8.Bölüm
Resim: Ceyda Nur Tekne
Safi ve Hanne Kuzunun etrafı eşek arıları tarafından çepeçevre kuşatılmış vaziyetteydi. Üstelik bir kaçış yolu da artık bulunmuyordu. Safi, kanadından yaralanmış, Hanne Kuzunun ise dua etmekten başka elinden bir şey gelmiyordu.
– Şşşimdi Ssssafii kardeşşş, bizi fazla yormadan Sultan sarayını nasıl bulacağımızı anlat.
Safi, soruya karşılık vermemişti.
-Yapma Sssafi kardeşş, Sultan Ana’nın muhafızı olduğunu biliyoruz. Onun en yakınında olanlardan birisin.
Safi yine yanıt vermedi. Bir taraftan kanadının yarasına bakıyor, bir yandan da Hanne Kuzu’yu korumaya çalışıyordu. İkisi için artık yolun sonu gibi görünüyordu. Hanne Kuzu olanlar karşısında bir şeyler yapamamanın hüznünü yaşıyordu. Keşke bir şeyler yapabilseydi. Yapabildiği sadece dua etmekti.
Fakat birden çok tuhaf bir şey oldu. Tam önünde, elini uzatsa dokunabilecek kadar yakınında, tam da kendi boyunda bir resim, sadece bir kaç saniyelik zaman diliminde görünüp tekrar kayboldu. Resim kaybolurken arkasından, ” Hanne Kuzu, korkma!”, sesini işitti.
Hanne Kuzu resimi gördükten ve ardından gelen sesi işittikten sonra, neden burda olduklarını hatırladı yeniden. Bal özünü almak için gelmişlerdi buraya. Daru Neşide halkının buna ihtiyacı vardı. Bal özünü alamazsa Daru Neşide’ye huzur gelmeyecekti. Sırtındaki çantasını yokladı. Kavanoz yerindeydi. Sonra eşek arılarına baktı. O ürkütücü, vızıltılı sesleri hala korkutuyordu Hanne Kuzuyu. Eşek arıları Sultan sarayını istila ederlerse, ne Bal Diyarında huzur kalırdı ne de Daru Neşide’ye yardım edebilirdi.
Birden kendine bir cesaret geldi. Yüzündeki ciddiyet ve çatılmış kaşları gözlerine yansımıştı. Oturduğu yerden doğrulup Safinin yara almayan kanadından tutunarak konmuş oldukları ağacın dalına indi. Safinin sırtında tüyleri arasında kamuflaj olduğu için o zamana dek eşek arıların pek dikkatini çekmemişti. Birkaç adım öne çıktı sonra. Eşek arıların başı olan arıyla arasında çok bir mesafe yoktu. Ne yapmaya çalışıyordu Hanne Kuzu? Safinin bile korktuğu eşek arılarından hiç korkmuyor gibiydi.
– Bana baksana sen? Senin adın ne bakiim? Diye seslendi sonra olacanca cesaretini toplayarak.
Eşek arılarının başı olan arı, Hanne Kuzu’yu karşısında görünce şaşırmıştı. Sağına ve soluna baktı ve,
– Bana mı dedin sen? diye sordu.
– Evet sana sordum sana.
– Ee şey, benim adım, benim adım. Hah, buldum benim adım Kara Boru.
– Kara Boru mu? Kih kih kih kih. Diye öylesine sesli bir şekilde kahkahalar atmaya başladı ki, yankısı tüm ormana yayıldı.
***
– Bu Hanne Kuzunun sesi. Dedi Küçük Meryem.
– Kahkaha mı atıyor o? Diye şaşırdı Minnoş Neyza.
Saatlerdir ormanınn içinde Hanne Kuzuyu ararlarken onun sesini işitmeleri sevindirmişti onları.
– Ses şu taraftan geliyor çocuklar. Dedi Dilhan dede. Hadi acele edelim. Başı belada olabilir.
***
Kara Boru, Hanne Kuzunun bu kahkahasına anlam verememişti. Öfkesi daha da artmıştı.
– Sssen de kimssin. Kes şu gülmeyi. Yokssa çok fena olur.
– Tamam tamam kestim. Dedi Hanne Kuzu ve devam etti.
– Bana bak Kara Boru. Ben küçük müslümanlardan Hanne Kuzu. Senden hiç korkmuyorum tamam mı. Ben Allah’tan başka kimseden korkmam. İnsanların ülkesinden geldim. Daru Neşide halkının bana ihtiyacı var. Onlara yardım etmek için burdayım. Bizi şimdi bırakın gidelim. Yoksa çok kötü bağırırım.
***
– Sesi kesildi Hanne Kuzu’nun. Hanne Kuzuuu, Hanne Kuzuu. Nerdesiin.
Büyük Meryem hem bağırıyor ve hem de etrafına bakınıyordu. Orman o kadar büyük ve o kadar çok ağaçlarla kaplıydı ki kolayca yolu şaşırabilirlerdi. Bir yandan Hanne Kuzu’yu bulmanın telaşındayken bir yandan da ormandaki ağaç ve bitkilerin tuhaflığı karşısında hayretlerini gizleyemiyorlardı. Ağaçların gövdeleri beş köşeliydi ve dallarında türlü renklerde çiçekler vardı. Daha önce hiç görmedikleri küçük canlıların arasından geçiyorlardı. Aslında korkmaları gerekirdi, fakat canlıların rengarenk görüntüleri onlara çok sevimli görünüyordu.
***
– Sssen bize ne yapabilirsin ki Hanne Kuzu inssan. Etrafına baksana bir. Etrafınız sarılı. Bizim gücümüze karşı koyamazsınız.
– Bak Kara Boru, sizinle kavga etmek istemiyoruz. Kavga çözüm değil. Kavga etmeden de anlaşabiliriz. Hem ne demiş büyüklerimiz. İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşır.
– Bizz inssan değilizzz ama.
– O zaman sen de koklaşa koklaşa anlaşacaksın. Ama kavga etmeyeceksin.
Kara Boru’nun kafası epey karışmışa benziyordu. Fakat şimdi daha şiddetli vızıldamaya başladı. Diğerleri de Kara Boru’ya eşlik ettiler. Belli ki çok sinirlenmişlerdi.
– Ssseninle uğraşacak vaktimiz yok Hanne Kuzu inssan. Bizim işimiz Sssafiyle.
– Benim de işim sizinle. Safiyi rahat bırakın ve defolun burdan.
– Anlaşılan önce sssenden başlamamız gerek. Diyerek Kara Boru, diğer eşek arılarına komut vererek o korkunç vızıltılarıyla çemberi daraltmaya başladılar.
– Pekala, bunu siz istediniz.
Diyerek Hanne Kuzu, göğsüne alabildiği kadar nefes aldı ve olanca sesiyle bağırmaya başladı. Sesi o kadar ince çıkıyordu ki kulakları sağır edecek cinstendi. Bu sesin Hanne Kuzudan çıkıyor olması bir mucizeydi.
***
– Ses bu taraftan geliyor çocuklar. Çok yakınlardayız. Dedi Dilhan dede.
– Bu sefer de çığlık mı atıyor o? diye şaşırdı Fiyaka İbrahim.
– Aman Yarabbi! O nasıl bir sestir öyle. Diye söylenirken Baba Salih, bir yandan da kulaklarını tıkamaya çalışıyordu.
***
Hanne Kuzunun o şiddetli çığlığı karşısında eşek arılarının hepsi havada yalpalamaya başladı.
– Tamam Hanne Kuzzu inssan tamam. Kes şunu. Diye yalvarıyordu adeta Kara Boru.
Fakat Hanne Kuzu, ona aldırmadan bağırmaya devam ediyordu. Durmadan göğsüne hava depoluyor ve sesi yettiğince bağırıyordu. Eşek arıları bayılacak duruma gelmişlerdi. Hatta bir kısmı kendini kaybedip aşağıya düşmüşlerdi bile.
Hanne Kuzu tekrar nefesini toplayıp bağıracaktı ki sesi kesili verdi birden. Bağırmaya çalışıyor fakat kuru bir fısıldamadan başka bir ses çıkmıyordu. Sahip olduğu tüm sesini tüketmişti Hanne Kuzu. Ses kesilince arılar tekrar kendilerine geldiler.
– Ne oldu Hanne Kuzu inssan. Sssesin mi kıssıldı. Oo çok yazzııık. Sssaldırın arkadaşlar. Diyerek Kara Boru, arkadaşlarına taarruz emrini verdi.
Hanne Kuzunun çığlığı kesilmeseydi işe yarayacaktı. Ama beklenmedik ses kısılması onları yarı yolda bırakmıştı. Hep öyle olmuyor mu zaten. Tam herşey yoluna girecek derken, beklenmedik bir aksilik çıkıyor ve bize engel oluyordu. Hanne Kuzu elinden geleni yapmıştı. Hatta elinden gelenin fazlasını yapmıştı. Fakat bu sefer içinde zerre umutsuzluk yoktu. Sesi kısılmış olmasına rağmen kendine olan inancı tamdı. O gördüğü resim ve işittiği ses ona daha önce sahip olmadığı cesareti ve inancı kazandırmıştı.
Resimde gördüğü şey kendisiydi aslında.
Sanki birileri Hanne Kuzu’yu an be an takip ediyor ve resmediyordu.
Mehmet Akif Coşkun