Vay Kur’an‘ın başına gelenler, diyesim geliyor… Bunu derken sadece son zamanlarda alçakça Kur’an’ı Kerim’i yakmaya cüret edenlerden dolayı değil… Tabii ki İsveç, Danimarka ve Hollanda’da işlenen malum eylemler hafızalarımızda silinmeyecek hasarlar bırakıyor… Sinir uçlarımıza dokunan, şiarlarımıza saldıran alçaklara sessiz kalmanın, hak ettikleri tepkiyi vermemenin acısıyla yüreklerimiz yanık ve buruk…
Biz habire daha çok Kur’an okuyarak sevap kazanmanın gayretinde iken bu saldırganlar karşısında silik ve sinik halimizde değişen bir şey yok…
Evet, biz Kur’an okumalarımıza devam edelim de, Kur’an’ı yakarak Müslümanlara meydan okuyanlara da biz cevabımız olmalı değil mi?
Bu durum Kur’an’la sınavımızın dış cephesi… Bir de kendi iç dünyamızda Kur’an‘la nasılız?
Kur’an biz iman edenlerden ne istiyor?
“Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler bu kitabı hakkını vererek tilavet ederler (okurlar)” (Bakara, 121)
Allah’ın maksadını, muradını, rızasını gözeterek okurlar…
Heva ve hevese göre hareket etmezler, keyfi yorumlara yönelmezler, hükümleri ile oynamazlar, kitabı dünyalık çıkarlarına araç kılmazlar…
Kitabı okumak özel bir çabayı gerektiriyor… Anlamaya ve yaşamaya yönelik bir çaba…
Tefekkür, tedebbür, tezekkür, taakkul, tefekkuh içeren bir gayret…
Tarihsellik, aşırı hermönetik yöntemlerle Kur’an’ı anlamak ve yaşamak mümkün olmuyor…
Dahası Kur’an etrafında günümüzde tanık olduğumuz şu uygulamaları esefle izliyoruz…
Kur’an definecileri… Sanki define arar gibi habire ayetleri kurcalayanlar, yeni keşif ve icat peşinde koşanlar…
Kur’an makamcıları… Kur’an’ı güzel okumak adına sadece makamlara takılı kalanlar… Hicaz makamı, Rast makamı, Nihavend makamı, Saba makamı, Hüseyni makamı, Uşşak makamı, Neva makamı, Tahir makamı…
Maalesef Huşu, Haşyet, Havf, Hikmet, Yakin, İttika, İhlas, İhsan makamlarına hasret kaldık…
Kur’an slogancıları… Ayetleri sloganlaştıranlar, sinelere bir türlü inmeyen sloganlar…
Kur’an efsuncuları… Kur’an üfürükçüleri… Toplumsal bunalım ve buhranlar üzerinde tezgâh kurup İlahi Burhan’ı istismar edenler…
Kur’an simsarları… Din tacirleri, dini duyguları, Kur’an’a saygıyı sömürgeci arzularına sermaye edinenler…
Kur’an yargıçları… Ayetleri kılıç gibi kullanıp habire yargılayanlar, asıp-kesenler, yeryüzünde Allah’ın kamçısıymış gibi davrananlar…
Kur’an cedelcileri… Kur’an’dan hareketle polemikçi bir anlayışla söz dalaşını fasılsız sürdürenler…
Kısacası Kur’an’ı nesleleştirenler… Bununla tatmin olanlar… Hatta Kur’an‘a kadavra muamelesi yapan bazı teologlar… Rabbim aklımıza mukayyed ol…
Bir de Kur’an’ı mehcur bırakan Müslümanlar… Metruk bırakan müminler…
İyisi mi sözü Rasulullah (sav)’a bırakalım…
Ebu-d Derda (ra) anlatıyor:
“Rasulullah (sav) ile beraberdik. Gözünü semaya dikti. Sonra;
-Şu anlar, ilmin insanlardan çekip alındığı anlardır. Öyle ki, insanlar ondan hiçbir şeye kadir olamazlar, buyurdu…
Ziyad ibni Lebid el-Ensari (ra) araya girip:
–Biz Kur’an’ı okuyup dururken ilim bizlerden nasıl alınır Ya Resulullah? Vallahi biz onu hem okuyacağız hem de hanımlarımıza ve çocuklarımıza okutacağız, dedi.
Rasulaullah (sav):
–Allah iyiliğini versin ey Ziyad! Ben de seni Medine’nin fakihlerinden biri olarak görürdüm. (Bak) işte Tevrat ve İncil, Yahudilerin ve Hıristiyanların elinde, onlara ne faydası oluyor? (Onlar okuyorlar ancak amel etmiyorlar) buyurdu. (İbni Mace)
Sanıyorum Rasulullah’ın (sav) haber verdiği günlere kaldık…
Ramazan Kayan/Milat Gazetesi