Bir kurban bayramını daha idrak ettik. Hayvanların kanını akıttık. Kurbanlarımızı boğazlarken tekbir getirdik yani Allahu ekber dedik. Normal hayatımızda pek yer etmeyen ‘tekbir’i kurban kesimine sığdırdık. “Allahu ekber” yani “sadece Allah büyüktür” dedik. Dört gün boyunca namazlarımızın akabinde teşrik tekbirlerini getirmeyi ihmal etmedik.
Kurbanla İbrahim (as) arasında sıkı bir alaka kurduk. Kurban kesmekle bir nevi bizim de İbrahim gibi, “en sevdiğimiz” şeylerimizi Allah yolunda kurban ettiğimiz gibi bir imada bulunduk. İbrahim ve biz… İbrahim’in kurbanı ve bizim kurbanımız…
Oysa kurban bayramıyla ilgili geride ne kaldı diye birazcık havsalamızı yoklasak, elden kaçırılıp, sağa sola teziken tosunlarımız, ellerini kesen acemi kasap vakalarından öte kurbanla, Allah’ı razı etmekle, Allah’a yaklaşmakla, İslam kardeşliği ile, Allah adının yüceltilmesi ile, İbrahim’in şeksiz-şüphesiz imanı, Allah’ın düşmanlarına olan kesin tavrıyla ilgili hemen hiçbir şey bulamıyoruz. Ha bir de, itina ile kirlettiğimiz sokaklarımız var.
Sokaklarımız, bayram sabahı gibi en mutena, Allah’a kendimizi daha yakın hissettiğimiz saatlerimizi bile, arabasından yaydığı zil-zurna sesleriyle iğfal eden edep bilmez gençlerimiz tarafından adeta rehin alınmıştır.
Her şeye rağmen fakirleri düşünen, kurbanını paylaşan, kurban kesmenin sokakları pervasızca kirletmek demek olmadığı bilinciyle hareket eden; Allah’a, kestiğimiz hayvanların etlerinin değil de, takvamızın ulaşacağı bilinciyle hareket eden, kurbanını coca-cola ile kirletmeyen, Allah’ı razı etmeyi en büyük şiar edinen müminlere selam olsun.