Modern dünyanın kıskacında hapsolmuş insan kendine nefes aldıracak bir yer bulma ümidi ile çırpınıp durmaktadır. Modern mi olsa post modern mi olsa bir türlü karar verememektedir. Çünkü okuduğu her şey, gördüğü her imge ve aldığı tüm mesajlar ona bireysel olmayı, hedonist olmayı ve bencil olmayı dayatmaktadır. Gelenekten kopuş insanda özgür olma hissi uyandırmakta ama aynı zamanda insanı köksüzleştirmekte ve amaçsızlaştırmaktadır. Özgür olduğunu hisseden birey bir yandan özgürlüğünü feda edeceği düşüncesiyle geleneğe sırtını çevirmekte diğer yanda ise birey olarak tek başına yaşayacağı yeni dünyasında ise sürekli yalnız ve can sıkıntısıyla ömrünü tüketmektedir. Sınırsız özgür olduğunu hissettiği dünyasında sürekli mutlu olabilmek için etrafındaki her kişinin ve her nesnenin yalnızca kendi mutluluğu, hazları için feda edilebilecek birer obje olduklarını düşünmektedir. Felsefecilerin antroposentrizm diye tanımladıkları evrenin merkezinde insan vardır anlayışı bireyin evrenin merkezine tamamen kendini yerleştirmesiyle son bulmuştur. Artık evrenin merkezinde kendisi vardır ve o bir ilahtır. Cemaat, cemiyet, aile ve ne kadar topluluk varsa onun için yalnızca onu mutlu edebildiği oranda işleve sahiptir. Kendisini sınırlayabilecek her türlü bağlardan arınmış bir birey vardır.
Modern insan, bilginin içinin boşaltıldığı bir dünyada sessiz yığınlara dönüştürülmüştür. Artık her şey görecelidir. Kesin bir doğru, yaslanılabilecek bir hakikat kalmamıştır. Her birey kendi hakikatini oluşturmakta ve kendi özgürlüğünü sağlamlaştıracak kelimelerden kaleler inşa etmektedir. Varlıkla kurduğu ilişki biçimi arızalıdır. Her şeyin sahibi gibi davranmakta ve kendisinden sonraki dünyayı umursamamaktadır. Sadece kendisinden sonraki dünyayı değil içinde yaşadığı evrendeki hiçbir canlıyı ve doğayı da umursamamaktadır. Her günahın serbest olduğu ama her helalin yasak olduğu bir dünya yaratmıştır kendine. İyilik yapmak yasaktır mesela, kazancından ihtiyaç sahiplerine pay ayırmak, yetimin başını okşamak, emri bir maruf nehyi anil münker yapmak yasaktır. Çünkü ilah kendisidir. Eğer Allah’ın emrettiklerini yaşayacak olursa o zaman sığındığı kalesinden dışarı çıkarak cemaate ve cemiyete karışacak ve özgürlüğünden vazgeçecektir. Zira Allah, bireyin yatak odasından tutun da sözü nasıl söylemesi gerektiğine kadar onun hayatına müdahil olacaktır. Bu bağlanma durumu modern insanın hazzetmediği bir durumdur.
İnsan, içinde bulunduğu ruh halini ve ona bağlı eylemlerini meşrulaştırmadığı sürece de kendini huzurlu hissetmeyecektir. Modern insan hangi inancı paylaşıyorsa o inancın içinden kendisine yaslanabileceği sağlam dayanaklar da bulacaktır. Gerekirse yeni bir ruhban sınıfı oluşturacaktır. Bu ruhban sınıfı birey olarak kalmanın faziletlerini, cemaatlerin ne kadar kötü olduklarını ve hatta cemaatlerin yapmış oldukları bilfiil kötü eylemleri örnek göstererek onlardan uzak durulması gerektiğini anlatacaktır. Yanlışlar üzerinden daha büyük yanlışları inşa edebilmek için bizzat devleti yöneten aygıtlarda ruhban sınıflara her türlü desteği sunacaktır. Çünkü kendi başına terk edilmiş sürüler idare edilmek açısından çok daha kolay lokmalar olacaklardır. Çünkü bir binanın tuğlaları gibi birbirine sıkıca bağlanmış, birbirlerinin acılarını kendi acısı bilen, her türlü mücadelede omuzlarını kardeşlerinin omuzlarından eksik etmeyen bir cemaat kuşkusuz manipüle edilmeye daha uzaktır. Seküler bir toplum var edecekseniz eğer, sekülerleştireceğiniz toplumu, bir geleneğe sahip olan inançlarından uzaklaştırmanız gerekmektedir.
Modern yahut post modernizm geleneği olan yani kökleri olan, bir usule bağlı olan bir yaşamı asla istemez. O köksüzdür ve varlığını köksüz bırakmakla yaşatabilir. Bireye köklerini hatırlatacak her türlü bilgiden onu uzaklaştırır. Onu simüle edilmiş sahte gerçeklik içinde yaşatır. Görsel basın, radyolar, tv’ler, eğitim kurumları, yasalar, STK’lar hepsi simüle edilmiş dünyayı gerçek sanmamız için iş başındadırlar. Algı mühendisliğinin başında kim varsa onun doğrularıyla yaşatır bireyi. Bugün kahraman ilan ettirdiklerini yarın hain olarak tanımlayabilirler. Dün alkışladıklarını bugün lanetleyebilirler çünkü onlar için hakikat diye bir şey yoktur var olan yalnızca sermaye ve otoriterliktir. Güce tapar modern ve post modern yaşam. Kendisi gibi inanmayanları kültür endüstrileri ile, ideolojik aygıtlarıyla ve dahi baskı aygıtlarıyla dönüştürmeye çalışır. Dönüşmeyenler ya haindir, ya terörist. Modern insan kapitalizmin çocuğudur ve onu idare edenlerde kapitalizme iman etmiş baronlardır. Kapitalizm halkların kaderini küçücük bir oligarşinin parasal heveslerine teslim eder. Bir anlamda, bir haydutlar rejimidir. Tek ölçütü kar olan insanlar akla yatkın biçimde, “haydutlar” diye adlandırılamaz mı? Peki ya bu ölçütün hizmetinde, gerekirse milyonlarca insanı çiğneyip geçmeye hazır olanlar ne olarak adlandırılmalıdır?
Modern insan ulus fikrine iman etmiş bir insandır. Onun insanlığını artık inançları değil vatandaşlığı belirlemektedir. Millilik sınırları içinde kalarak düşünür. Milli devlet, sıradan ahalinin (millet) manevi bilgeliğiyle aşılanmış seküler bir yapıyı (devlet) imler. Buna karşılık, millet devlet düzeyine yüceltilirken, halkın gündelik kültürüne resmi bir statü bahşedilir. Aslında gündelik kültür, öncesinde nadiren sahip olduğu bir fazilete ve onaya kavuşur. Bu şekilde iktidar koridorlarında nadiren gözlenen bir hayalperest şevkle donatılan siyaset, daha az yavan bir meşgaleye dönüşür. Akılcılık ve romantizm iç içe geçer. Yasal ve siyasal düzen, ölümsüz kimi ahlaki hakikatle beraber, kitlelerin gündelik beğeni ve tiksintileriyle ilişkilenir. Antik mit ve modern ilerleme, halk adetleri ve askeri strateji birbirine bağlanır. Milliyetçiliğin tek bir organik birliğe dönüştürmeye çalıştığı geçmiş, şimdi ve gelecek de böyledir. Modernliğin seküler parçalı zamanına kutsal, kesintisiz millet anlatısıyla karşılık verilir. Son yıllarda Türkiye’de bir çok islamcının yuttuğu zoka da işte tam budur. Her şeyi ulus kimlik üzerinden bir mite dönüştürmek ve iktidarın her yaptığı şeyi kutsamak. Hayatı belirleyen şey İslam olmaktan çıkmış artık mili olan toplumun gündelik hayatına hakim kılınmıştır. 15 Temmuz miti de yeni nesillere işte bunun için zerk edilmektedir. Milli değerler artık Allah’ın yasalarının önüne konmuştur ve üzücü olan şudur ki bütün bunlar bizzat İslamcılar eliyle gerçekleştirilmiştir.
Hakikat birilerinin eliyle buharlaştırılmaktadır. Modern insan zokayı yuttuğunun henüz farkında değildir. Kendi köklerinden uzaklaştıkça fıtratına yabancılaşmaktadır. Vahyi hayatının merkezine çekmediği sürece ve onu anlamaya gayret etmediği sürece kölelik zincirlerinin daha da katlanacağı bir dünyaya doğru hızla kendini atmaktadır. Kendisine dayatılan algıyı fark etmek zorundadır. Özgürlük diye sunulan şeylerin, rahatlık olarak anlatılan şeylerin insanı özne olmaktan nesne olmaya doğru iten, bir makinenin dişlileri arasından çıkan tek tip mamullere dönüştüren metaya çevirdiğini görmelidir. Modern insanı inşa edenler farklılıklara saygı duymayanlardır. Dünyanın dört bir yanında kendi belirledikleri uygarlık anlayışı çerçevesinde dünyayı dönüştürme savaşlarından tanıyabiliriz onları. Hiçbir inancı benimsemezler inandıkları tek inanç sermaye ve güçtür. Bunları elde edebilmek için tüm dünyayı yakmaktan çekinmezler. Ama kendilerini güçlü maskelerin arkasına gizlerler. Oldukça insancıl (hümanist) olduklarını iddia ederler dünyada onca masumu katlederlerken. Bütün inançlara saygı duyduklarını ilan ederler kendilerinin önünde engel olduğunu düşündükleri inanç sahiplerini katlederlerken. Adil bölüşümden bahsederler dünyanın üçte ikisi açlıkla mücadele ederken. Üstelik kendilerinin çöpe attıklarıyla dünyanın üçte ikisi doyacakken. Silahsızlanmaktan bahsederler en yeni silahlarını masumların üstüne kusarlarken. Gözlerimizin içine bakarak yalan söylemeye ve aklımızla alay etmeye devam ederler.
Eğer tarihin uyanışı varsa, onu aramamız gereken yer, kapitalizmin barbar muhafazakarlığının ve onun çılgına dönmüş gidişatını korumaya çalışan tüm devlet aygıtlarının gözü dönmüşlüğü tarafında değildir. Mümkün tek uyanış vahyin gücünün kendisinde kök saldığı halka dayalı bir girişimin uyanışıdır. Bu da ancak vahyi hayatın merkezine taşımakla mümkündür. Millilik duygularını bir kenara bırakarak müminlik kimliğini kuşanmakla mümkündür. Modern insan gibi her şeyi sınırsızca tüketen bir vahşi olmayı reddetmeliyiz. Muktesit olmayı ilke haline getirmeliyiz. Bize sunulan her bilginin arka yüzünü okuyabilmeli ve muktedirlerin kendi hevesleri ve egoları için yaşayan zombiler olmayı reddetmeliyiz. Her şeyi Allah’ın oku dediği şekilde okuyan ve rabbin terbiyesi ile inşa olan inan modern insanı dönüştürebilecek tek insandır ve yeryüzü için de umut olandır. Her zaman muktedirler yaratmış oldukları ruhban sınıflarıyla halkı köleleştirmeye ve kendisine itaate mahkum etmektedirler. Her daim ruhbanlara dikkat eden ve adil bir duruşla muhalefet geleneğini devam ettiren bir mümin modernite karşısında mağlup olmamış demektir. Muktedirlerin sofrasından beslenerek onların helal dediğine helal, haram dediğine haram diyerek onların sesi olanlar yahut onlara meyledenler, sempati duyanlar ve bu sempatilerini çeşitli platformlarda dile getirenler bilmelidirler ki ise moderniteye mağlup olanlardır. Moderniteye her kim mağlup olmuşsa imanını tazelemesi gerekmektedir.