Siyasal İslam ve siyasal İslamcılar tanımlaması bir tespit mi yoksa ideolojik bir ötekileştirme, bir yaftalama mı?
Gerek yurt içindeki gerekse dışardaki güncel kullanım biçimine ve bağlamına bakıldığında daha ziyade ideolojik bir ötekileştirme gibi…
Özellikle kendisini seküler dünya görüşüne bağlı olarak konumlandıran çevrelerce Müslüman dünyada yaşanan kimi gelişmeler sıklıkla bu niteleme ile ele alınır.
Siyasal İslam’ın ve İslamcıların güç ve iktidar anlayışları sorgulanır; bunların temsil ettikleri sosyal ve siyasal duruşun arkasındaki olası gizli ajandalar araştırılır, niyet okumaları yapılır.
Peki, nedir bu siyasal İslam ve bunun temsilcisi olan siyasal İslamcılar?
Siyasal İslam ve siyasal İslamcılar nitelemesinin en azından kabaca yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren literatürde kullanıldığı bilinmektedir.
Örneğin bu konuda siyasal İslam kavramını 1980’lerde kullanan Martin S. Kramer aklımıza geliyor.
Yine 90’lı yıllarda ‘Siyasal İslam’ın Başarısızlığı’ başlıklı kitabıyla hayli gündem oluşturan Oliver Roy ve ‘Siyasal İslam: Devrim, Radikalizm ya da Reform?’ başlıklı çalışmasıyla John L. Esposito gibi İslamologlar hatıra geliyor.
İlgili literatüre bakıldığında, siyasal İslam’ın ideolojik anlamda adeta kurucu liderleri ve teorisyenleri olarak iki ismin ön plana çıkarıldığı dikkati çekiyor: Mısır’da Hasan el-Benna ile Hindistan coğrafyasında Ebul Ala el-Mevdudi.
Her iki ismin de ülkelerinin fiili Batı egemenliği etkisi altında oldukları bir dönemde yaşamış olmaları dikkat çekicidir.
Hindistan‘daki fiili İngiliz egemenliği 20’nci yüzyıl ortalarına kadar devam etmiştir; Mısır‘da ise her ne kadar İngiliz idaresinden çıkış tarihi bu yüzyılın ilk çeyreğinde olsa da 1950’lere kadar başta Süveyş Kanalı’nın kontrolü olmak üzere birçok alanda İngiliz ve Fransız etkisi fiili anlamda sürmüştür.
Gerek Hasan el-Benna gerekse Mevdudi, Müslüman dünyadaki Batı egemenliğine, Batı geleneğinin ve kültür yapısının temsil ettiği zihin yapısına ve bunlarla yakından ilişkili olarak değerlendirdikleri ahlaki çöküntüye, sosyal siyasal krize ve emperyalizme karşı mücadele etmişlerdir.
Müslümanlar için kurtuluşun İslam’ın temel değerlerinde olduğunu, tevhid, adalet, zulme karşı koyma, güzel ahlak gibi İslami değerlerin yalnızca Müslümanlar için değil tüm insanlık için bir kurtuluş umudu olacağını vurgulamışlardır.
Yine siyasal İslam üzerine üretilen literatüre baktığımızda siyasal İslam akımının devrimci ve entelektüel ideologları olarak da başta Seyyid Kutub olmak üzere Ali Şeriati, Hasan Turabi, Yusuf Karadavi ve benzeri isimler sıralanır.
Bu isimler arasında özellikle Seyyid Kutub’un, Batının kültürel egemenliği altında oluşmuş olan toplum yapısının cahiliye toplumu olduğu, böylesi bir toplum yapısının zihnen iğfal edildiği, zulüm, kula kulluk ve ahlaksızlık ürettiği, bu zihin yapısına ve bunun üretimi olan cahiliye sistemine karşı mücadele edilmesi gerektiği şeklindeki görüş ve düşünceleriyle kendisinden sonraki birçok siyasal İslamcıyı etkilediği kabul edilir.
Siyasal İslam söyleminin ve siyasal İslamcılar nitelemesinin özellikle 11 Eylül 2001 hadisesi sonrası daha da yaygın şekilde karşımıza çıktığı da bir gerçektir.
Bu olayı izleyen süreçte sadece İslam ve Müslümanlar üzerine literatürde değil, medyadan politik mahfillere kadar birçok çevrede yaygın şekilde bu niteleme kullanılmaya başlandı.
Yalnızca Batıya ve Batılı yaşam tarzına yönelik fiili saldırılar değil, Batı değerlerine, Batı egemenliğine ve Batılı yaşam tarzına tehdit olarak görülen her durum ve gelişme siyasal İslam’la ilişkilendirildi.
Siyasal İslam’ın kurucu isimleri ve takipçileriyle siyasal İslam akımının karakteristik özellikleri üzerine üretilen söylemde İslam ve Batı ya da İslami değerler ve Batı değerleri üzerine bir antagonizmin öne çıkarıldığı dikkati çeker.
Buna göre siyasal İslam Batı ve Batılı değerler karşısında reddiyeci, çatışmacı ve meydan okuyucu bir yapıdır.
Bu nedenle dikkate alınması, iyi analiz edilmesi gereklidir; bu meydan okumaya karşı nasıl ve hangi karşılığın verileceği üzerinde kafa yorulmalı, her tür önlem alınmalıdır.
Bu antagonizmdeki diğer cepheden bakıldığında ise siyasal İslam söylemiyle geliştirilen refleks güç ve iktidarı kendi tekellerinde gören çevrelerin kendi lehlerine gördükleri müesses düzeni savunmaya dair geliştirdikleri ideolojik bir reflekstir.
Siyasal, askeri, ekonomik ve kültürel yönden Batı egemen küresel yapıya ve bununla yakından ilişkili olan sömürü düzenine, zulme, inanç ve ahlaki alandaki çöküntüye karşı duruşu ötekileştirmeye ve adeta şeytanlaştırmaya yönelik bir reflekstir.
Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezinde de görüldüğü üzere İslam’ın ve Müslümanların egemen Batı Medeniyeti karşısında konumlandırılmasını esas alan bir tavırdır.
Yapısı itibarıyla bu tavır, Batılı güçlerin lehine işleyen küresel dünya sistemine her tür meydan okumayı henüz gelişip palazlanmadan yok etmeyi amaç edinmiş olan bir projenin uzantısıdır.
Bu perspektiften bakıldığında, Müslüman dünyayı ve buradaki sosyal ve siyasal gelişmeleri konu edinen siyasal İslam nitelemesi, Batı sosyal siyasal ve kültürel yapısına meydan okuyan, hemen her alanda cari olan dominant Batı egemenliğine karşı bir duruşu öne çıkaran bir din/İslam algısını ifade etmektedir.
Siyasal İslam, öncelikle ekonomik, askeri ve siyasal açıdan güçlü toplumlarca temsil edilen ve dünya genelinde genel geçer değerler olarak sunulan sekülerizm, liberalizm, kapitalizm ve plüralizm gibi modernitenin kutsallarına karşı reddiyeci bir perspektifin, bunlara karşı çatışmacı bir tutumun ifadesidir.
Buna göre, siyasal İslamcılar ise kurdukları sivil toplum kuruluşlarından diğer sosyal ve siyasal hareketlere kadar içinde bulundukları yapılarla bu din algısını temsil eden kişilerdir.
Modernitenin kutsallarıyla Batı egemen cari dünya düzenine ayak uydurmak yerine buna İslami değerlerden hareketle karşı koymayı, alternatif üretmeyi yeğleyen, müesses dünya düzenine karşı çatışmacı bir dili ve tutumu öne çıkaranlardır.
Netice olarak; siyasal İslam ve siyasal İslamcılar tanımlaması, bunun muhatabı olanlar tarafından değil, böylesi bir tanımlama ile onları ötekileştirmeye, toplum nezdinde onları dışlayıp marjinalleştirmeye çalışanlar tarafından yapılan nitelemelerdir.
Bu niteleme ile bunun muhatabı olan kişiler ve kesimler bir taraftan adeta şeytanlaştırılırken bir taraftan da açık ya da üstü örtük çeşitli mesajlar verilmektedir.
Seküler toplumlara verilen mesaj; siyasal İslam akımının kendileri ve yaşam tarzları için en büyük tehdit olduğu, dolayısıyla bu siyasal İslam’la ve bunun bağlılarıyla yapılan ve yapılacak her türlü mücadeleye kayıtsız şartsız destek verilmesi gerekliliğidir.
Siyasal İslamcı olarak yaftalanan kesimlere verilen mesaj da açıktır: Hangi sularda kulaç attığınıza dikkat edin, çünkü gerçekte güç ve iktidar bizde…
Independent Türkçe / Prof. Dr. Şinasi Gündüz