..Siyasî iktidarlar, yerel yöneticiler, mimar-mühendis örgütleri, şehir plancıları ve rant iştahından başka bir şey görmeyen müteahhitler, milyonları adına modern yaşama alanı dedikleri apartmanlarda -silolarda diyebiliriz- 1873’den bu yana istif etme sadizminden bir türlü vazgeçmediler. Kendi medeniyet ve şehir birikimine, dünya görüşüne savaş açan iktidarları, onların katliamlarının hesabı başka bir yazı konusu.
Gelgelelim
Hayat ve şehri anlamlandırma algısı üzerine Tolstoy, August Comte pozitivizmi için; “Pozitivizm hayatı ele alırken doğumla ölüm arasına sıkıştırmıştır. Bu hayvanlara özgü bir hayattır. İnsan hayatı doğumdan önce de vardır, ölümden sonra da devam ediyor. Pozitivizm insani hayatı hayvanileştiriyor” değerlendirmesinde bulunur. Tolstoy oldukça haklı görünüyor. Bu durumda Pozitivizm, modern algının yöntem aşamasında en büyük paya sahip olmakla övünebilir.
Modernleşme; esasında pozitivist bilime zm ve liberal ekonomik anlayışa sırtını yaslayarak büyüdü. İşbirliğine dayalı komin hayatın ve toplumsal çıkarların önüne de bireyi ve pargmatizmi ve dolayısıyla bireysel çıkarları toplumsal çıkarların üstüne koyan yeni bir insan algısı işin sonucuydu. Artık güç ve saltanat modern yaşamda adına kent denilen şehirlerde konuşlanmış finans kurumlarına ve/veya ona bağlı statüye aittir. Asırlık insanlık birikimi birlikte yaşam muhayyilesinin ve pratik tecrübesinin yerle yeksan edilmesi bir travmaydı. Ancak teknik ilerleme bu travmayı perdeledi.Toplumsal açıdan oluşmuş bu travmada batının hayatı ve mekânı anlamlandırma algısının kültürel emperyal duyguları gelişme ve ilerleme maskesiyle sunmasının payı elbette ki oldukça büyük oldu.
Batı aborjinlerinden sıyrılmadan “büyük sanayi devrimiyle” Doğu toplumlarında kendine âşıklar oluşturdu. Adına da modernleşme dedi. Tarımdan sanayiye geçişte köylülük değerlerinin metropolde çöpe atmanın adı olan medenileşme, insanları kırsalından, suyundan, dağından, toprağından koparıp, metropolde ücretli köleler olarak kendisine hizmetli tuttu. Tarihsel serüvenindeki bu başarısı (!) feodalitenin sırtına basa basa çıkmasından kaynaklandı.
Batı dışı toplumlar için Modernizm yerli düşünüş ve duruşun yerine, yerli olanı küçümseyip kendi kültürel kodlarını bilmeden eleştiren batılı beyaz adam imajına meftun entelektüel bir taşeron grubun zuhurunu sağladı. Milletin okusun adam olsun deyip kente gönderdiği bu grup, yabancılaşmayı içerden besleyerek milletinin tüm duygu ve imkânlarını kullanarak ana arterlerde makam ve statü sahibi oldu. Kimi iktidarda, kimi muhalefette kimi bürokraside, kimi medyada köylüyü kentli yapmak için sopasını vurdukça vurdu. Bizde CHP’nin halk müziğini yasakladığı dönem travmanın tavan yaptığı bir zaman dilimidir. Seküler anlayış; şehirleri kente dönüştürüp “Aristokrasinin” ve “Totalitarizmin” merkezi yaptı. Bu yüzden kentler hep iktidar ve ihanetin merkezi olmuştur.
Şehrin kişilik geliştiren yer, kimlik ifadesindeki payı üzerine düşünülmesi artık lazım değil elzem olmuştur. Zira kasaba ırkçılığının kaşındığı ve abartıldığı gayri insani davranış ve duruşların primitif içgüdülere dönüştüğü bir başka zaman dilimi olmadı. Yaşadığı şehir Paris’e seslenirken “Çamuru verdin bana, ben onu altına dönüştürdüm.” diyen Fransızların toprak sanatçısı, simyacı şairi C. Baudelaire’yi, okumasak bile (!) Sezai Karakoç’un yelelerinden öptüğü atlarla girilen şehirlerimiz olamaz mıydı? Yâda sükûnet ve mesken ifadelerinin aynı köke dayandığı bir anlam diyarında; “vellahi ceale leküm büyutiküm sekene (Nahl suresi 80)” ayeti, finans ve iş merkezli şehir hayatından öteye bir ufuk çizgisi oluşturmuyor mu?
Akit / Hüseyin Acarlar