Ramazanın bu ikinci yarısında ne okusam diyen varsa, Mısırlı fikir adamı Abdülvahab M. El-Messirî’nin “Kalemin Dansı, Göstergenin Oyunu” adlı kitabı size iyi bir arkadaş olacaktır. (Mahya yay. Ocak 2021). Yazarın daha önce de aynı yayınevinden Önyargı kitabı yayınlanmıştı. Önyargı bu kitabın da merkezi konusunu oluşturuyor.
Messiri 160 sayfalık kitapçığına ne çok konu sığdırmış. Çevirisi de oldukça akıcı. Gerçekten kalem dans etmiş. Emperyalist seküler tasavvur; modernite, içkinlik ve yapı sökümü; yükselen sekülerleşme ve epistemolojik önyargı araştırmaları kitabın bölüm başlıkları.
Messiri sekülarizme dair oldukça net tanımlar yapmış. Batı ve Arap basınında başka türlü anlatılsa da diyor, sekülarizm din ve devletin birbirinden ayrılması değildir, sekülarizm epistemolojik ve etik mutlak değerlerin yeryüzünden silinmesidir. Daha kapsamlı bir cümlesi şöyle: “Öte yandan kapsamlı sekülerlik ise tamamen farklı bir bakış açısıdır. Sadece kilise ile devletin ve kamusal yaşamın bazı yönlerinin ayrılmasını hedeflemez; dinî, ahlakî veya insanî olan tüm değerlerin sadece devletten değil, aynı zamanda kamusal ve özel yaşamdan ve hatta dünyadan çekilmesini hedefler. Norm ve değerlerinin tek kaynağı doğa-madde dünyasıdır.” Moderniteyi dünyanın (hem insanlık hem de doğa) kutsal olmaktan çıkarılması olarak tanımlamaktadır.
Sekülarizm tüm dünya görüşleri gibi Tanrı’ya, insanlığa ve doğaya yönelik kendi bakış açısını sunar. Sekülarizm her zaman Tanrı’nın varlığını reddetmez fakat Tanrı’yı kenara iter; yalnızca bu dünyaya odaklanır.
Emperyalizmle sekülarizm arasında kurduğu bağıntı çok önemli. Emperyalizm batının seküler etik ve epistemolojik paradigmasının yalnızca bir tezahürüdür. Temel teori sekülarizmdir ve en önemli pratiği emperyalizmdir. Sekülarizm ile emperyalizm arasındaki güçlü bağıntı Asya ve Afrika’da milyonlarca insanın katledilmesi gibi acımasız eylemlerde görülebilir ki bu pratikler batı medeniyetinin seyrinden bir sapma oluşturmaz.
Batının sahip olduğu refahı ve demokrasisini onun emperyalizminden ayırmak mümkün değildir. Batı, işe yaramaz parazitler olarak gördüğü insan sınıflarını itlaf etmekte hiçbir çekince göstermez. Nazilerin Avrupa nüfusunun belli kesimlerine uyguladığı soykırım, emperyalist tasavvurun çok özel bir uygulamasıydı. İşe yaramaz (parazit) saydıkları insan gruplarının ölü bedenleri de ‘fayda’ya dönüştürülmüş, saç tellerini ayakkabı fırçasında, kemikleri ise yüksek kalitede gübre yapımında kullanmışlardır.
Messiri’nin batı paradigması lehine oluşturulan önyargı konusundaki örneklemeleri; İslam’ın batılı paradigmaya uyarlı gösterilme çabalarına ait analizleri; Amerika’nın yeraltı nükleer denemeleri, insanları kobay olarak kullanması; ilerleme kavramı ve bunu Avrupa ve Amerika’nın nasıl en yüksek kara dönüştürdüğü; hürriyet-eşitlik-kardeşlik sloganlarıyla pazarlanan Fransız devriminin aslında nasıl soykırımlar devrimi olduğu gibi çok farklı olanlardaki sorgulamaları, kitabı okuduğunuz için size memnun edecek tahlillerdir. Artık kahir ekseriyetimizin tamamen içine sindirdiği ‘mobilya’ (ve de sandalye) terimleri üzerinde bile ‘unuttuğumuz’ yorumlar ufuk açıcı nitelikte.
Abdülvahab el-Messirî’nin şu cümlesini de çok sevdim: “İnsan bedeninden kıyafetlerini çıkarmak, şeref ve haysiyetini yok etmektir.”