Habil- Kabil örneğinde, insanın kendi arasındaki benlik ve hegemonya savaşı da devam etmektedir.
Nemrut- Hz. İbrahim, Firavun-Hz. Musa, Mekke Oligarşi’ si- Hz. Muhammed örneğinde olduğu gibi zalim- mazlum, Hak- Batıl, İslam- Cahiliye savaşı da devam etmektedir.
Bu gün yaşanılanları bu ontolojik, tarihsel, siyasal çelişkilerden bağımsız değerlendiremeyiz. Yaşananlara bütünlük içerisinde bakmak zorundayız. Bütünü görmeden parçaya yoğunlaşmak bir başka tuzaktır.
Bütün savaşlar insanın doğasındaki benlik/ ego ve hakimiyet/ hegemonya iddiası ve hırsından kaynaklanmaktadır. Gerçek İlah’ a teslim olmayan insanoğlu, nefsini ilahlaştırmak istemektedir. İlahlaşma ve hakimiyet mücadeleleri insanlara, yeryüzüne zulüm olarak dönmektedir
Bütün Peygamberler, zamanlarının İlahlık taslayan zalimlerine karşı mücadelenin örnek şahsiyetleridir. Bu şahsiyetlerin hayat öyküleri Batıl’ la, zalimle nasıl mücadele edileceğinin örnekliğini sunmaktadır biz mazlum, Hak ehli insanlara.
İslam, Peygamberlerle bize teklif edilen “Hak Din” in adıdır. İnsanlık, İslam üzerinden ya Hak tarafındadır ya da İslam’ a sırtını dönerek Batıl tarafında. Bunun başka yolu yoktur. Hak üzere olmak İslam üzere olmaktır. Çünkü, Allah katında hak din İslam’ dır. Mümin buna şeksiz, şüphesiz iman eden adamdır. Safımızı, yerimizi seçmek durumundayız. Hayat ve Din bir “şaka” değildir. Yaşanılanlar bir şaka olmadığını bize göstermiyor mu? Zalimler ve Batıl ehli sütlerinin gereğini işlemiyor mu? Ya Hak ehli?
Mekke’ de başlayan İslam İnkılabı, Şirk’ e, Muharref Yahudilik ve Hristiyanlığa bir meydan okuma olarak insanlık gündemine girdi ve kısa zamanda bunların üçü üzerinde de haklılığını isbat etti. Müşrikler, Yahudiler ve Hristiyanlar İslam karşısındaki bu yenilgilerini hiçbir zaman unutmadılar.
Medine’ den yürüyüşüne devam eden İslam hükümeti, Şam üzerinden Bağdat, Pers topraklarına, oradan Maveraünnehir’ e ulaştı. Medine’ den ilham alan bir Maveraünnehir İslam Medeniyeti’ ni inşa etti. Putperest Asyalılar bunu hiçbir zaman unutmadılar.
Endülüs Emevileri’ nin Franklara karşı zaferlerini Batı hiçbir zaman unutmadı.
Müslüman Asyalılar, Türklerin önderliğinde önce Horasan’ da, sonra 1071’ de Anadolu’ da İslam Medeniyeti’ ni yeni bir aşamaya taşıdılar. Medine Devleti’ nin her zaman ufkunda olan Anadolu, Müslüman Maveraünnehir halklarının fetih yürüyüşüyle İslam’ a açıldı ve Dar-ül İslam haline getirildi. İstanbul’ un fethi bunun tescillenmesiydi. Kadim İslam düşmanları bu başarıya Haçlı Seferleri’ yle karşılık verdiler. Doğulu paganlarda intikamlarını Moğol saldırılarıyla almak istediler.
İstanbul’ un fethini Batılı kafirler hiçbir zaman sindiremediler. Rövanşı almak için her yolu denediler. Sonunda Osmanlı İmparatorluğu’ nun yıkılışını gerçekleştirerek büyük bir başarı sağladılar. Ama bununla tatmin olmadılar ve olmuyorlar. Büyük İslami bütünü parçalamaya, ezmeye devam ediyorlar. Mekke İnkılabı’ mızın insanların gönüllerinde yeniden yankılanmasına, Medine inkışafımızın yeniden insanlığı sarmasına bir daha izin vermek istemiyorlar. Roma’ yla yakaladıkları dünya hakimiyetini, yeniden Anadolu üzerinden diriltme hayalleri kuruyorlar. İstanbul, Anadolu, Şam’ a hakim olmadan dünya hakimiyeti kurulamayacağını iyi biliyorlar. Doğu’ dan gelen güçlerde, Asya’ da kalabilmenin yolunun Anadolu’ da, Akdeniz’ te tutunmaktan geçtiğinin farkındalar.
Beytullah, Medine, Kudüs, Şam, Bağdat, Buhara, Semerkant, Horasan, Kurtuba, İstanbul Müslümanlar için ufuk beldelerdir, şehirlerdir. Bu şehirler Müslüman Kültür ve Medeniyeti’ nin cisimleşmiş halleridir. Buralara yapılan saldırı İslami değerlere ve Müslümanlara yapılan saldırıdır. Buraları korumak İslam’ ı ve Müslümanları korumaktır. Küresel Sistem; paganları, Yahudileri, Hristiyanları yanına alarak bütün Dar-ül İslam beldelerine saldırıyor, yakıp yıkıyor. Doğulu/ Asyalı paganlarda aynı emperyalist duygularla İslam beldelerinden pay kapmaya çalışıyorlar. Dün olduğu gibi bu günde hasımlarımız, içimizden işbirlikçiler devşirerek işlerini gördürüyorlar.
En son Ankara’ da patlatılan bombalar bu tarihsel intikamın bu günlerdeki izdüşümüdür. Bu büyük oyunu tarihsel ve güncel boyutlarıyla iyi analiz etmemiz gerekiyor.
Şeytan’ ın ve dostlarının oyunlarını, atamız Adem gibi önce sahih bir tevbe-i nasuh/ özeleştiri yaptıktan sonra Allah’ ın, şeytanın oyununa gelmiş kuluna bir merhameti olarak ikram ettiği “kelimelerine” sarılarak ve gereğini yaparak bozabiliriz.
Ya Şeytanın sunağı ya Allah’ ın Rahmeti, Nasrı ve Fethi…