Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Necip Fazıl’ın ölümünün 40. yıldönümü vesilesiyle tertip edilen ‘40 yıl 40 eser’ etkinliği kapsamında, Sakarya Türküsü adıyla düzenlenen serginin açılışında, Atatürk Kültür Merkezi’nde konuşurken durduğu yerden bakınca memleketin manzarası çok başka görünmüş olmalı. Erdoğan’ın püfür püfür Necip Fazıl estirdiği, Sakarya Türküsü’nün şerhi mahiyetindeki konuşmasında, artık bu mukaddes davanın sahipsiz olmadığını, “Birer sürgü [süngü?] misali göğe yükselen minarelerimizden yankılanan ezan sesleri”nin artık mahzun olmadığını, öz yurdumuzda garip olmadığımızı, öz yurdumuzda parya hiç olmadığımızı söyledi ve “Türkiye Yüzyılı’nın inşasıyla inşaallah tüm kazanımlarımızı perçinleyeceğiz” diye ekledi. Erdoğan, evlatlarımıza hiçbir endişe duymadan, üzerinde özgürce yaşayabilecekleri müreffeh bir ülke bırakmaktan söz ediyor. Uğrunda ciddi bedeller ödediğimiz hak ve hürriyetlerimize hiç kimsenin el süremeyeceği bir demokratik iklimi Türkiye’de muhakkak tesis edeceklerini ifade ediyor. Erdoğan’ın son cümlesi şöyle: “Türk siyasetini, tek parti, CHP zihniyetinin baskıcı, nobran ve halka rağmen halkçı alışkanlıklarından mutlaka kurtaracağız. Millî iradeyi tüm kurum ve kurallarıyla ülkemizde bilakayduşart egemen kılacağız.”
Necip Fazıl’ın surda bir gedik açtığını ve rüzgârlara meydan okuyarak, “Artık ne yandan esersen es” dediğini anımsatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Biz o surları aştık, kaleyi fethettik. Zafer sancağımızı gururla burçlara diktik. Üstadın Rabbine her elini açtığında zincirlerinin kırılması için dua ettiği Ayasofya’yı 86 yıl sonra Ezan-ı Muhammedilerle buluşturduk.” ifadelerini kullanmaktadır.
Erdoğan’ın dediğine göre bayrak burçlara çekilmiş, surlar aşılmış, kale fethedilmiş, zafer sancağı gururla burçlara dikilmiştir.
Cumhurbaşkanı AKM’den böyle konuşurken, memleketin okulları, cadde ve sokakları, televizyon yayınları, camileri, adliyesi, bankaları, park ve bahçeleri, toplu taşıma araçları vd. farklı bir dilden konuşuyordu. Niyetimiz ve amacımız kesinlikle hiç kimsenin herhangi bir başarısını küçümsemek değildir. Fakat sözü edilen konuşma televizyonlardan da naklen yayınlanırken ‘Milli’ eğitime bağlı okullarda beş yaşındaki yavrularımızın gittiği ana okullarından üniversitelere varıncaya kadar hemen her yerde harıl harıl bir mezuniyet töreni furyası esiyordu. Bu törenlerde, yüzüne bakmaya bile kıyamadığımız beş yaşındaki miniklerimiz ‘milli’ bir eğitime tabi tutularak, fıtrattan getirdikleri ve en büyük servetleri olarak içlerinde muhafaza ettikleri utanma, arlanma, haya, iffet gibi duyguları üzerine kezzap dökülmektedir. Beş yaşındaki bir insan yavrusunun, onu Yaratan’ın tanzim ettiği dimağı bir pagan kültürün formatına tabi tutulmaktadır.
Öte yandan ilk ve orta öğretimin karne aldığı Cuma günü her bir köşeden, Lut kavmi artıklarının bizzat okulların içinden etkinliklerini gösterdiklerine şahit olduk. Cumhurbaşkanı süngüye benzettiği minarelerden okunan ezanlara atıflar yapıyor fakat ne hazindir ki okunan ezanlar, minarenin dibindeki, caminin kapısı önündeki fuhşiyata engel olamamaktadır. Çünkü tefahür ettiğimiz demokratik ve laik kazanımlar, caminin kapısında da olsa, fuhşiyata kafa tutma hakkını kimseye vermiyor, bilakis böyle bir hakkı herkesten alıyor.
Şunu da belirtelim ki, hiç kimseden, gücünün yetmediği bir işi beklemiyoruz. Allah kimseye taşıyamayacağı yükü yüklememiştir. İşte asıl sorun burada: İnsanların “taşıyamayacağı yüklerin” altına girmeleri, sonra da bedel ödeyici olarak İslam’ı öne sürmeleri. Uzun lafın kısası minarelerle, ezanlarla, Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesiyle bir millet kıyasıya dönüştürülmektedir. Ezanı yasaklayanların eliyle dönüşüm pek tutmadı, geri tepti, şimdi bir de ezanı tekrar aslına döndürenler marifetiyle denenmektedir ve bu sefer maya tutmuş gibidir; Allah’ın hesabı hariç…
Venhar