Kürtlerin yaşadığı coğrafyalarda olup bitenin özeti maalesef budur:
“Bölgede ikinci bir İsrail kuruluyor… Seçim sonuçları, bölgede PKK gibi düşünmeyen Müslüman Kürt halkına yapılan saldırılar ve Akçakale-Suriye sınırında yaşanan göçleri değerlendiren Araştırmacı-Yazar Av. Emin Güneş, tüm bu yaşananların bölgede ikinci bir İsrail’i kurma girişimi olduğunu söyledi.”
…
Konjonktür uğruna vahyin kırmızı çizgilerini flulaştırmaya yönelik yaklaşımlar geliştiren ve üstelik Tevhidi-Nebevi ilkelerde sebat edip sözünü değiştirmeyen Mü’minleri “yorumlarını naslaştırmak” gibi ithamlarla baskı altına almaya çalışan postmodern İslamcıları ibretle izliyoruz. Allah ıslah etsin.
…
İnsanlık tarihi boyunca hiç değişmeyen Tevhidi-Nebevi ilkelere dikkat çeken Müslümanlara “kendi yorumunu naslaştırmak” ithamında bulunan kimi İslamcılar, bu yaklaşımlarıyla sabitesiz, konjonktüre göre kalıp alan bir din algısı ürettiklerinin ve sabitelerimizi teşkil eden akideyi hükümranlık ilişkileri konusunda bile net ve kesin sözü olmayan bir etkisizliğe mahkum ettiklerinin farkındalar mı?
…
PKK/HDP’nin Doğu’da katlettiği Müslümanlar konusunda her kesimin açıklama yapma, taziye bildirme hakkı vardır. Ancak Ak Partililer bu konuda en azından susmak ve yaşananlardaki kendi sorumlulukları üzerinde muhasebe yapmak zorundadırlar. Zira çözüm sürecinde doğrudan Kürt halkını değil, sadece Kürt Baasçısı PKK/HDP’yi muhatap alıp, onlara “Kürtlerin tek temsilcisi” payesini vererek çok büyük bir yanlışa imza atan bizatihi Ak Partidir.
…
Ey halk! Seçim meydanlarında sizi ayartmak ve oyunuzu almak için birbirlerine demediğini bırakmayan politikacılar, şimdi konu düzenin istikrarı olunca, hepsi birden süt dökmüş kediye döndü ve uzlaşma açıklamaları yapıp gizli koalisyon görüşmelerine başladılar bile. Sonuç: Bir kez daha kandırıldınız ey halkım! Ben mi? Beni bu sefer de kandıramadılar hamdolsun.
…
Ak Partililer bu seçimin sonuçlarına bakıp, halkı kutsamanın yanlışlığını kavrar ve halk iradesinin neticede doğrunun ölçüsü olan hak terazisi olmadığı gerçeğini anlarlarsa, 10 seçim galibiyetinden daha büyük bir kazanım elde etmiş olurlar. Ancak böylece halka göre değil, Hakka göre istikamet belirlemenin ve pozisyon almanın gereğine vakıf olabilir, demokrasi batağından İslam’ın aydınlığına çıkma yoluna girebilirler.
…
Hakka değil de egemen sisteme ve halka göre istikamet belirlerseniz, egemen sistem ve halkın beklentileri uğruna Hakkı eğip bükerseniz, neticede Hakkın rızasını kazanmanız mümkün olmadığı gibi, rızasını kazanmaya çalıştığınız egemen sistem ve halkın da bir noktadan sonra size sırt döndüğünü, kendisine yeni hizmetçiler veya efendiler bulduğunu görmeniz kaçınılmaz olacaktır. Hakkı sisteme ve halka uydurmaya çalışmak gibi bir dalalet yerine, halkı Hakka uymaya davet edip halkla birlikte egemen sistemi inkılaba uğratmaya çalışmak olmuştur Rasullerin (s) sünneti. Ey Türkiye Müslümanları! Yoldaki işaretleri yeniden hatırlayın ve Hak merkezli mücadeleyi yeniden ihya yoluna girin.
…
Gülen’in CIAmaat’ına, bu yapıyı İslami bir yapı zannederek gönül vermiş samimi insanlara nasihatimdir: Hatırlarsanız, sizin gibi bu yapıya gönül vermiş bir kişi olan cami görevlisi Aziz Tan, 2010 yılında PKK’lılarca katledilmişti. Şimdilerde ise CIAmaatiniz, AKP’ye karşı bu PKK/HDP’yi açıkça desteklemiş bulunuyor. Demem o ki, bugün Aziz Tan’ın katillerini destekleme emri vererek ona ihanet etmiş olan hocanız ve dar kadrosu, yarın sizleri de bir başka sebeple satışa getirebilir, harcayabilir. Zira sizlerin Gülen ve dar kadrosunun gözünde, parası ve emeği sömürülecek nesne olmaktan başka bir değeriniz yoktur. Lütfen bunu anlayın ve İslam düşmanlarınca devşirilmiş bu CIAmaat’ı daha fazla sırtınızda taşımayın.
…
İnsana dayanma ölür, ağaca dayanma çürür, halka dayanma unutur, sırt çevirir, yüz üstü bırakır. Allah’a dayan; ne unutur, ne terk eder, ne emeğini zayi eder, ne yüz üstü bırakır. O sebeple biz baştan beri ısrarla ve istikamet üzere olarak “Demokrasi putuna hayır, İslam’a evet” diyoruz.
…
Halklar kendilerine yapılan hizmetlerin kıymetini bilmeyebilir, nankörlük edebilir, siz onlar için canınızı ortaya koysanız da, onlar sizi yüz üstü bırakabilir. Tarihte bunun çok örneği görülmüştür. Bu sebeple halk merkezli değil, Hak merkezli hareket etmek gerekir. Hakka hizmeti (kulluğu) merkeze alıp, halka da ancak bu çerçevede öncülük etmek gerekir. Aksi halde siz halkın yolunu, kanalizasyonunu yapar, suyunu dağları delip getirirsiniz, ancak karşılığını bulamadığınızda da hayal kırıklığı yaşarsınız. Halka değil Hakka yönelmek ve halka değil Hakka dayanmak, hem dünya hem ahiret saadeti için yegane çıkar yoldur.
…
Son seçimin gösterdiği sosyolojik neticelerden biri de; “Mazlum Kürt halkı” retoriğinin artık anlam kaybetmiş olmasıdır. Zira Kürtler, Yasin Börü ve arkadaşlarını unutulması imkansız şekilde hunharca katledenlerin partisine büyük oranda destek vermiş bulunmaktadır. Sözgelimi cinayetin işlendiği Diyarbakır’da bu destek yüzde 80 civarındadır. Artık “Mazlum Kürt halkı”ndan değil, Kürtler içindeki mazlum bir azınlıktan söz edilebilir. Kürtlerin tıpkı Türklere 20. asrın başında uygulandığı gibi “proje kurtarıcı” eliyle laikleştirilmiş olması ise apayrı değerlendirme konusudur.
…
Seçim yenilgisi ardından Ak Parti destekçisi çevreler öz eleştiri değerlendirmeleri yapmaya başladı. Ne var ki henüz “Cahliye gemisini tamir gibi beyhude bir çabayla vaktimizi ve enerjimizi harcamak yerine, Rasullerin (s) sünnetine tâbi olup davete dayalı açık ve net mücadeleyle tevhid ve adalet gemisini inşaya yönelmeliyiz” şeklinde bir özeleştiri okumadım, duymadım.
…
Biz bugün, Rabbimizin; cahiliyeden ayrışma (Bkz: Müzzemmil 10) ve ruczden hicret (Bkz: Müddessir 5) beyanları gereğince hareket ettik. Batıl sistem içi siyasete taraftar olmadık.
…
Müslüman “öcü”lerden korkarak değil, Allah’tan korkarak hareket eder. “Öcü siyaseti”yle Müslümanlara istikamet belirlemeye çalışanlara ve bu siyasete nesne olanlara ilanen duyurulur.
…
Bu coğrafyada bazı “kullanışlı aptal” sözüm ona Müslümanlar var. PKK/HDP’nin, bırakalım Müslümanların varlığına, tektipçi, Stalinist bir örgüt olarak bölgede kendi dışındaki Kürtçü sol örgütlerin varlığına bile asla tahammül etmediği bilinirken, her nasıl oluyorsa PKK/HDP yandaşlığı/savunuculuğu yapabiliyorlar. Buna karşılık AKP’ye ise onulmaz bir düşmanlık besliyorlar. Evet, AKP’nin muhafazakâr-laik bir parti olarak İslam’la ilgisi yok, ancak diğer kesimler gibi Müslümanların da fıtri hakları konusunda AKP’nin saygılı yaklaşımları ve açılımları ortada. Bizler batıl sistemin hiçbir partisine pırtısına destekçi olamayız, zira bunu yaptığımızda ruczdan hicret emri ilahisinin hilafına iş yapmış oluruz. Ancak dinimize düşmanlık edenle etmeyeni ayırt etmek ve bunu ifade etmek de Rabbimizin verdiği akıl nimetini kullanmanın ve adil olmamızın gereğidir.
(Stalinizm: Kendi ideolojisi dışında kalan başka inanç ve ideolojileri ezen, onlara hayat hakkı tanımayan, totaliter, baskıcı anlayış)
…
Bu halkı tekfire değil, teklife/davete muhatap kılmalıyız. Tanımlamadan önce tanımak, tavır koymadan önce yüreğimizi ortaya koymak gerekir. Sevilen ve İslam’ı sevdiren Müslümanlar olmayı bilmeliyiz.
…
Benim yolumu/istikametimi, kimin kime karşı veya taraftar olduğu değil, Alemlerin Rabbi’nin bildirdiği, Rasulullah’ın pratize ettiği vahyi ölçüler/ilkeler belirler. Bizim ibadetteki kıblemiz neyse, siyasetteki kıblemiz de odur. Konjonktüre göre değişmez. Bir Brüksel’e, bir Washington’a, bir Mekke’ye dönenlerin peşine takılamayız.
…
“Türkiye Türklerindir” sloganıyla çıkan Doğan medyası ile “Türkiye vatandaşlarına Türk milleti denir” ulus dayatmasına iman eden CHP ve MHP’nin, AKP’ye militanca düşmanlık yaparken, Kürtlüğünün ötesinde Kürtçü-Kürt ulusalcısı bir parti olan HDP konusundaki yaklaşımları size garip gelmiyor mu? Açıkçası, Doğan medyasının HDP’ye açık desteği ve MHP’nin HDP’yi eleştirmekten bile kaçınması ve sadece “AKP karşıtı cephe” argümanıyla açıklanamaz. Sanırım burada asıl mantık, Kürt açılımını yapan AKP’yi devirip, AKP sayesinde kimi fıtri haklarına kavuşan Kürtlerin de hakkından gelme imkanına kavuşmak. HDP’liler, İslam düşmanlıkları sebebiyle, aslında İslam’la hiçbir ilgisi bulunmayan muhafazakar-laik kimlikli AKP’ye bile tahammül edemiyor ve ona karşı Kemalist-ulusçu CHP ve MHP ile işbirliği yapıyor. Ancak aklı başında Kürtlerin, kendilerinin fıtri kimliklerini bile kabul etmeyen bu Kemalist-ulusçu anlayışlarla asla uzlaşmayacağını düşünüyorum.
…
“Sonra o gün, nimetten sorguya çekileceksiniz.” (Tekâsur, 8)
Unutmayalım; bu sanal ortamlarda ölçüsüzce harcanan zaman nimetinden de Hesap günü sorguya çekileceğiz.
…
Bize emredilen bu:
“Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Ve sınırı aşmayın. Çünkü O, yaptıklarınızı görendir.” (Hûd, 112)
…
Müslümanlara “Mağaralarınıza çekilmeyin, batıl sistem içi siyasete taraf olun” çağrısında bulunan “indi” şahsiyetlere, Kehf Suresi’nin başında kıssaları anlatılan Ashab-ı Kehf’i (Mağara Arkadaşlarını) hatırlamalarını tavsiye ediyorum. Gerekirse şirkin ve tuğyanın ruczundan beri kalmak için mağaralara da sığınırız, fakat bugün henüz İslami davet kuşatıcı ve egemenleri ürkütecek bir noktada olmadığı için kimsenin mağaraya sığındığı da söz konusu değilken, bu “indi” şahsiyetlerin kendi batıl yönelişlerini meşrulaştırmak için “mağara” edebiyatı yapmaları demagojiden başka bir şey değildir.
…
CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin, Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’na yönelik saray davetine cevap verirken “Helal ve haram kavramlarını vicdanının ve ahlakının temel ölçüsü haline getirmiş CHP Genel Başkanı, kaçak saraya gitmez” ifadelerini kullanmış. Madem öyle, Hindistan Müslümanlarının Hilafet için gönderdiği mücevher ve paraların gasbıyla kurulmuş olan İş Bankası’ndaki haram hisselerinizi sahiplerine iade etmekle işe başlayabilirsiniz. Hadi bakalım.
…
“İslami anayasa” ile, “demokratik anayasa” arasında şu şekilde çok temel, uzlaşmaz, tüm farklılıkların anası mahiyetinde farklılıklar vardır:
“İslami anayasa”da temel belirleyici Âlemlerin Rabbi Allah’ın hükümleri, yani Hududullah’tır. Her şeyin meşruiyet veya merdudiyet (reddedilmişlik) ölçüsü Allah’ın hükümleridir.
“Demokratik anayasa”da ise temel belirleyici, insan mantığı ve hevasıdır. Demokratik zeminde, Allah’ın hükümleri hakim değil mahkumdur. Allah’ın dini, insan hevasının müsaade ettiği alanlarda ve müsaade ettiği kadarıyla yaşanma hakkına sahiptir.
“İslami anayasa”da Allah’ın hükümleri insan hevasına sınır çizerken, “demokratik anayasa”da insan hevası Allah’ın dinine sınır çizer, “şurada şu kadar var olabilirsin, buraya karışamazsın” der. Âlemlerin Rabbi’nin, tüm hayatı ihya ve inşa etmek için bildirdiği aziz dinine; “Camide, üstelik o da ekonomiye, siyasete karışmadan var olabilirsin, ancak ekonomi yönetimine, yasamaya, yürütmeye, yargıya karışamazsın” denir demokratik anayasada.
…
Türkiye’deki sistemin mahiyetini anlamak için taze bir örnek: Faiz kurumu Ziraat Bankası, “faizsiz bankacılık” iddiasıyla Ziraat Katılım’ı kurdu. Yani bir taraftan Allah ve Rasulüyle savaş halindeyken (Bkz: Bakara 279), diğer taraftan hakperest pozuyla ortaya çıkan bir kurumlaşma. Hakla batılın alabildiğine iç içe geçtiği bir dönemdeyiz ve bu sebeple çok dikkatli ve titiz olmak zorundayız.
…
Akabe Vakfı, Akdav, Akev, İnsan Vakfı, İHH gibi, kuruluşları itibariyle İslami hassasiyet sahibi kuruluşların da imzacısı olduğu “Ortak Akıl Platformu” adına bugün gazetelerde yayınlanan bildiride, “demokratik anayasa” vurgusu yapılıp bu talebin takipçisi olunacağı belirtiliyor. Eskiden bu tür kuruluşlar “İslami anayasa”dan söz ederdi. Kısacası eski Müslümanları kırpıp kırpıp demokrat yaptılar. Yazık ki ne yazık.
…
“İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İsrail’in Ortadoğu’da hoş görünün örneği olduğunu söyledi.”
Şimdi buna “hoşt” desem güzelim köpeklere hakaret etmiş olurum. Neyse, inşaallah Rabbimiz günleri döndürecek ve biz de sizi fazlasıyla “hoş göreceğiz”, merak etme alçak adam.
…
Suriye’de, kanlı bir diktatörlüğe karşı onur ve izzet mücadelesi veren direnişçilere “terörist” deyip duran bay Devlet Bahçeli, başına Esed’in varil bombaları kadar taş düşsün emi!
…
Unutmamak gerekir: Batıl zail olunca hak gelmez, hak gelince batıl zail olur. (Bkz: İsra, 81)
O sebeple bizler hakkı ortaya koymak, güzelce temsil etmek ve toplumsal bir inkılapla hakkı hakim kılmaya çalışmalıyız. Bu, batıla, münkere, fısk ve fücura sessiz kalacağımız, elimizden geldiğince müdahale etmeyeceğimiz anlamına da gelmez. Ancak salt imha eden değil, daha da mühim olarak inşa eden olmamız gerekir.