(R-M-D) kökünden gelen bu kelimeyi Araplar genelde, sıcaklık/kızgınlık merkezinde kullanmış. Mesela sıcakta kalmış taşa er-ramzau, sıcak otlak yerine el-mermiz, yaz sonunda toprağı sıcak bulan yağmura er-ramzu demişler. Yaz sonlarında veya güz başlangıçlarında sıcakların arttığı zamanda yağan yağmura da Ramazan demişler.
Görülüyor ki her türlü fikrî kirliliğin, zihin kirliliğinin, akıl kirliliğinin tasavvur kirliliğinin, şehvet, ihtiras aç gözlülük gibi haksızlık, zorbalık ve tiranlık gibi daha sayabileceğimiz kötü hasletlerin hararetini dindirip yerini; huzura, mutluluğa, berekete kapı aralayan ve insana serinlik veren yağmura bırakmasını temsil etmektedir. Demek oluyor ki insan, tüm kötü davranışlarının ardından tevbe ederse, vicdanları rahatlatan, bellerdeki yükleri hafifleten ve göğüslere ferahlık verip serinleten ve hepimizin yüzünü güldüren yağmuruna kavuşacaktır.
Kur’an’ın bu ayda indirilmesinin hikmeti belki de burada yatmaktadır. Kirlenen fikirlerin temizlenmesi, zulüm pisliğinin ortadan kalkması; umutsuz, iradesiz, işlevsiz ve cansız bedenlerin tekrar canlanması, hayata dönmesi ve yeryüzünü yeniden canlı ve yaşanılır hale getirmesi bakımından Kur’an’a bir nevi Ramazan yağmuru da diyebiliriz.
Bilginin bol, fakat bilincin oldukça kıt olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Çağımızın en büyük önde gelen klinik vak’asından biri kesinlikle bilinçsizliktir. Bilinçsiz insan sürüleşmiş, düşünme kodlarını yitirmiş, neyi verirseniz onunla yetinmek zorunda bırakılmış insandır. Düşünce üretemez, hak arama gibi üstüne düşmeyen(!) vazife ile uğraşmaz, haksızlıklara da aldırış etmez. Onun dünyasında artık kendinden başka hiçbir şey yoktur, doğumu, hayatı, ibadetleri ve ölümü ancak kendisi içindir. Bir de efendisi vardır, ancak bilir ki efendisi haksızdır, zulümkardır, sömürüye dayalı bir ticaretle meşguldür, işte bu yüzden güçlüdür. O’na el kalkmaz, çünkü o yeryüzünün efendisidir(!)
Tüm bilinçleri alt üst eden, insana yeniden şeref ve onur bahşeden Kur’an, furkan ve beyyinat ile Ramazan ayında inmiştir. İşte bu yüzdendir ki Ramazana güç veren, şeref veren ve onu erdemleştiren şey Kur’an’dır.
Kur’an, davetin kendisidir. İnsanları hakka çağırmak, duyurmak, ilan etmek anlamlarını da bünyesinde barındırdığını bilmemiz gerekir. Mesela Anadolu’da bir düğün, sünnet ya da bir söz kahvesi için “okuntu” “okumak” neyi ifade ediyorsa insanlar için “igra” da onu ifade etmektedir/etmelidir.
Furkan, hakkı batıldan, iyiyi kötüden, yanlışı doğrudan ve adaleti zulümden ayırt etme bilinci ya da yeteneğidir. Şimdi bu bilinç ve bu yeteneğini fark edenler elbette kabına sığmayacak ve üzerindeki tüm zillet zincirlerini kırmak için çaba sarf edecek, baş kaldıracak ve kıyam bilincine ulaşacaktır.
Beyyinat kavramı ise apaçık deliller, belgeler, ispatlar ve açıklamalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Kuran, beyyine/beyan kavramını genelde kendisine tahsis edip neyin nasıl olacağı hakkında bilgi verip açıklamasının gayesi, muhatabı olan insanın fark etme (Furkan) bilincine ermesi içindir.
Görülüyor ki Mekke’de yeni bir toplum, yeni bir nesil inşa etmenin ana kodları bunlardı. Ayet daha iner inmez neyin ne olacağını, sonunun nereye gideceğini iyi bilen “efendi” tayfası olanca hınçları ve hırsları ile karşı koyuyorlardı. Muhammed’i adeta uyuyan devi uyandırmakla suçluyorlardı. Aslında kendileri suçlu bir kavimdiler zira Allah’ın yeryüzündeki egemenliğine ortak oluyorlar ve bu hakkı kendilerinde görüyorlardı. İşte bu gayri meşru hak ile suyun başına oturuyorlar, tüm gelir musluklarını kendi bahçelerinden geçiriyorlar, diledikleri zaman muslukları kapatıyorlar, diledikleri zaman ekine zarar veriyorlar ve diledikleri zaman halkın malını gasp etme yollarına başvuruyorlardı. Tüm bunlara baş koyacak bir tek neden vardı. Egemenliğin kayıtsız şartsız Allah’a yeniden verilmesi idi. Kavga da burada başlıyordu.
Peygamberliğinin ilk yıllarında bir bedevi O’na insanları neye davet ettiğini sorar: Sadece aziz ve hamid olan Allah’ın bir tek ilah olduğuna cevabını alınca ilahın ne anlama geldiğini iyi bilen bedevi şöyle der: “O zaman sen Roma ile de İran ile de savaşacaksın”… Evet savaşacaktı çünkü ilahlığın sadece Allah’a ait olduğu yeryüzünde, din ve devlet adamlarının tarih boyunca gerek putları adına, gerekse Allah adına bir egemenlik kurarak, hakikatin kaynağını kendi aşkın kurumları için parçalayabiliyorlardı. İşte bunun için savaşmalıydı.
Bütün ibadetlerde olduğu gibi Ramazan bilincinin dönemin müşrik, putperest, tefeci, faizci, gaspçı zulümkar bir topluma Allah adına başkaldırı niteliğinde olan Kur’an bilincinden hareketle; bizler de gerek yerel, gerek küresel tüm zorbalara; faizci sömürü odaklarına; yasal gaspçılara; Allah’ın hakimiyetini parçalayarak hükümranlığa ortak olan ve kendi çıkarları için çalışan tüm tiranlara bir kıyam bilincini kuşanmalıyız.