Ademoğlunun mazarratı Marmara denizinden patlak verdi. Deniz salya-sümük kustu insanın pisliğini, bastı alarm düğmesine. Adını neden müsilaj koyduklarını bilmediğim bu kirlenmenin hükümet boyutu çok önemli. Çünkü deniz salyası siyaset salyasının da önemli muhbiri. Anlaşılan o ki bir kere daha hükümet ‘aldatıldık’ diyecek ve iş bitecek.
Hükümet boyutu kuşkusuz adam akıllı sorgulanmalıdır lakin hiç atlanmaması gereken önemli bir husus da, temizliği/saflığı/doğallığı iğfal edilen denizin bu hale gelmesinde toplumun bir şekilde pay sahibi olduğu gerçeğidir. Denizlerimizin, ırmaklarımızın, göllerimizin alabildiğine zehirlenmesi, hatta talan edilmesinde hükümetlerin politikalarının birinci dereceden rolü varsa da, eş oranda insan faktörünü de nazarı itibara almak gerekmektedir.
Adına insan denilen bu yaratık tek başına dünyayı kirletip, cehenneme ya da bir fosseptik çukuruna döndürmeye yetmektedir. Dünyanın bekçisi olması istenen muhafız, dünyanın harîm-i ismetine tasallut etmektedir. Dünyayı kirletmede sınır tanımayan bu aç gözlü canavar şimdi de uzayı çöplüğe çevirmek üzere kolları sıvamış bulunmaktadır.
Son yıllarda yani para arttıkça, teknoloji ilerledikçe ifsadın nicelik ve nitelik boyutunda devasa artış gözenmektedir. Devlet ve millet el ele vererek Allah’ın bize emanet ettiği tertemiz denizleri kirlettik. Deniz, önümüzde-ardımızda ne varsa içine dahlederiz ve o da yutar, ayıbımızı bir gün yüzümüze vurmaz sandık. Demek ki insan bütün cürümleriyle bir gün bir şekilde yüzleşecektir. Bu sünnetullah gereğidir.
Aslında Marmara’yı temizlemeye gerek var mı, bilmiyorum. Çünkü bir tarafta temizlik çalışmaları sürerken, öte tarafta kirletme hareketleri de bütün fecaatiyle devam edecektir. Birkaç fabrikaya ceza kesmekle, tabiatın kirletilmesine kesin son verildiğini sanmamız hedeflenecektir. Esas yapılması gereken, bütün kirlenmelere karşı bütün temizlenmeyi yaşam biçimine dönüştürecek bir zihinsel devrimi gerçekleştirebilmektir. En büyük kirliliğimiz de akidededir.
Dikkat ederseniz denizi felç eden kirletmeden bahsedilmekte fakat karadaki ‘müsilaj’ı kimse gündem yapmamaktadır. Oysa karadaki kirlilik belki denizdekinden kat kat fazladır. Ovalarımız, bakmaya kıyamadığımız yeşil vadilerimiz, hatta dağlarımızın zirvesi bile lanet olası pet şişelerden, bira tenekelerinden, plastik atıklardan, bir kullanımlık malzemelerden geçilmemektedir. Tabiatın hangi yeşil, sakin, tenha bir köşesi aklımıza gelse, biz varmadan oranın iğrenç şekilde kirletildiğine şahit oluyoruz. Bu halimizle acaba Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağız?
Nasıl bir toplum olduk böyle? Bu kadar sorumsuz, vurdumduymaz, bencil, zevkperest, ukala, hoyrat, ahlaksız bir toplum yetiştirmek nasıl becerildi, anlamak çok zor. İşin vahim tarafı şu ki, karada (ve denizde) kirlenme bütün boyutlarıyla devam etmektedir. Şehrin fuar alanında her sene birkaç defa açılan tarım ürünleri fuarına ilişkin afişler ilişti gözüme. Her fuar açıldığında şehir merkezinden mahallemiz istikametine giden büyük caddenin ve tramvayın bütün elektrik direklerine -hiçbiri es geçilmemek üzere- bu afişler itina ile asılmış. Fuar bittiğinde -daha doğrusu asıldığı andan itibaren- ise bu afişler çöptür ve nereye gideceği, yani nereyi kirleteceği belli değil midir?
Acaba karadaki kirlenmenin farkına varmak için tıpkı Marmara’daki gibi, çöp yığınlarının ve zehirli atıkların bir gün dağlar şeklinde harekete geçip, kapımızı kuşatma altına almasını mı bekliyoruz?
Aslan yatağından belli olur derler. Ama ‘pis hayvan’ diye anılan da öyle değil midir?
Doğrusu denizde, karada ve havada yapılan kirletmeler, toplumsal bozulmanın bir başka açıdan uyarıcısıdır. Toplum/ülke olarak siyasetten başlayarak hayatın her alanında kirletme yarışı içindeyiz. Bir ‘suç örgütü’ lideri siyasetteki kirlenmenin boyutlarına dair ifşaatlarda bulunuyor. Kirlenmenin boyutlarına bakın ki, bunca ifşaata rağmen hiçbir taş yerinden oynamıyor, pislikler halının altına süpürülmeye devam ediliyor. Halı ise artık pislikleri örtmeye yetmiyor. Ayrıca, altı çöp süprüntüleriyle dolu halı yılanların-çıyanların da üreme çiftliğine dönüşmüş bulunmaktadır. Marmara’nın müsilajı ile siyasi-toplumsal çürümenin boyutları aynı.
Toplumda şüphesiz denizi kirletmeyen, karada sıfır atıkla yaşayan, ahlaki olarak kimseye bir kötülüğü dokunmayan ‘temiz’ insanlar var. Lakin temiz olmak yetmemektedir. İnsanların, Kur’an’da kıssaları anlatılan helak edilmiş kavimler misali helak olmaktan korunmaları için, Allah rızasından başka hiçbir amaç gütmeyen uyarıcılara ihtiyaçları var. Bu uyarıcılar ısrarla ve hiçbir ahlaksızın saldırısından korkmadan, toplumun Allah’ın dinine dönmesi gerektiğini vaaz etmelidirler. Müslüman görünüp münafık gibi yaşayan kitleleri, Allah’ın dinini paket yapıp arşivlere kaldıran siyaseti en yüksek perdeden uyarmanın her zaman zamanıydı ama şimdilerde daha bir zamanıdır.
Temizlenmenin, temiz insanlar ve temiz toplum olmanın yolu herhalde akidesi, ameli, niyeti temiz insanların inisiyatif almalarından geçer. Akidesi pis insanlar temiz toplum kuramazlar. Kendisi tepeden tırnağa pisliklere batmış, insanlara hiç güven vermeyen, şirkin ve küfrün kokuşmuş mihraklarında kurtuluş(!) yolları arayan, Amerika ve diğer dünya siyaset aktörlerine göre pozisyon belirleyen bir siyasetten hiçbir şekilde temiz toplum çıkmaz. Bizim temizlenmemiz -tıpkı Müddessir suresinde buyrulduğu gibi- sadece Allah’ın dinini din edinmekle mümkündür.
Allah razı olsun abi. Allah’a emanet olun.🖐️😊
güncel bir konuya Müslümanca bir bakış. Allah razı olsun.
Deniz ve Beytullah kardeşler, sizden de Allah razı olsun