Çamurdan/balçıktan yaratılan insan için Allah’ın üflediği nefha[1] ne ise Müslüman şahsiyet ve Müslüman Ümmet için de Cihad ruhu öyledir. Çamur halindeki insana nefha nasıl canlılık/hayat kazandırıyorsa; Cihad ruhu da, Müslüman kitleleri insanlık için örnek ve şahit bir ümmete inkılab ediyor.
İslam ve Müslümanlar için hayati olan bu kavramı ve ibadeti nasıl anlamalı ve hayata tatbik etmeliyiz?
“Arapçada “güç ve gayret sarf etmek, bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkânları kullanmak” mânasındaki cehd kökünden türeyen cihad, İslâmî literatürde “dinî emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslâm’ı tebliğ, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek” şeklindeki genel ve kapsamlı anlamı yanında fıkıh terimi olarak daha çok Müslüman olmayanlarla savaş, tasavvufta ise nefs-i emmâreyi yenme çabası için kullanılmıştır.
Cihad Kur’ân-ı Kerîm’de isim olarak dört, bundan türeyen fiil şeklinde yirmi dört yerde geçmektedir; “cihad eden” anlamındaki mücahid ise iki âyette cihad kelimesinden doğrudan savaşın kastedildiği anlaşılmakta, bir kısmında da cihad “Allah’ın rızâsına uygun bir şekilde yaşama çabası” şeklinde özetlenebilecek olan genel anlamıyla geçmektedir.”[2]
Cihad kelimesine/kavramına ruhunu veren ve şekillendiren Vahiydir. 23 yıllık vahiy süreci anlaşılmadan, cihad kavramı, ruhu ve ibadeti hakkıyla anlaşılamaz. Bu zaman içerisinde inzal edilen ayetler ve yaşanan hayat, Cihadın kavramsal ve pratik anlamını bütün zamanlar için ‘usve-i hasane’ ye dönüştürmektedir. Bu anlam bütünlüğünden uzaklaşmak, bütün bir vahyi ve cihad kavramını da tahrife açık hale getirmektedir.
Vahiy nasıl bir nimet ve ikramsa, cihad ibadeti de Müslümanlara Allah’ın bir nimeti ve ikramıdır. Bu nimetin/ikramın hakkını vermek; onu, Rabbimizin bize beyan ettiği ve Resulullah’ın (s.a.v) bize örnek olduğu gibi anlamaktan ve yaşamaktan geçmektedir.
Bakara suresinin girişindeki ”bu kitap ‘muttakiler’ için bir hudendir”[3] ayetinde buyrulduğu gibi Kitap’tan nasiplenme hakkı muttakilere veriliyorsa, Cihad’ı sahici anlamıyla gerçekleştirme hakkı da muttakilerindir. Muttaki[4]; Kitab-ı Kerim’ in rehberliğinde, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle hareket eden insandır. Muttakinin karşıtı Facirdir. Facir, “dindarlık perdesini yırtan, fütursuzca günaha dalan, haktan bâtıla sapan kimse”dir[5]. Muttaki olmayanlar, vahyi anlamayacakları gibi vahyin bir cüzü olan Cihad ibadetini de anlayamazlar. Muttaki olmayanların, Hakikat adına serdettikleri felsefe-ideoloji ve teorileri ciddiye alınmaz, hayata dair rehberlikleri kabul edilmez. İslam’ı ve hayatı anlamaya çalışırken her daim bu hakikati aklımızdan çıkarmamalıyız.
Her canlı varlık hayatını idame ettirmek için fıtratına uygun bir gayret içerisindedir. Varlık bu gayretten vazgeçtiği zaman, yaşamı tehlikeye girmekte, varlık âlemi içerisinde anlamsız hale gelmekte ve hayat kanunları onu yokluğa mahkûm etmektedir. İnsan olmak, insan kalmak da bir çabayı gerektiriyor. Hz. Peygamber’in Risalet öncesi varlığı ve yaşamı anlamaya dönük Hira arayışları, enfusi/ontolojik anlamdaki bir cehdi içermektedir. Fıtratının ve vicdanının sesine kulak vererek bir cehd sürecine giriyor. Bu süreç onu, Rabbinin ikramı olan vahye muhatap kılıyor. Kendini bilen/bulan Rabbini de biliyor/buluyor. Vicdanının sesine kulak veren Hz. Peygamber, ahlakın ve adaletin gereği olarak zulme karşı çıkıyor. Mazlumun hakkını savunmak için, Hılful Fudûl çabasına bir öncü olarak destek veriyor. Şahsiyet olmanın gereği olarak, rızkını kazanmak için de ticaretle iştigal ediyor.
Ontolojik anlamda arayışa geçmeyenler, emek vermeyenler, ikramlara muhatap olamıyorlar. Hak etmek, emek harcamakla/cehd etmekle oluyor. Emeksiz yemek olmuyor. Mücahede olmadan ikramlara, lütuflara ve fetihlere mazhar olunamıyor.
Ahsen-i Takvim[6], Hulukul Azim[7] temelleri üzerinde yaşamını idame ettiren Abdullah oğlu Muhammed, Risalet görevini yüklenmesiyle birlikte Vahyin rehberliğinde bir hayata başladı. Yirmi üç yıllık inzal süresince Cihad kavramı, Resul üzerinden ete-kemiğe büründü. Vahyin inzal döneminin Mekke vasatında Cihad kavramı daha çok iman, sabır, davet, tertil üzere Kuran okumak, yeni Müslüman şahsiyetin zihinsel, ahlaki, manevi cihetlerden teşekkülü, iman edenleri cemaatleştirmek, Tevhid (Rububiyet, Ulûhiyet, Ubudiyet), Risalet, Ahiret inancı üzerinde yoğunlaşmak olarak anlaşılıyordu. Medine vasatında ise; Mekkî konular başka bir üslupla beyan edilmeye devam edilirken, Mekkî dönemin sonu Medine dönemin başında Hicrete hazırlık, Resul’ün Medine’ye teşrif etmesi ve hicretin tamamlanmasıyla birlikte savaşa (mukatele) izin verilmesi, maddi cihada izin verilerek farz olduğunun ilan edilmesi, Mekke müşriklerinden gelebilecek saldırılara karşı hazırlıklı olmak, Mekkeli müşriklerle ittifak kurabilecek diğer kabilelere ve Yahudilere gözdağı vermek için teyakkuzda bulunmak, anlaşma yapılan toplulukların antlaşmayı bozduklarında sonuçlarına katlanmaları gerektiğini hatırlatmak, Müslüman ailenin, Müslüman Ümmet’in, İslamî Hükümetin ikmal edilmesi… konularını içeriyordu. Mekke döneminde de Medine döneminde de bütün bu yaşananlar, Muttaki bir önderliğin ve emir sahiplerinin (Ulü’l-Emr) refakatinde hayata geçirilmiştir. Muttaki önder; halkının onu “çocuklarını tanıdığı gibi tanıdığı”[8], ahlakıyla, eminliğiyle, amelleriyle toplumun içinde, Allah(c.c)’a ve Resulüne itaat ile, ilmiyle, salih amelleriyle, mütevazı yaşantısıyla, faziletleriyle, cehdi ile halkının önünde olan Müslüman şahsiyettir. Müslümanın imanı, yaşamı ancak böylece sahicilik ve ciddiyet kazanır.
Hz. Resul’ ün irtihaline kadar müminler, cihadı, ‘efradını cami ağyarını mani’ bir şekilde anladı ve hayatlarında tezahür ettirdiler. Cihadın bir veçhesini diğer veçhesine üstün görmediler. Nerede ne lazımsa onu söylediler ve yaptılar. İslam Ümmeti siyasal olarak parçalanmaya başlayınca, zihinsel olarak da parçalandı. Bu durum doğal olarak dinin anlaşılmasına da etki etti. İyi niyetlerle rivayet edilen “küçük cihattan büyük cihada” ifadesi yanlış yorumlanarak, cihad anlayışının tahrif olmasına kapı araladı. İslam siyaset anlayışında ve uygulamasında gedikler açılması, Müslüman toplumu da yeni arayışlara teşvik etti. Ferdi olarak başlayan arayışlar fırka, hizip boyutlarına taşındı. Açılan bu gediklerden enfüsi ve afaki düşmanlar hücuma geçtiler. Her hücum, gedikleri daha da genişletti, nihayetinde Müslüman toplum bozguna uğradı. Siyasi birliklerini kaybedenler zihinsel bütünlüklerini de kaybettiler. Nübüvvet ve Hulefa-i Raşidin sonrası İslam toplumu, Emeviler döneminde Ömer İbn-i Abdulaziz, Osmanlı döneminde Dâvûd-i Kayserî misallerinde olduğu gibi, Muttaki lider ve yöneticilere (ümera ve ulema) sahip olduğunda, İslam’ın bütünlükçü anlayışına yeniden sahip olma imkânına kavuşabiliyorlar.
Yeniden bir diriliş, Asl’a, Usül’e rücu etmekten geçer. Asl; Kuran, Usül; Sünnet- i Resul Allah’tır. Zemini olmayanın binası olmaz. Zemini berk olan bina, sağlam ve uzun ömürlü olur. Her diriliş inanmış bir insanla başlar. İman etmek, cihadın başlangıcıdır. Cihad etmek, iman/İslam üzere yaşama gayretidir. Bu ceht hali; her zaman, zemin ve şartta devam eder. Tatil edilmez, ertelenmez, ihmal edilmez, vazgeçilmezdir. Cihad ruhu, mümin için anasır-ı erbaa gibidir. Nasıl ki anasır-ı erbaa olmadan hayat devam edemezse, cihad olmadan da İslam ve Müslüman varlık sahasına çıkamaz. Müslüman şahsiyetlerin vücut bulduğu yerde, tabii olarak Müslüman cemaat de olmak zorundadır. İslam, muttaki mümin ve Müslüman cemaat olmadan var olamaz. Müslüman şahsiyetin ikame ettiği cihad ibadetini, Müslüman cemaat sosyalleştirerek genişletir. Medine’nin/ İslami hükümetin vücut bulmasıyla birlikte Cihad, bütün veçheleriyle hayat bulmaya başlar.
Medinelerimiz Vahyin ve Muttaki önderliğin kılavuzluğundan çıktığı zaman, bütün ibadetlerimiz, ibadetlerimizin ana parçası olan cihat ibadeti de anlamından ve hedefinden uzaklaşıyor.
Kaynakça:
1- Hicr Sûresi(15) 29.
2- https://islamansiklopedisi.org.tr/cihad
3- Bakara Suresi(2) 1-5
4- https://islamansiklopedisi.org.tr/takva
5- https://islamansiklopedisi.org.tr/facir
6- Tin Suresi(95) 4.
7- Kalem Suresi(68)4.
8- En’am Suresi(6) 20
Allah Razı olsun Erdal kardeşim. Günümüz Müslümanlarının her geçen gün irtifa kaybettiği temel konulara değinmişsiniz. Bugün bizlerin Tevhidi iman ve duruşun yeniden gündem yapılarak hayatta yaşanır kılınması için “Cihad” kavramına o kadar ihtiyacımız var ki! Her geçen bizleri kuşatan tembellik başta olmak üzere bir çok zaaflarımızı yeniden gözden geçirerek Rabbimizin bizlerden istemiş olduğu ceht ve gayretle Allah’ın dininin şahitlerinden olmamız duasıyla…
Sağolasın üstad kalemine sağlık. Cihat bugün için unutulmuş durumda. Özelliklede Türkiye şartlarıda durumumuz hiçte iç açı değil. Kavramı güncellediğin için Allah razı olsun
Şu gün, şu vasatta ne kadar güzel, ne kadar önemli, ne kadar değerli, ne kadar ibretli, ne kadar öğütlü, hep unutulmuş, hep uzak tutulmuş, hep korkulmuş bir hususu gündem etmişsin Erdal abiciğim.
Yüce Rabbimiz, eline, emeğine, yüreğine sağlık ve selamet versin. Mücadele azmini; aklımızdan, dilimizden, elimizden, evimizden, yüreğimizden, ömrümüzden almasın, aldırmasın Rabbimiz.
Sözlerinden anladığım, anlamlandırdığım şudur:
Dün olduğu gibi bugün de Yüce dinimiz ve dahi davamız İslam uğruna mücadele, hep devam edecek ve etmeli; bu aziz yolun mücahidliği dün olduğu gibi bugün de hep devam edecek ve etmeli.
Şukran kesiran ağambeyim…
Allah razı olsun hocam.