Sistemi Dönüştürmek İçin Çıktık Yola Ama Sistem Tarafından Dönüştürüldük Sonunda! Neden Peki?
Türkiye’nin entelijansiyası yok: Ülkenin tarihî derinliğini ve kültürel zenginliğini özümsemiş, tarih bilinci güçlü, medeniyet bilinci derinlikli bir öncü kuşağı yok.
Gramsci’nin “organik aydınlar”ı yok bu ülkenin. Ülkesi için nefes alıp verecek, ülkesini hakikatin yurdu, umudu ve ufku yapmaya and içecek vefakâr, fedakâr ve cefakâr öncü kuşakları yok bu sahipsiz memleketin.
BAŞINA NE GELDİĞİNİ BİLEMEYEN BİR ENTELİJANSİYAYLA NEREYE KADAR?
O yüzden bu ülkenin en temel sorunu başına ne geldiğini bilememesidir.
Öncelikli olarak aydınlarının, entelijansiyasının başımıza ne geldiğini idrak edememesi ama celladına âşık edilmesidir.
Bir toplumun başına bundan büyük felâket gelemez, gelmiş olamaz.
Başına ne geldiğini bilmediği için, ne yapması gerektiğini de, neyi, niçin ve nasıl yapması gerektiğini de bihakkın bilemiyor. Hep yanlış başlangıçlar yapıyor iki asırdır.
Yanlış başlangıçların doğru sonuçları olmaz oysa. Eşyanın tabiatına terstir bu.
Yanlış başlangıç yaptığını bile idrak edemeyen bir entelijansiya, toplumu doğru ve ön açıcı, çığır açıcı hedeflere nasıl götürebilir ki?
Bu mümkün mü?
Olacak şey mi?
Önce başımıza ne geldiğini çok iyi okumasını bileceğiz enlemesine ve boylamasına.
Hem ülkemizin, hem medeniyetimizin hem de dünyanın başına ne geldiğini çok iyi idrak edebilmemiz gerekiyor.
Yoksa bırakınız büyük işlere imza atmayı, öncülük yapmayı, önümüzü bile göremez, ülkemizin emperyalistlere kendi çocuklarımız tarafından peşkeş çekilmesini, dolayısıyla elimizden kayıp gitmesini ve tarihin karanlık sularına gömülmesini önleyemeyiz.
Sözünü ettiğim anlamda hem bizim hem de dünyanın başına ne geldiğini hakkıyla bilmediğimiz için sürgit yanlış sorular soruyor, yanlış cevaplar veriyoruz; yanlış başlangıçlar yapıyor, yanlış yerlere, çıkmaz sokaklara sürükleniyoruz.
SİSTEMİ DÖNÜŞTÜRMEK Mİ, SİSTEM TARAFINDAN DÖNÜŞTÜRÜLMEK Mİ?
Yanlış başlangıçların doğru sonuçları olmayacağının en sarsıcı delili şu olsa gerek: Sistemi dönüştürmek için çıktık yola ama sistem bizi dönüştürdü sonunda.
Mücahit olarak yola çıktık.
Sonra sırasıyla evvela müteahhit olduk, ardından da her şeye müsait.
Sistemi dönüştürmek değil, yıkmamız gerekiyordu.
Putları değiştirmek değil, yıkmaya soyunmalıydık.
Ancak o zaman “Batı’ya göre” ve “Batı’ya karşı” belirlenen konumlanmanın, bizi yerimizden edeceğini, “Batıya göre” tavrıyla Batıyı doğrudan özneleştirmenin de, “Batı’ya karşı” tavrıyla Batı’yı dolaylı olarak özneleştirmenin ve kendimizi nesneleştirmenin de Batılıların belirlediği alanda ve Batılıların belirlediği kurallarla top çevirmekten başka bir işe yaramayacağını, bizi sahil-i selâmete çıkaracak yolculuğun “Batı’ya rağmen” (Batı’yı iyi tanıyarak, Batı’ya “tanımıyorum seni” diye ifade edilebilecek kendimizi özneleştirici, sahici tavır olduğunu görebilirdik.
Müslümanlar, ekonomiye yön vermeyi, ekonomiyi büyütmeyi hedefleri hâline getirdikleri zaman, asla sistemi dönüştüremezler, sistem tarafından dönüştürülürler.
Önce zihnin Müslümanlaştırılması lazım şart!
Çağdaş hurafelerden temizlenmesi arındırılması kaçınılmaz.
Önce Müslüman zihni (mekke süreci) inşa edilecek, ardından Müslümanca yaşama zemini (medine süreci), sonra da Müslüman zamanı (medeniyet süreci), çağın / insanlığın zamanı olacak, dünyanın ruhunu oluşturacak.
Bunun için inanmış ve adammış öncü kuşaklarla yola çıkılacak. Bir avuç inanmış ve adanmış öncü kuşağın çeyrek asırda tarihin akışını değiştirecek bir atılım gerçekleştirebileceği aslâ unutulmayacak!
Önce Müslüman zihnini, şahsiyetini inşa etmeden ekonomik refahı hedeflerseniz, o ekonomi refah sizi felaha, kurtuluşa eriştirmez; aksine sizin yok oluşunuzun yapı taşlarını döşer.
Müslümanlar, teknolojiyi kültürün önüne geçirerek hareket ederlerse, kendilerini entelektüel bir çıkmaz sokağın eşiğine sürüklerler ve hareket / manevra kabiliyetlerini bitirirler.
Müslümanlar başkaları ile değil, kendileri ile uğraşmazlarsa, dünyayı değiştirecek, yaşanabilir bir hayat-dünya, ufuk ve umut kaynağı bir medeniyet önerisinde bulunamazlar.
Önce insan yeşerteceğiz, sonra toprak aşka gelecek, meyve verecek…
Bu ülke, adam yetiştirecek adamlarını yetiştirebildiği zaman yol almaya başlayabilir, yol olma konusunda mesafe kat edebilir.
Aslolan yola çıkmak, yolda olmak ve yol olmaktır.
Nefes alıyorsanız, yaşıyorsunuz, yola çıkabilirsiniz demektir.
Nefes veriyorsanız, yoldasınız, yaşatıyorsunuz demektir.
Nefes oluyorsanız, yol oluyorsunuz ve tarihi siz yapıyorsunuz demektir.
Vesselâm.
Yeni Şafak / Yusuf Kaplan
Yani günün sonunda net olarak ne diyorsun Yusuf Kaplan? Filistin konusunda hikümete verdiğin verdiğin desdekten dolayı özür mü diliyorsun yoksa? Eğer öyleyse İrancı olmakla suçladığın müslümanlara bir özür borcun var. İşte biz ta başından beri senin dediğini diyoruz sistem dönüşmez, sistem tıpkı cumhuriyeti kuran kadronun yaptığı gibi kökünden değiştirilir. Bunun adı da inkılaptır. Yine de böyle düşünmene sevindik.
Yusuf Kaplan’ın Müslümanlıktan kastı tasavvufa dayalı din anlayışıdır. Onun için bu tür zihniyet sahiplerinin hak ve batılı birbirine karıştırmaktan başka yapabileceği bir şey yoktur. Bu tür insanlar sistem tarafından dönüştürülmüş de değiller. Çünkü zaten sahih bir din(Kur’an kaynaklı İslam) anlayışları başlangıçtan beri yoktu!