“Sakın kafirlere arka çıkma!” (28/86)
“Sakın müşriklerden olma!” (28/87)
“Sakın müşriklerden olma (denildi)!” (6/14)
“Sakın müşriklerden olma diye (emredildi)” (10/105)
“Eğer şirk koşarsan amellerin boşa gider de, hüsrana uğrayanlardan olursun!” (39/65)
“Sakın cahillerden olma!” (6/35)
“Sakın şüpheye düşenlerden olma!” (6/114)
“Allah’la beraber bir başka ilaha daha tapma!”(28/88)
“Hainlerden taraf olma!” (4/105)
“Kendilerine hıyanet edenleri savunma!” (4/107)
“Onlardan bazı zümrelere verdiğimiz dünya malına gözünü dikme!” (15?88)
“Sakın, kendilerini denemek için bir kısmını faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme!” (20/131)
“Hak rabbindendir. Sakın şüpheye düşenlerden olma!” (2/147)
“Hak Rabbindendir. Öyleyse sakın şüpheye düşenlerden olma!” (3/60)
“Sana Hak Rabbinden gelmiştir, sakın şüphecilerden olma!” (10/94)
“Allah’ın ayetlerini yalanlayanlardan da olma, sonra hüsrana uğrayanlardan olursun!” (10/95)
“Gafillerden olma!” (7/205)
“O halde onların taptıkları şeyler hakkında şüphen olmasın!” (11/109)
“Onlardan dolayı üzülme, kurmakta oldukları tuzaklardan dolayı kaygı duyma!” (16/127)
“Onların yüzünden tasalanma, kurmakta oldukları tuzaklardan dolayı sıkıntı duyma!” (27/70)
“Yalanlayanlara itaat etme!” (68/8)
Kıymetli dostlar!
Bu uyarıların her biri bir Kur’an ayetidir. Ayetlerin sadece bu kısımları alınmış, numaraları da gösterilmemiştir.
Bu uyarılar bana veya size değil, Allah’ın, Kur’an’ı kendisine emanet ettiği, kafir bir toplumu imana çağırmakla görevlendirdiği insana, Allah’ın Rasulüne yapılmıştır, ilk muhatap odur.
Bu uyarıların ne kadar ağır olduğu açık ve ortadadır. Her biri adeta, Rasulullah’a söylendiğine inanmakta güçlük çekeceğimiz bir tazyiktedir. Bu uyarılar, belini büken yükü ‘ıh’ demeden taşımış, yükünden hiç şikayetçi olmamış, nebî/rasûl ve de müslimlerin ilki olan bir zata yöneltilmiştir. Fakat bu uyarılar onun ne kişiliğine hasar vermiş, ne psikolojisini bozmuş, ne de dininden kuşkuya düşürmüştür.
Allah Rasulü Müslümanlığından, dünyayı değiştirecek bir çağrının önderi/lideri/imamı olmaktan tevbe etmemiş, bazı müminlerde görülebilen zaaflardan İslam davasını suçlamamış, İslam davasına küfretmemiş, kafirlere yağcılık yapmamış, “siz onlardan daha iyisiniz” diyerek, kendini kafirlere beğendirmeye çalışmamıştır. Rabbinin uyarıları sadece imanını artırmıştır.
Allah Rasulü İslam davasının başında neyse, sonunda da o olmuştur. Hira’dan ilk vahiyle döndüğü günden itibaren çizgisini hiç eğriltmemiş, zikzaklar çizmemiştir. Kafirler ondan hiçbir zaman umuda kapılmamışlardır. Kafirlerle kendisini ‘biz’ saymamıştır. ‘Biz’ diye sadece müminleri bilmiştir.
Dikkat buyurun lütfen: Şirk koşma, hainlerden yana olma, kuşkuya kapılma, bocalama, yalpalama, onların ilahlarından yana şüphen olmasın gibi uyarılar sahabeye değil, Rasulullah Muhammed (sav)’e yapılmıştır. Oysa o, bu uyarılara muhatap olmayı gerektirecek bir eylemde bulunmamıştı, gönlü kaymamış, akidesi bozulmamıştı. Buna rağmen bu uyarılara muhatap olması acaba nedendi?
Demek ki din işi bir oyun ve eğlence işi değilmiş. Din işi, davası üzerinde hiç sarsılmadan, dağ gibi durabilmekmiş. Din işi, dinlerini oyun ve eğlence edinenlerin, kendilerine iliştirdikleri (‘İslamcı’ vb.) etiketleri usanınca yiyenler gibi olmamakmış. Din deyince akla gelen hiçbir Nebî, geldiği istikamete ökçesi üzere geri dönmemiştir. Nebiler hayatlarını ikiye ayırmışlardır: Nebî olmadan önce ve nebî olduktan sonra. Onlar namusla dini aynılaştırmışlardı. Onların dininde dün öyle, bugün böyle diye bir yasa yoktu. Söz bir, Allah birdi.
Meğer İslamcılıktan da tevbe edilirmiş! Oysa bizim bildiğimiz, küfürden, şirkten, nifaktan tevbe edilir. Büyük (ve küçük) günahlardan pişman olunur ve bir daha yapmamak için Allah’a söz verilir. Müslüman olduğu halde, Allah yolunda yeterince koşturmamaktan vicdan azabı duyulur; tıpkı Tebük savaşından geri kalan üç Müslüman gibi. Peki, İslamcılığından tevbe edenler bunların hangisine uymaktadır? Onlar dümeni nereye kırmışlardır? İslamcılıktan nereye, kime sığınmışlardır? Her sene tekrar eden, ‘eyyâmul Arap’ benzeri ‘eyyâmul etrak’te din karşıtı rejime ve kurucusuna güzellemeler yaptıklarına bakılırsa, kıbleleri gayet nettir. Yanlış anlaşılmasın: İslamcılık kelimesi üzerinde bir öz eleştiri değil söz konusu olan; konu bir taşınma hadisesidir, eksen kaymasıdır.
Taşınanlar, taşınmakla yetinmiyorlar, içinden çıktıkları mahalleye küfürler yağdırıyorlar. Sorgulanması, yakasına yapışılması gereken, küre çapında bir tuğyan dururken, onlar dönüp dolaşıp İslamî değerleri sorguluyorlar. İslam’ın işinin bittiğini, artık İslam’ın iktidarı, İslam’ın bir devlet nizamı olmasının vb. hayal olduğunu söylüyorlar. Kendi kalplerinde oluşmuş hastalıkları bütün masum insanlara bulaştıralım istiyorlar. Bugünkü modern kabullerin doğru dediğinin doğru, eğri dediğinin eğri olduğuna inanıyorlar. İslamcılıktan tevbe etmek, İslam’ın şiarlarına küfretmek için kuyruğa geçenler İslam’ın, harîm-i ismetine dil uzatmadık hiçbir mefhumunu bırakmak istemiyorlar. Müslümanların direncini kırmak için önce mefhumları mefluç etmek gerektiğinin farkındadırlar.
İslamcılıktan tevbe edenler “güce tapıyorsunuz, adına Allah diyorsunuz” derken meğer tam da kendi özgeçmişlerini özetliyorlarmış. Çünkü görüyoruz ki bu zevat, her dönemde güç neredeyse, yüzlerini oraya çevirmektedirler.
Çevremiz, Allah’a inandığını söyleyen ama Allah’ı sorgulayan; Kur’an’a inandığını söyleyen ama Kur’an’dan utanan; Rasulullah’a iman ettiğini söyleyen ama Rasulullah sözünü hep taca atan baronlarla dolu. Rabbim Allah’tır deyip, bedeli ne olursa olsun, dümdüz bir istikamet tutturmak bu kadar zor mudur acaba?
Rasulullah (sav) Rabbi tarafından “şüpheye düşenlerden olma!” uyarısı almıştı. Rasulullah’a gelen uyarı, İslamcılığından tevbe edenlere niçin gelmemektedir?
İslam’ı sadece, gruplar arası cedel ve gürültü kirliliği olarak tanıyan genç nesil, yeni ‘tevvâbûn’ hareketine bakıp, hakikaten kendilerini İslam’la aldatılmış olarak düşünmeye başladılar bile. Gençliğin kafasını şüpheler kemirmektedir. Alim, hoca, üstad vs. etiketli baronlar artık, Allah hakkında türlü zanlarda bulunmaya başlamışlar (33/10); “Meğer Allah ve Rasulü bize boş vaatlerde bulunmuşlar!” (33/12) deme noktasına gelmişlerdir. Onlardaki bu şüphe durumu gençliğe sirayet etmektedir.
Allah bizden söz almıştı. Sadece O’na iman edecek, sadece O’ndan yardım dileyecek, sadece O’nun adı yüce olsun diye koşturacaktık. Kafirlere öykünmeyecektik. Kafirlerin ellerindeki dünyalıklara, teknolojiye, sahte ışıltılara aldanmayacaktık. Atları-eşekleri bir tutam otla aldatabilirlerdi ama müminleri hiçbir mihrak aldatamayacaktı. Ökçemiz üzere geri dönmeyecektik. Kafirlere, sizin yaşam tarzınız Müslümanlardan daha iyi demeyecektik. Müslümanlara mermi olması için uzatılan her mikrofona şehvetle kelimeler, cümleler üflemeyecektik. Müminleri kardeş ve velimiz bilecektik. Mümin kardeşimizi kardeşçe uyaracaktık. Kafirlere, “biz sizinle aynı gemideyiz” demeyecektik. Yusuf’un, kardeşlerine gösterdiği af, merhamet ve tevazuyu, onun kardeşlerinden daha Müslüman olan kardeşlerimizden esirgemeyecektik. Dünya metaına bağlanmayacaktık.
En önemlisi de şu değil midir: Allah’a iman eden, Kur’an’ı rehber, Muhammed’i (sav) önder edinen her mümin, yeryüzünde Allah’ın bu yüce dinine göre bir hayat kurulması için bütün gücüyle çalışmaya imza atmış oluyordu. Biz müminler yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’a ait oluncaya kadar çarpışacaktık, vuruşacaktık, savaşacaktık. Bugün ne oldu da, Müslüman ismi taşıyanlar imzalarını geri çektiler; bu sevdayı çürük ipliğe dizilmiş hülya diye satılığa çıkardılar? Yoksa Allah, dinindeki bu hükümleri değiştirdi de haberimiz mi yok?
İbret alın ey akıl sahipleri.
İktibas Mart 2022