Osmanlı Devleti yıkılmaya yüz tuttuğu 19. yüzyılın ilk yarısında modernizme geçiş hamlesi olarak gördüğü bir takım yeniliklere gitmişti. Bu yeniliklerden biri de müslüman reaya ve zımmi reaya(gayrimüslim reaya) ayrımını ortadan kaldırıp, halk için tebaa kavramını kullanmak olmuştu. Tebaa, kavramından beklenen çok uluslu imparatorlukların yıkılma döneminde herkese eşit mesafede bir devlet görünümü çizmekti. Böylelikle II.Mahmud’un da dediği gibi;
“Ben tebaamdan olan Müslümanları camide, Hristiyanları kilisede, Yahudileri havrada görmek isterim. Aralarında başka bir fark yoktur.”
Tebaa kavramından tam olarak beklenen toplumsal bütünleşmenin sağlanabilmesiydi. Peki geride kalan reaya kavramından tamamen kurtulup toplumsal bütünleşme saglanabilmiş miydi? Bugün geçmişi değerlendirenler II Mahmud’u ve Osmanlı’yı yukarıdaki sözlerine göre değerlendirip, Osmanlı hoşgörüsüne örnek göstermektedir. Halk ne kadar artık tebaa olduğunu düşünse de reaya yani sığır, koyun sürüsü gibi yaşamaya devam etmektedir. Kavramlar ne kadar yumuşatılsa da yönetenler nazarında hiçbir şey değişmemiştir. Bu toplumda modern, seküler düzenin kendini gerçekleştirebilmesi için bir çoban bir de çoban köpeği yeterlidir. Yukarıda kendisinden bahsettiğimiz hoşgörülü devlet anlayışının mimarı II.Mahmut yeni ordusunu eleştiren paşasının kellesini ibret olsun diye sarayı’nda sergilemiştir. Padişahın herhangi bir icraati hakkında en ufak söz söyleme gafletinde bulunanların bile kafaları gövdelerinden ayrılmıştır. Hatta ibretlik olsun diye köpeklere yem yapılmıştır. Mesela bu dönemde yaşanan olaylara bir örnek;
“Devlete düşman olduğundan şüphelenilen birine görevliler “ Senin adın ne?”, “Sen filan kişi misin?”, “Adın Hasan mı Ahmet mi Sadık mı?” diye sorulmuş. şüphelenilen kişi “Evet benim adım Ahmet ne istiyorsunuz?” diye cevap verdiğinde görevliler, canını alacaklarını söyleyip gürültü etmeden diz çökmesini ve kaderine razı olması gerektiğini söylemişler. Yakalanan kişi aranan Ahmet’in kendisi olmadığını başka biri olabileceğini belirtse de aranan kişinin büyük burunlu ve büyük gözlü olduğundan suçlu bulunduğu söyleniyordu. Yakalanan şahıs ısrarla aranan adam olmadığını söylese de padişaha asi olmak ve dinsizlik suçlaması ile itham edilip sözünü bitirmeden başı oracıkta kesiliyordu.”(Tarih incelemeleri dergisi XXXII,2,2017 sf.435)
Bugüne de baktığımızda modern devlet yapısında Allah rıza göstermese de devletin rıza gösterdiği işler yapanlar devletin çizdiği sınırlar içinde her türlü imkana sahiptir. Yine modern devlet yapısında bu yapının temelini etkileyecek herhangi bir şeyi hiçbir şekilde eleştirmeye ve reddetmeye yer yoktur. Bu durum geçmişten bugüne hiçbir şekilde değişmemiştir. Geçmişte sokak ortasında kafa kesenler bugün yerlerini anlaşılmaz işkencelere ve hapis cezalarına bırakmıştır. İktidarın sözüne karşılık, söz söyleyenlerin de aynı şekilde hem siyasiler hem de onların reayaları nazarında bu topraklarda yaşamaya hakkı bile yoktur. Bu dün 28 Şubat sürecinde farklı birileri tarafından yaşatılırken, bugün koltukta başkaları var. 200 yıllık bir devlet geleneğine dönüşmüş modernleşme dedikleri bu sürecin zalimleri ve mazlumları bu sistemde değişmeyecek. II. Mahmud döneminde kelle kesenler kestikleri kişilerin cesetlerini sokakta bıraktıklarında gövdelerine de padişah düşmanı ya da dinsiz diye yafta asarlarmış. Günümüzde de böyle, yaftalardan yafta beğenin eğer sistemin parçası olmayı reddedip, Allahın rızasını gözetiyorsanız, devlet düşmanı, terörist, gerici… gibi bir etiketi adınıza yapıştırıverirler. Ancak kimsenin Müslüman demeye de dili varmaz. Demokrasinin ve modernizmin; geçmişten günümüze kadar hep İslam’ın düşmanı olduğunu söyleyen herkeste gördüğümüz gibi bugün de cezalandırıldıklarına şahit oluyoruz. Sistem kendine tehdit gördüğü her kişiyi, her kavramı, her olguyu, modernizm ve demokrasi dinine kurban olarak sunmaya devam edecek. Asırlar da geçse Ahmed’ler, Mehmed’ler, Sadık’lar Halis’ler bitmeyecek.
Venhar Yorum