Bir önceki çalışmamızda Akabe Biatlarını kaynaklardan araştırırken Mus’ab b. Umeyr’in yaptığı fedakârlıkları, çektiği sıkıntıları, ayrıntıları ile bir kez daha yakinen görmüş olduk. Birçok kere gündem edilmiş olsa da, Mus’ab b. Umeyr ve onun gibi numune-i imtisal şahsiyetlerin tekrar ve tekrar gündem edilmesi, özellikle gençler için elzemdir. Bir yanda Mus’ab’a olan vefa borcumuz diğer yanda onun genç nesillere bıraktığı miras. O’nun bıraktığı miras ve örnek kişiliği bugünün genç nesillerine yeteri kadar anlatılmadığı için Mus’ab genç nesil tarafından ne anlaşıldı ne de sahiplenildi. Eğer ebeveynler bugün Mus’ab gibi örnek şahsiyetleri günümüz modern gençliğine yeniden hakkı ile tanıtabilirse eminim ki, İslam’ın ve Müslümanların hanesine artı olarak yazılacağı gibi gençlerin de kurtuluşuna vesile olacaktır. İşte bu yazıda bu kaygıları taşıyarak, mitolojik bir efsane değil, gerçek bir şahsiyet olarak Mus’ab’ı, gençlere daha yakından tanıtmayı amaçladık.
Genel ilkemiz, Mus’ab’ı tanımaya çalışırken aşırı övgü ve yergilerden kaçınıp, kaynaklardan da yararlanmak şartı ile onu, tanımaya çalışacağız. Ama asıl derdimiz Mus’ab’ı içi boşaltılmış hamasi sözlerle tüketmek değil, tam tersi yeni Mus’ab’ların yetişmesine katkı sağlamak yönündedir. Yine okuyucu dostlar bilmeli ki, bu çalışmada asıl gayemiz Mus’ab’ın kronolojik bir hayat hikayesini sunmak değil, bize lazım olan onun örnek kişiliğini tekrardan gündem edip modern zaman gençlerinin gündemine taşımak. Çünkü algılarımız manipüle edilip zihnimiz işgal edilmiş durumda, yapmamız gereken şey işgal edilen zihnimizi müslümanların kendi gündemiyle meşgul edip zinde tutmak olmalı.
Tarihi vesikalarda ne yazık ki Mus’ab’ın doğum tarihi ile alakalı bir bilgiye rastlayamadık. Mus’ab b. Umeyr nesep olarak Kureyş’e bağlı Benî Abdüddar oğullarından varlıklı bir ailenin çocuğu olarak Mekke’de dünyaya gelir. Üç beş kuşak geriye doğru gidince hem baba hem de anne tarafından soy ağacı Hz. Muhammed’le (sav) birleşen Mus’ab, aynı zamanda Hamne bt. Cahş ile olan evliliğinden dolayı da Hz. Muhammed’le (sav) bacanak olduğu malum. (Hüseyin Algül, TDV İslam Ansiklopedisi; M. Salih Gündüz, Siirt Ün. İlahiyat Fak. Dergisi)
Zengin bir ebeveyn tarafından özel bir bakımla yetiştirilen Mus’ab, risaletin ilk yılında birçok genç gibi vahiyle tanışır. (ilk Müslümanların yarısından çoğu gençti). Şirk inancından hoşlanmayan Mus’ab, vahyin daha ilk yılında bir gün Erkam b. Ebi’l Erkam’ın evinde Allah Rasûlü’nü dinleme fırsatı bulur. (Erkam’ın evine nasıl geldiğine dair bir bilgiye ulaşamadık) Hz. Nebi’den (as) aldığı ilk mesajlarla fıtratı gereği aradığını bulan Mus‘ab İslam’ı kabul eder. Ancak Mekke ortamında başına gelecek belaları bilen Mus’ab kabilesinden ve ailesinden müslüman olduğunu gizler.
Mus’ab’ın (ra) kaç yaşında İslam’ı kabul ettiği tam olarak belli değildir. Ancak ulaşabildiğimiz kaynaklarda İslam tarihçileri ve siyer yazarları Mus’ab’ın Uhud savaşında şehit olduğunda yaşının kırk civarında olduğuna hemfikirdirler. Dolayısı ile Uhud savaşından geriye doğru geldiğimizde Mus’ab’ın yuvarlama yirmi dört/yirmi beş yaşlarında müslüman olduğu çıkartılabilir. İlk müslümanlardan olma şerefine nail olan Mus’ab’ın ailesi çok geçmeden Mus’ab’ın durumunu öğrenir ve ona türlü yaptırımlar uygulamaya başlarlar. Kureyş’in bayraktarlığını yapan Abdüddar oğulları vahye ve Hz. Muhammed’e (sav) karşı olan nefretlerini birtakım yaptırımlarla oğullarından çıkarmaya çalışırlar. Belli ki diğer müşriklerin olumsuz tepkisi Mus’ab’ın anne ve babasında da aynı mukavemette kendisini gösteriyor. Onların tek derdi mevcut statükoyu korumak ve elit, müşrik tabakadan yana tavır alıp şirk istikrarını muhafaza etmek.
Mekke ortamının kasvetli havası nedeniyle, İslam’ın beşinci yılında Habeşistan’a hicret edenler arasına Mus’ab da katılır. Mus’ab biliyordu ki, yaptığı bu TERCİH yokluk, meşakkat, acı ve hüzün dolu bir tercih demekti. Ama inanmak, teslim olmak, iman etmek bir tercihten ibaretti. Dolayısı ile bir bedeli olmalıydı. Bedel ödenmeyen bir değerin/imanın kıymeti de olmazdı. Mus’ab b. Umeyr de (ra) bunu yaptı. İnandığı davaya inanıyormuş gibi yapmadı. İnancının gereğini yerine getirdi ve sefalete ve yokluğa doğru yola koyuldu. O da yaratılış olarak diğer muhacirlerden farklı değildi, fakat imtiyazlı bir ailenin üyesi olması onu farklı kılıyordu. Müşriklerin tabiriyle ayak takımından birisi değil, tam tersine herkesin gıpta ile bakabileceği, bir dediği iki edilmeyen, varlıklı bir ailenin çocuğuydu. Ama Mus’ab dünyayı değil ahireti, şirki değil tevhidi, ailesini değil Allah ve Rasulünü, belki de gençler için en önemlisi olan varlığı değil, sefaleti/yokluğu tercih etmişti. O biliyordu ve kesinlikle iman etmişti ki, insan Allah’la beraber olursa ve O’nun için hicret ederse zengin olur, hür olur, dahası izzet ve şerefli olurdu ve hayatın tüm zorlukları ona vız gelirdi. Oldukça narin bir yapıya sahip olan ve hicretin zor koşullarına dayanamayan Mus’ab’ın derisi yılan derisi gibi soyulmuştu. (M.M Gadban Nebevi hareket metodu). Müşriklerin Habeş ülkesine ulaştırdıkları bir yalan haber üzerine Mekke’ye dönen Mus’ab’ın durumunu gören Allah Rasulü dayanamadı ve gözleri yaşardı. (M Salih gündüz. Siirt üniversitesi İlahiyat Fakültesi).
Gerek Habeşistan hicreti, gerek boykot yılları, gerekse annesinin ve babasının baskısı Mus’ab b. Umeyr’i yaptığı tercihten döndüremedi. Risaletin on üç yıllık Mekke döneminde kendisini vahiyle bütünleştiren, inen ayetleri ezberlemeye çalışan Mus’ab, adeta gelecekteki görevine hazırlanıyordu. Nitekim öyle de oldu. Birinci Akabe Biatından sonra Medineli müslümanların talebi üzerine Allah Rasulü Mus’ab’ı Medine’ye muallim olarak gönderdi.
Genç bir muallimde/tebliğcide olması gereken tüm özellikler Mus’ab’da mevcuttu. Nezaketli, kibar ve fasih konuşması ile dikkatleri üzerine çeken Mus’ab, muhatabını etkiliyor ve ikna edebiliyordu. Habeşistan tecrübesi de olan Mus’ab b. Umeyr Medine’ye gelince Ensar’dan yol arkadaşı Es’ad b. Zürare’nin evinde kalıyordu. Daha sonra Müslüman olan Sa’d b. Muaz’ın da katkıları ile Medine’de büyük işlere imza attı. Genç bir tebliğci olarak teoride Kur’an’ı pratikte Allah Rasülü’nden edindiği ahlaki terbiye ile insanların gönlünü kazanmak için yılmadan çalıştı. Mus’ab’ın ve can dostları olan Ensar’ın büyük gayretleri sonucu yaklaşık bir yılda başta Evs ve Hazrec soyları olmak üzere tüm Arap soylarının gündemine İslam girmişti. ( M. Hamidullah İslam Peygamberi.)
Medine ortamının sosyolojik ve psikolojik alt yapısının hazırlanmasıyla Müslümanlar M. 622. yılda Medine’ye hicret etti. Allah Rasulü Mus’ab’ı Muhacirlerden Sa‘d b. Ebû Vakkās, Ensar’dan Ebû Eyyûb el-Ensârî ile kardeş ilan etmişti. Hicretin ikinci yılı Mart ayında (624) Ramazan ayının ortalarında Bedir savaşı oldu. İslam ordusunun sancaktarlarından birisi de Genç Mus’ab’dı. Savaş sonrası alınan esirler arasında kardeşi Aziz’de vardı. Aziz’e karşı bir kinaye yapan Mus’ab “onu iyi bağlayın onun ailesi zengindir karşılığında yüksek miktarda fidye alırsınız dedi.” Bunun üzerine kardeşi Aziz; “Ey Mus’ab sen benim kardeşimsin dedi.” Mus’ab kardeşinin sözü üzerine dava arkadaşları olan sahabeyi işaret ederek “onlar benim kardeşimdir” dedi.
Bedir savaşının ertesi yılı (625) Uhud savaşına da katılan Mus’ab yine İslam ordusunun sancağını taşıyordu. Savaş esnasında Allah Rasulünü canı pahasına korumaya çalışan Mus’ab, elinde sancağı olduğu halde öldürüldü. (M.M. Gadban Nebevi Hareket Metodu). Şehitler defnedilirken, zengin bir ailenin çocuğu olmasına rağmen bir kefeni dahi olmayan Mus’ab, sonunda kendisine yakışan ödülünü alıp şahadetle Rabbine yürümüştü. Şehitlerin defni esnasında bir kefeni dahi bulunmayan Mus’ab’ın bedeni, üzerindeki elbiselerle örtülmeye çalışıldı, fakat baş tarafına çekiyorlar ayak kısmı açılıyor, ayak kısmına çekiyorlar başı açık kalıyordu. Sonunda baş tarafını örtüp ayak kısmını otlarla örttüler.
Allah Rasulü Mus’ab’ın defin işlemlerini izlerken daha önceki hayatı hakkında kısa hatırlatmalarda bulundu ve ardından, “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice kişiler vardır. Onlardan bazısı sözünü yerine getirip o yolda canını vermiş, bazısı da -şehitliği- beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde -sözlerini- değiştirmemişlerdir” mealindeki ayeti okudu (el-Ahzâb 33/23). (T.D.V İslam Ansiklopedisi)
Mus’ab gerçekten anlaşılması gereken GENÇ bir Sahabe. Onun hayata bakışı, dünya malına karşı tavrı, anne ve babası da olsa söz konusu İslam olunca, geri plana atması/atabilmesi, Allah ve Rasulünü canından çok sevmesi gibi birçok hasleti tüm müminler tarafından örnek alınmalı. Özellikle gençlerin bu yola koyulmasının ilk şartı elbette ebeveynler. Çünkü dijital modern gençlik şu anda doğru ve yanlışı ayıracak hiçbir ahlaki erdeme sahip değil. Bu elbette sadece gençlerin değil bu toplumun suçu. Bu yozlaşmanın/şaşırmışlığın birinci sorumlusu hiç kuşkusuz ebeveynlerdir. Dikkat edersek, Mus’ab’ın bin dört yüz yıl önce yaşamış, anne ve babasına, kızan/köpüren günümüz ebeveynlerinin kaygısı, hayata bakışı, Mus’ab’ın anne/babasından çok farklı değil. Ama manidar olan şu ki, bugün tanımlamalar birbirine girmiş durumda. Kim müşrik kim mümin flu durumda.
Mus’ab’ın tercih edip okuduğu okulu eğer vahy/Nübüvvet eksenli bir okul olarak nitelersek o günün Mekke toplumunda bu okulun hiçbir değeri yoktu. Değeri olmadığı gibi o okulu tercih edenler çok ağır yaptırımlara maruz kalıyordu. Ama Mus’ab bu okulu tercih etti ve ilk öğretici olarak Allah Rasulünü tercih edip onun rahle-i tedrisatından geçti. Müşriklerin daha cazip tekliflerine dönüp bakmadı. Mus’ab, iyi biliyordu ki geri dönüp baktığında dünya hayatı onun aklını çelebilirdi. İşte, Mus’ab’ın bu ilkeli duruşu, vahiyle şekillenmiş/yoğrulmuş hali ortaya numune-i imtisal bir tebliğci çıkarmıştı. İnandığı Rasul gibi ilkelerine sadık kalmış ve İslam’ın ilk muallimi olma şerefini elde etmişti. Bugün ebeveynlere sormak lazım; çocuklarınızın Mus’ab’ın okuduğu okuldan mezun olmasını ister misiniz? Hiç düşünmeye gerek yok, hiçbirimiz buna gönül rahatlığıyla evet diyemeyiz. Çünkü önceliğimiz farklı. Prestiji yüksek, gelecek garantisi veren, lüksü ve konforu vadeden bir eğitimi bırakıp ahiret merkezli bir eğitim sistemini kimse istemez. Ama istiyormuş gibi yaparız. O halde sorunun birinci kaynağı gençler değil aile. Modern zamanların günah keçisi olarak gençler, tüm ebeveynler tarafından hedef tahtası yapılıyor. Bunun az da olsa bazı gençler için geçerliliği olabilir, fakat resmin tamamına baktığımızda ebeveynler gerçekten suçlu ve hatta bu konunun günahkarları.
Genç müminler Mus’ab’ın tercih ettiği hayatı okurken yanlış bir izlenim edinmiş olabilirler, ama bu Mus’ab’ın hayatı/imtihanı idi, sizinki daha farklı boyutlarda olabilir. Yani hiçbir insan/genç yoksulluğu tercih etmez ama ilkeli duruşu ve yaptığı tercihten dolayı yoksullaşmış olabilir. Kaldı ki yokluk ve varlık dediğimiz şeyin niteliği/niceliği de tartışılır. Dünya malının değersizliğini Kur’an’dan doğru anlamış olan Mus’ab tercihini Allah ve Rasulü’nden yana yani kalıcı olandan yana kullanmıştır o kadar. Şunu net anlamalıyız ki, Mus’ab b. Umeyr’in dünya hayatına dair ciddi bir endişe taşıdığını söylemek oldukça zor. Ama o bir melek değil insandı, dolayısı ile her insan gibi bir nefis sahibiydi. Onun yapmak istediği ve yaptığı şey inandığı davaya/nübüvvete/İslam’a kendisini adamış olması. Ve Mus’ab bu adanmışlığının/imanının bedelini de canı ile ödemiştir. Onun tüm zamanlarda geçerli bu örnek duruşu karşısında Mus’ab’ın kefeni olsa ne olur olmasa ne olur?
Bugün hiç olmadığı kadar GENÇ Mus’ab’lara ihtiyacımız var. Zihinler bunu kavramada zorlansa da İslam’ın ve Müslümanların ihtiyacı olan bu hakikatle yüzleşmemiz lazım. Emperyalist enformasyon iletişim ağları çeşitli tuzaklarla genç nesilleri tüm dünyada etkisi altına aldı. Hem bedenleri, hem de zihinleri işgal etti. Müslüman ailelerde bu tuzaklara hep beraber düştük.
Özellikle son yıllarda genç nesil üzerinde ebeveynlerin etkisi neredeyse sıfırlandı. Gelinen noktada yukarıda da altını çizdiğimiz gibi birinci derecede ebeveynler sorumlu. Fakat aileler bu sorumluluğu taşımak yerine, işin kolayına kaçıp inandıkları davayı iktidara ihale edip bekleme kurnazlığını yeğlemişlerdir. Modern aile kurumunun yaptığı bu tercih nebevi hareket metodunu da kökünden sarsmış ve yeni Mus’ab’lar yetişmez olmuştur.
Son olarak, eğer tarihi şahsiyetleri tarihe hapsedip, yeni Mus’ab’lar yetiştirme konusunda ümitsizliğe düşer ve bir daha bunun olması imkânsız dersek tarihi ve Kur’an’ı yanlış okumuş oluruz. Bu da haddimizi aşıp inancımıza gölge düşürmek ve Allah’tan ümit kesmek anlamına gelir. Çünkü Allah hayata her an müdahildir ve tarihin her anında tevhit erleri var olagelmiştir, şartlar olgunlaştığında yine tekerrür edecektir ve karın altında bekleyen kardelen gibi şartların olgunlaşmasıyla elbette gün yüzüne çıkacaktır.
Bize düşen görev (genç, yaşlı, erkek, kadın demeden) tüm müminler olarak Mus’ab gibi bir tercih yapmaktır. Bu tercihimiz İslam davasını birinci ve tek dert edinip sonunda esenlik yurdunun varisleri arasına katılmayı ümit etmek olmalıdır. Selam ve Dua ile.
Allah ecrini versin Ahmet abi…
Allah razı olsun abi.
Allah razı olsun kardeşler. İlginize teşekkür ederim.
Allah razı olsun. İnşallah gençlerin rol modelleri film aktrisleri ya da futbolcular olacağı yerde tarihe şeref katmış müslümanlar olmasını diliyorum. Musab Bin Umeyr’de bu şeref timsali müminlerden biri olması nedeniyle yazının kıymeti daha büyüktür.
Allah sizlerden de razı olsun inşaallah, sevgili dostlar.
Allah razı olsun kardeş. İslamın şahidi ve şehidi Musab b. Ümeyye selam olsun. Onun o güzel şahidliği bizlere ve evlatlarımıza model olması duasıyla…