Şair, mütefekkir Sezai Karakoç 88 yıllık ömrünü tamamlayıp Rabbine irtihal etti. Herkes onu diriliş şairi olarak bildi. O kendi erginliğine erdiğinden yaşamının son anına kadar inandığı değerler uğruna yazdı, tefekkür etti ve konuştu. Belki onun şiirlerini severek okuyan herkes onunla aynı düşünmedi, aynı duyguları hissetmedi ama onu hep muktedirlere karşı mesafesi, sade yaşamı, popülizme bulaşmaması gibi daha birçok özelliğiyle takdir etti. O yalnızca şair değildi, dert sahibi biriydi ve onun kavgası onu hem mütefekkir hem de büyük bir şair yapmıştı. Batıya karşı daima mesafeliydi ama bu mesafesi bağnazca değildi. Bilerek, görerek, okuyarak ve kendi inancının kök saldığı mecrayı bilerek bir karşı koyuştu. “Doğunun Yedinci Oğlu” şiiriyle batıya öykünen ve sonrasında kendi kimliğine dönen bir düşünüş biçimini ne de güzel özetliyordu.
Bu toprakların evlatlarını sadece Batı’ya karşı uyanık olmaya çağıran bir şair olmadı. Aynı zamanda yanlış inanışlara karşı da nesli uyaran bir fısıltıydı. “Ey yeşil sarıklı ulu hocalar…” diye haykırırken düşüncedeki putlara işaret eden bir fişekti. Diğer yandan “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” şiiriyle her aşkın neyle başlarsa başlasın sonunda Allah’a ulaşmakla son bulması gerektiğini ne güzel anlatıvermişti.
Daha nice fikri eserleri ve şiirleriyle bu toplumun kalbinde asla unutulmayacak mümtaz bir yer edinen şair geride onurla yaşadığı sade bir hayat bıraktı. Aşkını dahi şairce yaşadı ve yaşadığı aşkı üzerinden nemalanmadı. Kendisine Allah’tan rahmet sevenlerine ise onu derdiyle anlamaları ve onun gibi inandığı değerlerin ardında durarak yaşamalarını temenni ediyorum.
bu çok sağlam surlu şehirden de geçtim
beni yalnız yarasalar tanıdı
az kalsın bir bağ bekçisi beni yakalayacaktı
adım hırsıza da çıkacaktı
her evde kutsal kitaplar asılıydı
okuyan kimseyi göremedim
okusa da anlayanı görmedim
kanunlarını kağıtlara yazmışlar
benim anılarım gibi
taşa kayaya su çizgisine
gök kıyısına çiçek duvarına değil
kedi yavrularından başka
-o da gözleri açılmamış olanlardan başka-
el uzatmaya değer
soluk alır bir nesne bulamadım
bir gün daha öldü
ey batıdaki mağaralar
beni afyonunuz bağlasaydı da
uyusaydım
bu katı bu sert kente gelmeseydim
bir kaç eski ölünün kemiğini fosforladım
ışıklarını arttırdım bin yıl sonraki çocuklar için
yaşlı bir adamın şapkasını düşürdüm
karpuz kopardım
dağdan taş yuvarladım
ırmakta yıkandım
ölümsüz çamaşırlar giyindim
çivi yazısıyla yazılmış bir taşa oturdum
yanımdan tak kuran işçiler ve turistler geçti
çok eski bir şairin(ben miyim yoksa)
taktım aklıma şöyle bir dörtlüğünü:
“giydiklerin öyle ölümsüz büzülmüş ki
seni bir bardakta kaynayan
abıhayat sandım
elim uzandığı yerde kaldı”
şimdi ayı bekliyorum
ay doğunca onu yerime gözcü bırakacağım
aradığım bu ülkede de yok
taşlar hatıra yazılamayacak kadar
fazla kararmış
Sezai Karakoç – Hızırla Kırk Saat 1
“Diriliş Neslinin Amentüsü”nü ve bazı şiirlerini okuduğumda, şu iki hususa kanaat getirmiştim: 1- Sezai Karakoç İslam’dan, İslam’ın yeniden ülkeye ve yeryüzüne egemen kılınmasından yanadır. 2- Bununla birlikte tevhidi safiyet ve netliğe ulaşamamış, “Anadolu Müslümanlığı” diyebileceğimiz eklektik bir çizgide kalmıştır.
Bir gün hepimiz tamamlayacağımız gibi, o da dünya sürgününü tamamladı, imtihanını verip dünyaya veda etti.
İslam’dan ve İslam’ın egemenliğinden yana olmak önemli bir kıstastır, lakin konu İslam olunca tevhidi safiyet ve netlik hayat-memat meselesidir.
Hüküm Allah’a aittir, O’nun için varız ve muhakkak O’na döneceğiz. Rabbim bizlere rızası üzere kendisine dönmeyi başararak rahmetine hak kazananlardan olmayı nasip etsin.
Şükrü Hocam Allah razı olsun. Merhum Sezai Karakoç elbette ölümünden sonra romantik diyebileceğimiz söylevlerle ifade edilmek dışında hakikatli bir analize tabi tutularak adil bir değerlendirme ile kritik edilebilir. Necip Fazıl’ın ölümüne kadar onunla olan yakın ilişkisi, Anadolu irfanı dediğimiz muhafazakar anlayışı ile kimi noktalarda elbette eleştirilebilir. Nihayetinde dünya sürgününü tamamlamış birinin hesabı elbette Allah’a kalmıştır. Umuyorum ki sade, popülizme bulaşmadan, muktedirlerin sofrasından, yanından yöresinden uzak kalarak elleri temiz kalabilmiş bir bilge olarak inşallah Rabbine tertemiz gitmiştir diye dua ediyorum. Her şeyin en iyisini bilen Allah’tır.
Dünya bir sürgün yeri değil ki sürgününü tamamlamış olsun! Karakoç bütün Kur’an vurgularına rağmen tasavvufçu birisiydi ve Osmanlıcıydı. Bu açılardan net bir İslami fikre sahip olması zaten mümkün değildi. Ayrıca tabela partisi olsa da bir parti kurmuş olması, İslami konularda kafasının karışık olmasından kaynaklanmıştır demek gerekiyor!