman lisansını Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümünde, yüksek lisansını Temple Üniversitesi’nde Dinler Tarihi bölümünde tamamladı. Sabataycılık üzerine doktorasını Harvard Üniversitesi’nde yaptıktan sonra Türkiye ve Amerika’da çeşitli üniversitelerde dersler verdi. Halen University of Houston-CL’de Ortadoğu, İslam ve dünya tarihi dersleri vermektedir.
Sabatay’ın Mesihliğini ilan ettiği 1648 yılında Osmanlı Yahudi Cemaati en zayıf zamanlarını yaşamaktadırlar.
İlk zamanlar Sabatay’ın davetine pek katılım olmaz. Sabatay “gezgin bir Yahudi ruhanisi olarak” çeşitli Osmanlı beldelerini gezmeye başlar. Mora, Mısır, Edirne, Kudüs, Rodos gibi sonradan cemaat açısından da kutsal kabul edilecek bazı şehirleri dolaşır. 1665’te Kudüs’te Gazzeli Nathan’la tanışması, hareketin seyrini değiştirecek ve ona karizmatik bir nitelik kazandırdığı görülmektedir.
1665 Eylül ayında İzmir’e ulaşan Sabatay Mesihliğini ilan ederek kısa süre içinde Yahudi Cemaati’nin tepkisini çekecek işler yapıyor. Yasak olan bazı fiilleri, Mesih’in gelişi vesilesiyle kaldırıyor. Yahudi şeriatınca yasaklanmış yiyeceklerden yiyor, kadınları Tevrat okumaya çağırıyordu. Sabatay’ın Mesihliğini ilan etmesi ile Osmanlı Devleti içindeki Yahudiler arasında derin tartışmalar başlamıştır. Yahudi Hahamlar, Sabatay Sevi’nin Mesihliğine şiddetli tepki vermişlerdir. Yaşanan gelişmeler üzerine Osmanlı yetkilileri Sabatay Sevi’yi evvela Çanakkale’ye getirerek hapsediliyorlar. Sonra 16 Eylül 1666’da sadrazam, şeyhülislam ve bir rivayete göre padişahın da katıldığı bir mecliste yargılanan Mesih, eski bir Yahudi olan Hekimbaşı Mustafa Feyzi Efendi’nin tavsiyesi ile İslam’a geçiyor ve Aziz Mehmet Efendi adını alıyor. Yaşam ile ölüm arasında tercihe zorlanan Sabatay yaşamayı seçiyor. Sabatay Sevi ‘nin tercihi, etkileri günümüze kadar sürecek çift dinli inancı başlıyordu. Bu durum hareket içinde ciddi bir kırılmayı neden olmuştur. Pek çok takipçisi hayal kırıklığına uğrayarak Sabatay’ı terk ederken, küçük bir grup onu takip etmeye devam etti.
Bir süre Edirne’de yaşayan Sabatay, cemaat içinde ‘sır’ olarak da bilinen çift dinliliğin esaslarını bu süreçte belirliyor ve 1673’de Arnavutluk’ta Ülgün’e sürgün edildikten sonra da burada ölüyor.
Yazar, Sabatay’ın ölümü sonrasında cemaat içinde yaşanan boşluğu ve sonrasındaki olayları aktarıyor. Dönme ya da kendilerine verdikleri isimle ‘maaminim’ cemaati içindeki ilk ayrışma, Yakubilerin ortaya çıkmasıyla oluşuyor. Yakup Çelebi adlı bir cemaat ileri geleni Sabatay Sevi’nin kendisini vekil olarak tayin ettiğini bildiriyor. Bazı cemaat üyeleri ise Sabatay’ın tekrar zuhur edeceğine inandıkları için, onun başka bir surette tekrar dünyaya geleceği kanısındadırlar. Bu grup, Sabatay’ın ruhunun Osman adında bir bebeğe geçtiğine inandıkları için, sonradan bunlara ‘Osman Babacılar’ ya da ‘Kapancılar’ denecektir. Öte yandan bu grup içinde bir takım inananların Osman Baba’nın bazı uygunsuz hareketlerinden yola çıkarak onun seçilmiş insan olmadığı tezini ortaya atmasıyla da son büyük grup olan Karakaşlar doğuyor. Karakaşlar öğretilerini yayma açısından son derece isteklidirler. Kitapta en ilgi çekici konulardan biri, Müslüman cemaatinin içinde tarikat şeyhliğine ya da ilmiye sınıfının üst payelerine tırmanan dönmelerden bahsedilmektedir.
Sabatay Sevi’nin Mesih olarak tekrar yeryüzüne gelişine kadar dünyevi ve manevi anayasa olarak kabul edilen on sekiz emir Sabataycı mezheplerce kabul edilmektedir. Sabatay Sevi’ye atfedilen on sekiz emirde Yahudi dini unsurları bulunmakla birlikte hiçbir İslami esas bulunmuyor. Musa’nın kanunlarına tabi olmayı emreden on sekiz emirde Yahudi olmayanlar “Kelippa” olarak adlandırmakta ve asla onlarla evlenilmemesini, ilk vazifelerinin, Müslüman olma niteliğini taklit etmek, batini olarak tamamen Yahudi kalmak, inançlarının esasını yani dönme esaslarını ifşaa edeni öldürmek bile günah sayılmıyordu. Kitapta, dönme inançlarını cemaat dışından birilerine anlatanları veya dönmelikten vaz geçip samimi Müslüman olanlara işkence yaptıkları veya öldürdükleri anlatılmaktadır. On sekiz emirden bir tanesi iki isimli olmaları istenmektedir. Birincisi Türkçe bir isim diğeri kendi aralarında bilinecek Yahudi bir isim olmalıdır. ‘Günde iki defa yaratıcın adının aklınızdan geçirin’ denilmektedir. Yine on sekiz emir içerisinde ilkelerden bir tanesi şöyledir: “Tanrıya inançta özenli olacaklar. O tanrı ki tektir ve birdir. O’ndan başka tanrı yoktur ve mülk O’ndan başka hiçbir hâkime ya da yöneticiye ait değildir.”denilmektedir. Dönmeler, cennetin Meammim ve İsrailliler için yaratıldığına inanmaktadırlar. (Meammim dönmelerin kendileri için kullandıkları bir terimdir. İnananlar, müminler anlamına karşılık gelimektedir)
Bugüne kadar gelen görünür tek Dönme mabedi Selanik’te bulunan ve bir İtalyan mimara sipariş verilen, içinde ve dışında Yahudi inancına dair güçlü bir sembolizmi de barındıran Yeni Cami’dir. Yazar hem Selanik’teki hem de İstanbul’daki mezar alanları hakkında detaylı bilgiler veriyor. Karakaş ve Kapancı cemaatlerinin daha ziyade Üsküdar’daki Bülbülderesi Mezarlığını, Yakubilerin ise Feriköy kabristanını tercih ettiklerini buradan öğreniyoruz. Mezar taşlarındaki figürler ve bunların yorumu da yine kitabın ilgi çekici kısımlarından.
Yazar, süreç içerisinde cemaat içinde ayrışmalardan bahsetmektedir. Bu dönemde özellikle cemaat içindeki gençler Mason Localarına ya da İttihat Terakki Cemiyeti’ne girerek alternatif kardeşlik gruplarına katılıyorlarmış. Sabataistler arasında sekülerleşmenin arttığı belirtilmekte, bu sekülerleşmenin temelinde cemaat mensuplarının tesis ettiği okullar olduğu vurgulanmaktadı. Çağın şartlarına göre son derece modern eğitim veren bu okullar, hem cemaat gençlerinin en iyi şekilde yetişmesine hem de cemaat içindeki yapıyı sorgulamasına vesile olarak paradoksal bir duruma sebebiyet vermiştir. Kapancıların tesis ettiği Terakki Okulu ile Karakaşların tesis ettiği Feyziye Okulu kısa süre içinde bir rekabet içine girecekler, Cumhuriyet zamanında da bu rekabet İstanbul’a taşınacaktır.
Yazar kitabında, Türk okuyucunun ismini sıkça duyduğu ünlü bir Dönme, Kapancı Şemsi Efendi’nin (Shimon Zwi) okulundan söz etmektedir. Yazar, Şemsi Efendi’nin okulunun ilk modern müfredatla eğitime başlayan okul olduğundan bahsetmektedir. Şemsi Efendi’nin okuluna giden ünlüler arasında Mustafa Kemal, Nuri Conker, General Galip Pasiner vardır. Şemsi Efendi’nin Okulu hem geleneksel Dönmeler, hem de onu sınıflarında kâfirlerin yöntemlerini kullanmakla suçlayan Müslümanlar tarafından sürekli saldırı altında kaldığı anlatılıyor; “Dönme okulları dönme çocuklarının birbirine karıştığı ve topluma açıldıkları doğal bir çevredir” dedikten sonra yazar ” bilebildiğimiz kadarıyla Selanik’teki okullar neredeyse tamamı dönme çocuklarına hizmet etmektedir. Ancak başka şehirlerdeki dönme okulları herkese açık olmuştur.” demektedir. Yazarın bildirdiğine göre Selanik’ teki okullara devam edip dönme olmayanlara dair bulabildiği tek örneğin Selanik doğumlu yazar Münevver Ayaşlı’nın hatıralarında, yakınlarının 1890’larda Şemsi Efendi’nin okullarına gittiğini yazdığı söylüyor.
Yazar kitabında Mustafa Kemal’in öğrenim hayatında dört tane Dönme öğretmeni olduğu bilgisini de okuyucuya aktarmaktadır.
Yazar bu okullarda okumuş ailelerin çocuklarının Osmanlı son dönemlerinde ve Cumhuriyetin kuruluşunda önemli rol oynayan Dönmeler olduklarını belirtmektedir. 1880’lerde Türk hükümet memurlarının çoğu dönmedir. Kitapta şöyle bir anekdot göze çarpmaktadır; “Eğer pazarda küçük bir kulübe içinde bir paşaya veya bir vergi tahsildarına herhangi bir konuda arzu hal iletmek isteyebilecek, okuması yazması olmayan köylü için bir şeyler yazan sarıklı bir kâtip görürseniz, emin olun ki o bir dönmedir.”
Selanik en yoğun Dönme nüfusuna sahip şehirdir. Dönmeler şehrin belediye başkanlığını hep uhdelerinde tutarak şehre ayrı bir ruh katmışlardır. Selanik Dönmelerinin evlerinin aynı mahallelerde olması, evler arasında gizli geçitlerin olmasına özel önem verilmiştir.
Kitapta, Dönmelerin Müslüman sufilerle olan ilişkileri detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Dönme cemaati mensupları arasında Yenikapı Mevlevihane’sinin şeyhliğine kadar çıkan Mehmet Esad Dede gibi isimler de vardır. Mehmet Esat Dede ünlü Dönme ‘Bezmen’ ailesine mensuptur.
Tarikatlarda etkin olan Dönmeler arasında Mehmet Esad Dede en ilginç olanıdır. Mehmet Esat ilk eğitimini bir Dönme öğretmeninden almıştır. Öğrencileri ile paylaştığı bir hikâyeye göre, Mehmet Esat çocukluğu sırasında hayatının akışını değiştiren bir rüya görmüştür. Rüyasında karanlık bir kuyuya düşmektedir. Hz. Muhammed gelir ve kendisini kuyudan kurtarır. Bunun üzerine Mehmet Esat İslam’la müşerref olur. Sonra Mevlevi tarikatına girer ve ardından şansını 20. yüzyılın başında en etkili Mevlevi şeyhlerinden birisi olacağı İstanbul’da arar. Önce Yenikapı Mevlevihane’sine sonra da Kasımpaşa Mevlevihane’sine şeyh olarak atanır. İlerleyen yaşlarında rüyasını müritleriyle paylaşan Mehmet Esat Efendi, gerçekten İslam’a döndüğü konusunda güven vermeye çalışmıştır. Müritlerinden bazıları Hüseyin Vassaf, Ahmet Avni Konuk, Mehmet Akif Ersoy ve Tahir ül Mevlevi’dir. Çeşitli camilerde ve medreselerde şiir, Arapça ve Farsça öğretmiştir ve İbni Arabi’nin Fusus ul Hikem’i ile Mevlana Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’si hakkında şerhler yazmıştır. Mesnevihal olarak bilinir. İsminin sadece tarikatın velileri arasında değil ulema arasında da sayılması şaşırtıcı değildir. Çünkü Selanik ve İstanbul’da medrese okumuştur. Mehmet Esat ailesi ile bağlarını hiç koparmamıştır. Ailenin torunlarından olan Pamir Bezmen, Mehmet Esad’ın büyükbabası Halil Ali Bezmen’in bürosuna her ay uğradığında cep harçlığını aldığını aktarır. Yazarın belirtiğine göre dönme Kapancılar ile Mevlevilerin bağları aşikâr olmuştur. Mevlevi şeyhlerinin çocukları Terakki Mekteplerinde bedava eğitim almışlar ve bu okulların açılış törenlerine şeyhlerde katılmışlardır. Yine kitaptan öğrendiğimize göre Bektaşiler arasında da çeşitli ünlü dönmelerin olduğu belirtiliyor.
Yakubiler Melamilerle, Kapancılar Mevlevilerle ve Karakaşlar da Bektaşilerle temas içindedirler. İttihatçılar ve dönmeler arasındaki ilişkiye de kitapta yer verilmiş. Mithat Şükrü Bleda, Cavit Bey, Dr. Nazım gibi isimler İttihatçı hareketin merkezinde yer almışlardır.
Kitapta ayrıca Türk milletinin efsane atası Oğuz Kağan ile Zülkarneyn’in tek ve aynı kişi olduğunu söyleyen yazar bu kişinin İbrahim peygamberin oğlu İshak’ın kızlarından biriyle evlendiğini ve Türklerin de İbrahim ve İshak soyundan geldiğini yazarken Arapların İsmail soyundan geldiğini ekliyor… Yazar konuyla ilgili bu inancın Vani Efendi’nin ‘Arais’ adlı eserinden geldiğini ekliyor.
Dini bayramlar ve takvimler Dönmeler tarafından yeniden düzenlenerek, cemaatin diri kalmasına önem veriyorlar. Kitapta şaşırtıcı bir şekilde Dönmeler arasında “mum söndü” olayından bahsedilmektedir Yazar, kitabında dönme grupları arasında Kuzu Bayramının kutlandığı “mum söndü” olayından şöyle bahseder: “Kuzu Bayramı, Dönme bayramları arasında en ihtilaflı bayramdır. Karakaşlar ve Yakubiler bu bayrama farklı isimler verir. Bayram şu şekilde kutlanır: Mart ortalarına denk gelen 22 Adar gecesi, çiftler bir araya gelir ve törensel bir tarzda çeşitli ritüeller gerçekleştirir. Yemek masasındaki en önemli yemek simgesel gerekliliklere göre özenle seçilen mevsimlik kuzudur. Yemeğe şarkılar, ilahiler, dualar ve içki eşlik eder. Sıkça tekrarlanan söylentilere göre, gecenin sonunda, ışıklar söndürülür ve rastgele eş seçilir. O gece rahme düşen çocukların kutsal olduğuna ve Mesih olacağına inanılır.” Dönmeler arasında “mum söndü” olayının yakın zamanlara kadar devam ettiğini “Evet Ben Selanikliyim” kitabının yazarı, aynı zamanda Dönme Kapancı Şemsi Efendi’nin torunu Ilgaz Zorlu’nunda bahsettiğini, Zorlu’nun Dönme çevrelerce bu konuda susturulduğu belirtilmektedir. Dönmeler arasında “mum söndü” olayı, Yahudiler tarafından sapkınlık olarak nitelenip bu sapkınlıktan doğan çocukların piç oldukları fetvası verildiği yine kitabın konuları arasında yer almaktadır.
Yine kitaptan öğrendiğimize göre Yahudiler, Dönmeleri Yahudilikten irtidat etmiş sapkın bir grup olarak gördükleri anlaşılıyor. 1914 tarihli bir genelgeye göre, İstanbul Başhahamı Dönmelere karşı hala geleneksel Yahudi yaklaşımına sahipti ve onları ahlaksızlık, cinsel sapıklık, kâfirlik, onursuzluk, samimiyetsizlik, zındıklık, hilekârlık, şarlatanlık, mali yolsuzluk, ahlaksız çıfıtlık ile suçluyordu. Yine tarihçilerin bildirdiğine göre dönmelerin cinsel anarşi içinde yaşadıklarını, eş değiştirdiklerini ve evli kadınlarla ilişki kurduklarını belirtiliyor.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan arasında mübadele anlaşması gereği komisyon kuruluyor. Türk komisyonunun başkanlığına Dönme Tevfik Rüştü Aras mübadele komisyonun başkanı yapılıyor. 1923 yılın Kasım ortası ile Aralık sonuna kadar dönmelerin ağırlık olarak yaşadıkları Selanik ile çevresinden 50.000 kişi göç ediyor. Temmuz 1924’te bu sayı 100.000’e çıktı. Mübadele komisyonunun Dönmelerden oluştuğu göz önüne alınacak olursa Dönme muhacirlerin çoğu, İstanbul, İzmir, Ankara, Manisa, Denizli, Muğla, Balıkesir, Samsun, Antalya ve Giresun gibi kentlere yerleştirildiği görülüyor. İzmir bölgesinde Dönmeler Karşıyaka, Bornova, Alsancak ve Konak gibi ilçeleri tercih ediyorlar. İstanbul’a yerleşen Dönmeler ise daha çok Nişantaşı, Şişli, Teşvikiye gibi seçkin semtlere yerleştiriliyorlar. Dönmeleri Teşvikiye ve Şişli semtlerine çeken nedenlerden birisi, Selanik’teki Yeni Cami’yi andıran Şişli ve Teşvikiye camilerinin varlığıdır. Teşvikiye caminin bodrumunun 1980’lere kadar özel cenaze törenleri için kullanıldığı iddia edilmektedir.
Kitabın son bölümünde Modern Türkiye’nin kurucu elitleri olarak Dönmeler ve Mustafa Kemal başlığı altında yazar okuyucuya kıymetli bilgiler veriyor. Mustafa Kemal’in sözde Dönme kökeni hakkındaki tartışmaların 1920’lerin başlarında Türkiye sınırlarını aştığını yabancı basından, 1919’da New York Times, 1920 yılında The Times gibi önemli Batılı gazetelerde konu edildiği anlaşılıyor. Mustafa Kemal’in batılı yayın organlarında bahsedilen dönme kökeni ilgi malumatlar verildikten sonra, “işin ilginç tarafı Mustafa Kemal’le ilgili bu tür söylentilerin yer aldığı bu kadar erken tarihli herhangi bir Türkçe kaynak yoktur elimizde” denilmektedir. Yazarın, Batı basınından Mustafa Kemal’in kökeni ile alakalı alıntılardan bir tanesi şöyledir: “ … Mustafa Kemal Paşa, Muhammed’i olmuş bir İspanyol Yahudi’sidir. Babası Yahudi’ydi. Yahudi dönmesiydi. Kemalpaşa şimdi bir Muhammedîdir. Ancak kanı söz konusu olduğunda, bir İspanyol Yahudi’sidir. Mavi gözlü ve açık saçlıdır. Onda Türklükten herhangi bir iz yoktur.”
Yazar, Mustafa Kemal’in kökeni ile alakalı Batı basınından aktarmalar yaptıktan sonra kanaatlerini şöyle belirtiyor: “Bu haberler, Mustafa Kemal’in kökenine dair iddiaların, yalnızca onun aşırı sekülerleştirmeci çabalarından rahatsız olan İslamcılar tarafından tartışılmadığını, aynı zamanda Türk Devrimi’nin tartışılmaz lideri olmadan önce çeşitli çevrelerde de söylenti halinde dolaştığını gösterir. Mustafa Kemal hakkındaki bu tür söylentiler neden bu kadar erken denecek bir zamanda uluslararası boyutta ortaya çıkmıştır? Bu kitap Mustafa Kemal’in kökenini derinlemesine tartışmak için uygun bir yer değildir; ancak bu konunun halen sevenlerce de sevmeyenlerce de sürdürdüğünü söylemek yeterli olacaktır. Mustafa Kemal’in sözde dönme kökeni ile ilgili iddialar bazılarına göre,(gerçekten doğruysa) Şemsi Efendi mektebine gitmesi, 1911’de Tel Aviv’de Itamar Ben Zwi ile buluştuğunun ve bu buluşmada Yahudi duası shema israel’i okuduğunu iddia etmesi, muhtemelen Dönme kökenli Latife hanımla evliliği, Nuri Conker gibi dönmelerle arkadaşlığı, annesi ve babası ile olan muğlak ve de gerilimli ilişkisi ve ölene kadar bu meseleler hakkındaki sessizliği gibi unsurlara dayanır.”
Yazar, Dönmeler ile alakalı şu soruyu soruyor: “Acaba Cumhuriyetin ilk yıllarında Dönmeler, kimlik ve sadakat açısından diğer etnik veya dini gruplardan neden daha fazla ilgi odağı olmuşlardır? Anadolu’nun değişik yerlerinde gizli kripto inanışlar tartışma konusu olmuyordu, Dönmeler niçin tartışma konusuydu? Yazar şöyle cevaplıyor bu soruyu: ” Dönmelerin merak edilmesine ve hor görülmesine yol açan, onların gizli inançları ve uygulamaları değil, Selanik’te ve daha sonra da Cumhuriyetin ilk yıllarındaki gerçek ya da muhayyel siyasi ve ekonomik güçleriydi. Dönme Sabatayistler başlangıçta faaliyetlerinin merkezi olarak Selanik’i değil de başka bir kenti seçmiş olsalardı tarihsel gelişimleri çok farklı olabilirdi. İslamcılar arasında Dönmeler hakkında kuşkular vardı. Savaşlarda Türkler zarar görürken Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin ve Dönmelerin zenginleştiği görülmüştü. Dönmeler kendilerini İslami bir görünüm altında saklayarak Türkleri aldatmıştı. Dönmeler fiziksel, biyolojik, ahlaki ve ırksal olarak Türklerden farklı görünüyordu. Kendi aralarında evlenmelerinden, verem, zihinsel rahatsızlıklar ve kansızlık gibi hastalıklar yaygın oluyordu. Kadınları Hristiyan Avrupa’nın kadınları gibi dolaşmakta ve dolayısıyla Müslüman kadınlara kötü örnek oluyordu. Oruç tutuyor gibi davranmakta ancak tutmamaktırlar. Kendi gizli tapınakları, imamları, mezarlıkları ve özel cenaze merasimleri vardır. Bu farklılıklardan dolayı güvenilir kimseler değildir.
Ayrıca dönmeler sadece kendi aralarında ticaret yapmakla ve iş yerlerinde sadece Dönmeleri çalıştırmakla suçlanıyordu. Ayrıca Dönme kızlar Türklerle evlenmiyor, Türkler nikâh merasimlerinde yer almıyor, cenazelerini Türk imamlar tarafından yıkanmıyor ve farklı mezarlıklara gömülüyorlardı.
Kısa süre içinde dönmelerin çoğu laik Türkiye Cumhuriyeti’nin ateşli destekçileri oldu. Çünkü laik Türkiye onları iki türlü baskıdan kurtarıyordu: Geleneksel Dönme liderliğinin baskısından ve onlara kuşkuyla bakan geleneksel Müslüman toplumun baskısından. Önde gelen Dönmeler, mecliste vekil, üniversite profesörü, yazar, şair, hukukçu, cerrah, ticaret erbabı, tüccar, imalatçı ve bankacıydı.
Benzeri zihniyete sahip Jön Türkler, Masonlar, Yahudiler ve Hristiyanlarla birlikte, Dönmeler, daha modernleşmiş ve sekülerleşmiş Türkiye’nin yolunu hazırladı. Eğitimli ancak ayrıksı Dönmeler, Cumhuriyetin ilk yıllarında önemli askerler, siyasetçiler, bankerler, tüccarlar, sanayiciler, gazeteciler eğitimciler, film yapımcıları ve sanatçılar olarak hizmet ettiler. Çoğu Dönme seküler bir toplumun kendilerini dinin, cemaatin ve kuşkulu Müslüman olma statülerinin boyunduruğundan kurtarabileceğini varsayarak, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin yılmaz savunucusu oldu. Din, Türk kamusal hayatında önemini yitirdikçe, dönmelerin asilamasyonu da arttı. Bu da Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlarla karma evlilikleri için daha olumlu bir atmosfer yarattı.”
NOT: KİTABIN KAPAĞINDAKİ RESMİNDEKİLER ŞEMSİ EFENDİ İLE ÖĞRENCİLERİNDEN NURİYE FUAT İSTANBUL 1911
Alaaddin AYDIN