Alemlerin Rabbi olan Allah, insanı yaratıp yeryüzüne halife olarak tayin ettiğinde, insanın yeryüzünde ihtiyaç duyduğu ve inşa ettiği ilk mekan ev, ve bu mekan içerisinde oluşturduğu birlikte aile’ dir. İnsanın barınma, güvenlik gibi fıtri ihtiyaçları evi ve aileyi oluşturmuştur. Tarihi süreç içerisinde ev ve aile anlayışları ihtiyaca, iklime, coğrafyaya, kültüre bağlı olarak farklı şekillerde tezahür etse de öz ve talep değişmemiştir.
Kur’ an, Adem Kıssası üzerinden insanın bu serüvenine dikkat çekmiş ve 23 yıllık inzal süreci içerisinde ise ev ve aile ilişkileri ile ilgili düzenleme ve öğütlerde bulunmuştur.
“Sudan bir beşer yaratıp da ona bir soy ve hısımlık veren O’ dur” (Furkan,54)
“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık” (Hucurat-13)
Aile duygusu fıtri bir duygudur. Tevhid dini olan İslam her fıtri duygu ve ihtiyaca varoluşsal bir değer atfeder, onun devamlılığını ve korunmasını emreder. İnsanoğlu, Tevhid mesajını dikkate almadığı zamanlarda varoluşsal krizler yaşar ve bu krizleri aşmak için fıtri, ilahi, nebevi değer ve uyarıları dikkate almadığı zaman bu krizler helakla sonuçlanır. Şirk’ in tarihi bu örneklerle doludur.
Tarih boyunca aile iki temel üzerinden vücut bulmuştur: Kandaşlık ve sosyallik. Bu duygusal, biyolojik sosyal şartlara uygun olarak “tekil aile”, “çekirdek aile”, “geniş aile”(BAYDAR) türleri oluşmuştur.
Kuran yukarıda açıkladığımız nedenlerle oluşan bu kuruma fıtri öneminin yanında onu geliştiren, koruyan, yaratılış amacına ve din’ in hedeflerine uyumlu yeni anlam ve amaçlar yüklemiştir.
Kuran’ a göre yeryüzünde kurulan ilk ev Beyt-i Haram’ dır. “Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan Ev, Bekke (Mekke) de, o, kutlu ve bütün insanlar (alemler) için hidayet olan (Kâbe) dir. (Al-i İmran-96). Bu ilk evi insanlık soyunun ilki ve insan oğlunun babası Adem inşa ettiği nakledilir. Nuh tufanından sonra Peygamberlerin atası İbrahim (a.s) oğlu İsmail ile yeniden inşa ettiğini vahiy bizlere haber veriyor. Bir ailenin oluşumu için gerekli üç unsur kadın(ana), erkek(baba) ve ev’dir. İşte bu üç unsur insan soyunun devam etmesi içindir. Kuran beyt’ e bir misyon yükler. Çünkü; insan yeryüzüne bir amaç için gelmiştir ve onun inşa ettiği kurumlarda bu amaçla uyumlu olmalıdır. Bu amacı “ehl” ve “al” kelime ve kavramları etrafında fıtri aslına, Tevhidi amaçlara uygun olarak yeniden inşa eder, vahiy. Cahiliye, bütün fıtri ve Tevhidi değerleri ters yüz ettiği gibi kadın, erkek, aile, ata, soy… kavramlarını da aynı akibete maruz bırakmıştı.
Kuran süreç içerisinde biyolojik, kandaşlık, kabile, sosyal, ekonomik… temeller üzerinden yükselen aile anlayışını “iman” üzerinden yeni bir aşamaya taşıdı. İnsanlığın atası birdi. Yeryüzündeki insanların hepsi aynı soydandı. Hepimiz insan olarak kardeştik. Artık her ev Kabe üzerinden tanımlanan bir amaç taşımalıydı. Bu amacın Al-i İbrahim, Al-i İmran, Al-i Muhammed üzerinden nasıl tecessüm ettiği gösteriliyordu. Artık insan kardeşliğinin üzerine iman kardeşliği de ekleniyordu ve gerçek kardeşliğin iman kardeşliği olduğu ilan ediliyordu. Kuran, Kureyşli olmakla övünen Araplara yaptıklarının yanlışlığını göstererek yeni bir hedef gösteriyordu: Hepiniz dinde kardeşler ve Ümmet olun. İman kardeşliğinin ve İslam kardeşliğinin sosyal ve siyasal olarak vücut bulması Ümmet’ le olacaktı. 23 yıllık vahiy süreci bunun nasıl tezahür ettiğinin canlı şahididir. Bütün ömrü boyunca her türlü aile tipine, ilişkilerine şahit olan Hz. Peygamber, “ehl-i beyti” i üzerinden Kabe’ nin misyonuyla uyumlu nasıl bir aile inşa edileceğini, bu ailelerden müteşekkil nasıl bir Ümmet ailesi oluşacağını bizlere gösteriyordu. Allah Müslüman beytlerden rics’i gidermek ve onları tertemiz yapmak istiyordu. Her beyt’in bu amaca yönelmelerini istiyordu: “Ey Ehl-i Beyt! Gerçekten Allah, sizden ricsi/kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.”(Ahzap-33).İslam Ailesinden (Ümmet) ise; peygamberin onlara örnek ve şahit olması gibi onlarında insanlığa örnek ve şahit olmalarını istiyordu: “Ey Müslümanlar, böylece sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki, bütün insanlar üzerine adâlet örneği ve hak şâhidleri olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şâhit olsun” (Bakara,143)
Hz. Peygamber Risalet’inin hitamında şöyle sesleniyordu İslam Ailesine: “Ey insanlar! “Rabbiniz birdir. Babanızda birdir. Hepiniz Ademin çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arabın arap olmayana arap olmayanında arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allahtan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız Ondan en çok korkanınızdır. “Müminler! “Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz. Müslüman müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman kardeşinin kanıda, malı da helal olmaz.”(Veda Hutbesi)
Peygamberin tanımladığı ve hayata geçirdiği aile ve ümmet anlayışına bağlı olduğu müddetçe İslam halkları izzetli bir hayat yaşadılar.
Bu gün İslam Ailesi Şirk düşüncesinden neşet eden Modernizmin, Cahiliye kiri bulaşmış geleneğin ve muharref din anlayışının saldırısı altında bulunmaktadır.
Modernite, seküler değerleri hayata hakim kılmak için bütün dini, geleneksel değer ve kurumlara meydan okudu ve savaş açtı. Modernizm’ in saldırıya geçtiği ve yok etmek istediği iki değer vardı: din ve aile. Bu iki değerin insanlığın en kadim değerleri olduğunu biliyordu. Kilise’ nin şahsında dine savaş açtı; dini kurumları ve kavramları dönüştürdü. Modernitenin hedeflediği bireyi oluşturmak içinde aileye savaş açtı. Bu gün bu savaş bütün hızıyla devam etmektedir. Allah’ ın peygamberler üzerinden insanlıkla buluşturduğu ed-Din olan İslam, Batı’ da Hristiyanlık ve Yahudilik üzerinden etkisiz hale getirildikten sonra sıra Muhammedi Tebliğ’ in içinin boşaltılmasına gelmiştir. Din ve aile insanlık için en önemli iki varoluşsal değer ve sığınaktır. Bu değerlerden mahrum bırakılan insanlık boşluğa fırlatılmış nesne haline dönüşür. Kadim ilahi ve nebevi değerlerden mahrum bırakılan insanlık, seküler kapitalist sistemin tüketim kölesi haline getirilmiştir. İnsanlık üzerinde ilahlık, efendilik taslayanlar kölesiz ve marabasız yapamaz. Bu gün insanlığın yaşadığı dram ve trajedi bunun sonucu değil midir?
Modernizm karşısında Kilise’ nin temsil ettiği muharref din direnemedi, direnemezdi de. Tevhidi değerlerden beslenmeyen hiçbir din, Şirk karşısında varlık gösteremez. İslam dünyasının yaşadığı durumda bunun göstergesi değil midir? Hz. Peygamber gelmeden önce Mekke toplumu fıtratla ve Tevhidi değerle kavgalı bir toplumdu. Cahiliye kirleriyle malül bir fikri, sosyal, siyasal yapı mevcuttu. Muhammedi Tebliğ karşısında “atalarının dinine” sığınmaya çalışıyordu. Bu günkü İslam toplumları da geçmişte yaşanan kültürü din yerine koyma aymazlığı içerisinde bulunmaktadır. Her toplum yerelliğe kapanarak kendi kavminin, ulusunun, ulus devletinin, mezhebinin, cemaatinin, örgütünün anlayışını, kültürünü vicdanın, vahyin sesine sağır kesilerek ölesiye savunuyor. Irak, Suriye örnekleri üzerinden yaşananlar bunların şahidi değil mi?
Kuran, “Öte yandan erdemlilik, (zannedildiği gibi) evlere arkalardan girmeniz değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyandır. O halde evlere kapılarından girin ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki gerçek mutluluğa erişebilesiniz”(Bakara-189) ayet-i kerimesiyle dikkat çektiği Nebevi Geleneğ’e (Sünnet), fıtrata, ahlaka, ma’rufa ters “taşlaşmış adet ve geleneklere” de karşı çıkmaktadır. Bu gün insanlık modern ve geleneksel putçuluk ve putperestlik sorunu yaşamaktadır. Genelde insanlık, özelde İslam dünyası, geçmişte yaşanmış o yüzden kutsaldır veya geçmişte yaşanan her şey kötüdür, “bu anın” gerekleri, tarzları makbuldür anlayışının kuşatması altında ifsat edilmektedir. Tevhid, geçmişi, bu günü ve geleceği insani erdemler(ma’ ruf) ve ilahi değerlerin rehberliğinde bir bütünlük içinde kavrar. Geçmişe, bu güne mutlak övgü ve yergi anlayışıyla yaklaşmak büyük bir yanılgıdır. Tarih, bu güne de etki eden insani bir yürüyüştür, bu yürüyüşte doğrular da yanlışlar da olacaktır. Bunları yok saymak hakikate gözleri kapamak gibidir. Bizler; geleceğe, geçmişi dikkate alarak, bu anın vaciplerini bihakkın yerine getirerek yürüyeceğiz.
Günümüz İslam Ailesi(Ümmet), Modern Şirk’in her türlü itikadi, fikri, sosyal, kültürel, siyasal tezahürlerine, taşlaşmış adet ve geleneklere, muharref din anlayışlarına karşı Tevhidi, Nebevi bir duruş ve temsiliyetle yürüyüşüne devam etmelidir, Al-i İbrahim ve Al-i Muhammed’ in sünnetine uyarak.
İslam Ailesi, evrensel bir ailedir. Bu ailenin yaşam alanı yeryüzüdür. Yeryüzünün her metrekaresi Allah’ ın ona bir emanetidir. İslam ailesi, yerelliğe kapanarak kendisini insanlıktan koparmaz. Al-i İmran 110. Ayette; insanlık içerisinden vahyi değerleri hakkıyla temsil edip, yeryüzüne şahitlik yaptığı için çıkarılmış “örnek ve şahit bir ümmet” olarak tavsif edilmiştir.
İslam Ailesi, kendisine Nebileri, Resulleri, Sıddıkları(Hakikati, doğruyu tasdik eden ve bunda ısrar eden), Şahitleri/Şehitleri( yaşamıyla ve ölümüyle Hakka şahitlik eden), Salihleri( Allah’ın muradına uygun ıslah edicileri) örnek alır. Diğer insanlara bu rehberlere benzemelerinden dolayı hürmet eder. Bu özellikleri her şartta temsil edenlerle yol arkadaşlığı yapar.
İslam Ailesi için sadece zulme ve zalime düşmanlık vardır. Zalim en yakını da olsa ona karşı çıkar ve mazlum kimden olursa olsun onun yanında olur. İnsanlıkta kardeşlerine, iman kardeşlerine, mahlukata ve eşyaya merhametle muamele eder.
İslam Ailesi için hiçbir şahsi, kavmi, ulusal, mezhebi farklılık üstünlük ve kınama vesilesi olamaz. Üstünlük ancak takva iledir. Takva, Allah’a, insanlara, mahlukata karşı sorumluluk bilinciyle davranmaktır.
İslam Ailesi, imtihan yolculuğunun bir gün son bulacağını ve hesap günü geleceğini düşünerek yaşar.
Ya Rabbi! Bizlere ve iman ile bizi geçmiş olan kardeşlerimize mağfiret buyur. İman etmiş olanlara kalplerimizde kin tutturma.(Haşr-10)
Allah’ım! İbrahim’e ve Muhammed’ e destek olduğun gibi, Muhammed ailesine de destek ol. Onları iki dünya da aziz et.
Mensubiyetim ‘sadece İslam’ a dır diyenlere selam olsun.