Mikail Bayram tarihi olaylara farklı bakabilen sıra dışı bir tarihçi olarak Sufi menkıbelerine, özellikle de Celalettin Rumi’nin anlayışına getirdiği eleştirel bakış sebebiyle ötekileştirilen Müslüman bir tarihçidir.
Mikail Bayram’ın önemli özelliklerinden birisi şüphesiz Farsça’ya ve Arapça ’ya olan hâkimiyeti sayesinde kaynak eserleri okuyabilmesi, Kur’an-ı Kerim-i merkeze alarak yaptığı eleştirel bakış açısıdır.
Mikail Bayram Hoca’nın hayatından kesitlerin anlatıldığı “Mikail Bayram Kitabı: TARİHİN KUYUMCUSU Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?” isimli söyleşi kitabından söz edeceğiz. Elips Yayınlarından çıkan kitap 502 sayfadan oluşmaktadır.
Kitabı okuduğumuzda Mikail Hoca’nın şahit olduğu olaylar ve şahsiyetlerle ilgili anılarına rastlamaktayız. Mikail Hoca’nın yaşamının kimi zaman hüzünlü kimi zaman tebessüm ettiren, farklı çevrelerden insanlarla ilişkilerinin anlatıldığı çalışkan bir Müslüman şahsiyet ile karşılaşıyoruz.
Mikail Hocanın ailesi İran’dan göç etmiştir. Van’ın Saray ilçesinde 1940 yılında Sünni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Halkı Kürt olan köylere okul yapılmazken kendi ilçesinde Türk nüfus çoğunlukta olduğu için açılan okulda tahsilini yapabilmiştir. O dönemde okul her yerde olmadığı için tahsil hayatında sıkıntılar çektiğini, kimi zaman camide kimi zamanda arkadaşları ile metruk evlerde yaşadığını belirtiyor.
Mikail Hoca, Türkiye’de 17.615 kişi faili meçhul olarak katledildiğini, bunun ekserisinin doğu insanı olduğunu söylüyor. “PKK bir Yahudi oyunu” dedikten sonra Öcalan için “ Kürtçe bilmeyen, ne anası yönüyle ne babası yönüyle Kürt olmadığını, anasının Ermeni orjinli olduğunu” söylüyor. Hoca, kendisinin Kürtçe şiirler okuduğu için Hayrettin Karaman tarafından ayıplandığını, bu yüzden Mikail Hoca’nın elini sıkmadığını ve bir daha Mikail Hoca ile konuşmadığını belirtiyor.
Mikail Hoca, Şeyh Said ile Said Nursi hakkında şöyle bir bilgi veriyor; Şeyh Sait, isyan etmeden önce Said Nursi’ye bir mektup yazmış. Kendisine destek vermesini istemiş. Said Nursi “Bu kavim(Türkler) necip ve İslam’a hizmet etmiş bir kavimdir. Bu kavmin nesline, soyundan gelene kılıç çekilmez; bunlarla savaşmak caiz değildir.” diye öğütte bulunmuş. Mikail Hoca, Said Nursi’nin 1. Dünya Savaş’ında Kafkas Cephesinde esir düştüğünü kamplara götürüldüğünü, oradaki hayatının karanlık olduğunu belirttikten sonra “Tarihçe-i Hayat’ında Rusya’daki esaret hayatıyla ilgili fazla bir şey söylemiyor. Nereye gitti, kimlerle tanıştı, kimler onu alıp Doğu Almanya’ya götürdü?” diye sormaktadır.
“Nurcuların birçok gruplara bölündüğünü, bu gruplardan birinin Fetullah Gülen örgütü olduğunu, Risale-i Nurların okunması yerine kendi eserlerini okutup ayrı bir cemaat oldu.” sorusuna Mikail Hoca şöyle cevap veriyor: “ Bu işler Fetullah Gülen’in düşüncesinden çıkmadığını bir üst akıl işi olduğunu” belirttikten sonra “Gülen’in çapının buna yetmeyeceğini” söylemektedir. Fetullah Gülen’in bir piyon olduğunu Amerika’nın siyasetinin bir parçası olduğu söylemektedir. Fetullah Gülen’i Amerikalıların keşfettiğini alıp Amerika’ya götürdüklerini, Gülen’in bütün okullarının Amerikan düşüncesiyle kurulduğunu hatta birçoklarının finansmanın da Amerika tarafından karşılandığını söylüyor.
Mikail Hoca üniversite yıllarında gayretli biriymiş. Büyük Doğu çevresinde bulunup Necip Fazıl ile hareket ettiğini anlatıyor. Seyyid Kutup, Mevdudi gibi şahsiyetlerin eserlerini okuduktan sonra Necip Fazıl “gözümde küçüldü” demektedir. Bir arkadaşının Necip Fazıl’ın kumar oynadığını söyledikten sonra bunu Necip Fazıl’ın yüzüne karşı ; “ Bir insan neyi düşünüyorsa düşüncesinin de adamı olmalı, hayatında da o düşünceyi yaşaması lazım dedim.” Necip Fazıl, “Mikail sen ne diyorsun yahu? Ben bir b…m sen o b…ta biten çiçeksin” dediğini söyledikten sonra, “bu diyalogdan sonra Necip Fazıl’dan koptum.” Demektedir.
Mikail Hoca üniversite yıllarında Ercüment Özkan ismini ilk duyduğu anı şöyle anlatmaktadır; Necip Fazıl, Vahdet-i Vucudçuluğun ne olduğunu anlatmaya başladı. Üstat konuşmaya başladığı zaman çıt çıkmaz, soru sormazdık. Put gibi sessiz dinlerdik. Fakat bir genç birdenbire üstada itiraz etti. “ Bu anlattığın şeyler Muhyiddin İbnü’l Arabi ile İmam Rabbani’nin safsatalarıdır. Sen bunları ne diye din olarak bu gençlere öğretiyorsun. Bunun din ile ne ilgisi var?”dedi. Necip Fazıl dellendi. Bizde kızdık. Adam susmuyor. Üstat ona “sen kim oluyorsun da bana itiraz ediyorsun, bir insanı tenkit etmek için onun kadar bilgili olmak lazım, herkes biliyor ki dünyanın en bilgili adamı benim. Sen ne hakla bana itiraz ediyorsun?” dedi. O genç de susmadı. “Herkes herkesi tenkit edebilir” diyerek Hz. Ömer’den Hudeybiye antlaşmasından örnekler verdi. Toplantı dağıldı. Kimdi bu genç? Orada Nuri Pakdil vardı. Nuri Pakdil onu tanıyormuş dedi bu Ercüment’tir. Hukuk fakültesinde öğrencidir.
Bu olaydan sonra Mikail Hoca, Ercüment Özkan’a karşı muhabbet duymaya başlamış. 1966 yılında Ercüment Özkan’ın ‘İslam Anayasası’ isimli kitabını okuduğunda çok etkilendiğini, fikir dünyasında inkılap meydana getiren önemli bir olay olarak söz etmektedir.
Mikail Hoca 1963 yılında İmam Humeyni ile Ankara’da İran sefaretinde tanışıp elini öptüğünü, İmam’ın İranlı öğrencilere; “ Burası Sünni muhittir. Bunlarla dini konularda münakaşa etmeyin. Namazlara gidin, onların cemaatlerine katılın. İlla başının altına taş koyman gerekmiyor. Taş koymadan da namaz kılınır.” dedi. Mikail Hoca 1969 Bağdat’a gittiğinde o sırada Necef’te olan İmam Humeyni’yi ziyaret edip elini öptüğünü, ‘Devlet-i İslam’i’ kitabını imzalayarak kendisine hediye etiğini söylüyor.
Mikail Bayram Hoca’nın en önemli özelliğinden bir tanesi şüphesiz Celalettin Rumi ve eserlerine getirdiği eleştirilerdir. Türkiye’de ilk defa Celalettin Rumi’nin eserlerini tetkik ederek eleştirip eserler ortaya koyan cesur bir şahsiyettir. Bu başarısının en önemli özelliklerinin birisi eski İran dili ‘Pehliveci’yi’ çok iyi bilmesidir. Pehlevice’ye ve Arapça ‘ya hâkimiyeti sayesinde kaynakları okuyarak Celalettin Rumi kültüne karşı eleştirel bir bakış ortaya koymak takdir edilecek bir davranış olsa gerektir.
Mikail Hoca, Celalettin Rumi’nin Moğolların tarafını tutmasını onun felsefesine bağlamaktadır. Celalettin Rumi’ye göre; ”Cenab-ı Allah iktidarı onlara vermiş, gücü kudreti onlara vermiş, biz insanlara düşen de Cenab-ı Allah’ın teyit ettiği o güce itaat etmektir, bize düşen görev budur.”
Mikail Hoca, Şems’in Müslüman olmadığını Mecusi olduğunu söyledikten sonra, Celalettin Rumi’nin Moğollardan kese kese para aldığını dile getirmektedir. Mikail Hoca’nın Celalettin Rumi ’felsefesine getirdiği eleştirilerden dolayı akademik kariyerinde sıkıntılar yaşadığını söylüyor.
Kitapta dikkat çeken şeylerden biri de “Avesta’dan Sahih-i Buhari’ye nakledilmiş hadisler var mı?” sorusuna Mikail Hoca’nın örnekler vererek konuya açıklık getiriyor olmasıdır.
Mikail Hoca, edebi anlamda en çok etkilendiği kişinin Muhammed İkbal olduğunu söyledikten sonra onu Celalettin Rumi’yi çok sevmesinden dolayı tenkit ettiğini anlatıyor. Yine de Muhammed İkbal’in İslam dünyasının yetiştirdiği birinci sınıf şairi olduğunu belirtmeden geçemiyor. Mikail Hoca, Celalettin Rumi ve Sufi terminolojiye karşı kullandığı dil sebebiyle AK parti iktidarı, İlahiyat çevreleri ve DİB gibi çevrelerin kendisini sevmediğini söylemektedir.
Mikail Bayram Hoca’nın yakın tarihle alakalı olarak verdiği bilgiler çok ilgi çekici mahiyettedir. Cumhuriyet kadroları içindeki Yahudiler, İngilizlerle gizli antlaşmalar, Yahudilerin Adnan Menderes’e karşı tutumları vb. birçok anıya rastladığımız bu değerli kitabı okunması dileğiyle siz Venhar Haber takipçilerine tavsiye ediyoruz.
Selam ve dua ile.
Alaaddin Aydın
Eline sağlık abi kitabı okudum, feyz aldım gerçekten
Sağol Abdi