Modernleşme ile birlikte ortaya çıkan modern ulus devletler, yeni düzenleri laiklik ve sekülerizm temelli olarak kurdu. Geleneksel devlet ve toplum yapısını tamamen reddeden yeni kurgu, laik ideolojisiyle birlikte, dini de kaçınılmaz olarak siyasi işleyişin dışına itti. Artık laik düzenlerde dinin hiçbir işlevi kalmadığı gibi, dini olana atıf yapılması da imkânını kaybetti.
Bütün kutsalları inkâra dayalı laik düzende, siyasetçiler de iş başına geldiğinde, mecburi olarak “Siyaseti dinin dışında görmek” zorundadır.
Gelelim “siyaseti dinin dışında görmek”in ne olduğuna. Tabii buradaki dinden kastımız, “İslam Dini”dir.
Kendisine, “Ben Müslümanlardanım” diyenler, en başta bir hakikate teslim olmuştur. O hakikat, dinin bütünüyle kişiyi her alanda kuşatmış olduğu hakikatidir. “Her alanda” ifadesi muğlaklık, belirsizlik, bilinmezlik taşımayan, ayan beyan, apaçık demektir.
“Her alan”ın içine, fertten iktidara, minimumdan maksimuma, zerreden kürreye her şey girer. Tabii konumuz siyaset olduğu için, siyaset de bu ifadenin içinde hatta en başında yer alır.
“Siyaseti dinin dışında görmek” demek, siyasetle dinin –İslam’ın- arasını açmak, siyasete dini, dinin sahibi Allah’ı, Allah’ın Resulünü, dinin hükümlerini, dinin kabullerini, haram ve helallerini karıştırmamaktır. Siyaseten yapıp edeceklerinde, politik uygulamalarında Allah’ı referans almamak, doğruyu yanlışı Allah’a sorarak belirlememektir.
Daha açık bir ifadeyle, dini siyasetin dışında görenler aslında kabaca şunları söylemektedir:
“Allah’ım sen bizim yaratıcımızsın, rızkımızı verensin, öldüren diriltensin, yağmuru yağdıran, yerleri gökleri yaratansın. Bütün bunları yapan yüce kudret sahibisin. Ben bunlara iman ediyorum. Lakin bizim siyasi düzenimizde, senin hükmün yoktur, siyasetimizde senin dediğini yapmayacağız. Senin haram ve helallerin bizi ilgilendirmez. Bizim laik dizenimizde, Senin dininin, Senin peygamberinin belirleyiciliği yoktur. Bu alanlarda sen bizim işimize karışamazsın. Bizler, nefislerini ilah edinenleriz ve yasalarımız, parlamentolarımız, vekillerimiz, kurum ve kuruluşlarımız, siyasi uygulamalarda Senin lafını sözünü dinlemeyecektir. Biz dini bir vicdan meselesi olarak görüyoruz ve Senin dinini kalbimizle mabetlerimizin duvarları arasına sıkışmış olarak yaşayacağız. Dünyevi laik seküler düzenlerin kuralı budur, Sen bu kurala müdahale edemezsin” demektedir.
“Siyaseti dinin dışında görmek“ sözü, dinin sahibi Allah’ı siyasi alanda yetersiz, (haşa) aciz, çaresiz, zamane meselelerine çözüm üretemez anlamına gelir. Siyasetçilerin çalakalem, önünü ardını düşünmeden ettikleri kısacık cümle, imanla inkâr hattının ince çizgisidir.
Bu sözü eden siyasetçilerin, kendilerine “Müslüman”, “Hıristiyan” ya da şuyum buyum demeleri, ettikleri lafın mahiyetini ve dünya ahiret ortaya çıkacak sonuçlarına halel getirmez. Dini siyasetin dışında görmek, dini, dolayısıyla dinin sahibi Allah’ı hiçbir işine karıştırmamak demek olduğu için, “Yaratmanın Allah’a” fakat “Hükmetmenin kula” ait olduğunu ifade eder.
Laik dünyevi siyasette, siyasetçilerin ağzında sakız gibi çiğnedikleri, “dini siyasetin dışında görmek” görmek lafı, basit sıradan bir laf değildir. İman ve küfür çizgisinin ayrışma hattını belirler. Kendisine “Müslümanım” diyenlerin edeceği laf değildir. Bu lafı edenler, siyasetlerinde Allah’ı yok sayacağını peşinen söylemiş, siyasi davranışlarında Allah’ı ve Allah’ın dinini dikkate almayacaklarını, heva ve heveslerine göre hareket edeceklerini, nefislerini “ilah” edindiklerini ifade etmiş olurlar.
Müslümanlar bilirler ki, “yaratmak da hükmetmek de Allah’a aittir.” Allah Hıristiyan inancında olduğu gibi, dünyayı yaratmış, sonra da gökyüzüne kurulup hiçbir şeye karışmayan bir ilah değildir. Müslümanlar, “dini siyasetin dışında gören” siyasetçilerin aslında ne dediklerini iyi düşünmelidirler.
İktibas / Yakup Döğer