İnsanın özgürlüğü meselesi tarih boyunca tartışılan konulardan bir tanesidir. İnsanın özgürlüğüne bakışı iki noktada ele alabiliriz. Birincisi; insanın içsel özgürlüğü meselesi, ikincisi; insanın bedensel özgürlüğü meselesi yani fiili kölelik mevzusu. İki özgürlük sorunu arasında kuşkusuz çok büyük farklar vardır. Birinci sorun kişinin zihni ve kalbi bir meselesi olduğu gerçeğine dayanır. İkinci mesele ise kişinin kendi dışında gelişen ve teslim olmak zorunda olduğu bir durumla alakalıdır.
İnsan kuşkusuz isteyerek köle olmaz. İnsanı köle yapan zaafları olduğu gibi o zaaflarını tetikleyen, sürekli besleyen kanalları herdaim diri tutan görünür ve görünmez eller vardır. Eğitimden sanata, sinemadan spora, medyadan basına, siyasetten bürokrasiye, sivil toplum kuruluşlarından sermaye sahiplerine, ruhban sınıfından akademi dünyasına ve entelektüellere varıncaya kadar köleliği canlı tutan mekanizmalar iş başındadır. Şeytan, nasıl ki dosdoğru olan yolun üzerine oturup insanlara sağlarından, sollarından, önünden ve ardından yaklaşacağını ilan etmişse ve Allah da şeytan için o sizin kendinizi göremeyeceğiniz yerden görür uyarısını yapmışsa da modern çağ ilahi olanı dogma olarak tanımladığı için vahyin uyarısı havada kalmıştır. İnsan, hakikati kaybettiğinde neyi nereye koyacağını kestiremez. Kendince bulduğu şeyleri hakikat olarak tanımlama yoluna gider. Öyle bir hal alır ki kendi hakikatleri kendisinin aşılmaz putları oluverir.
Kur’an’da anlatılan insanın tarihi sürekli iyiye doğru ilerleyen bir tarihtir. İnsan, insan olmadan önce pişmiş bir çamurdur sonra ruh üflenir beşer olur, sonrasında insan olur. İnsan demek irade sahibi, akleden ve aklettiği ölçüde sorumluluk yüklenen kimse demektir. Görüldüğü gibi sürekli daha iyi forma doğru yükselen bir grafik içindedir. İnsan, aklettikçe hakikate yaklaşan ve hakikate yaklaştıkça elinin değdiği her şeyi emniyete kavuşturup ıslah eden biri oluvermektedir. İnsan, kendisine öğretilen isimlendirmeye sahip çıktıkça kullara kulluktan kurtulan ve yalnızca Allah’a kul olarak kendini kısıtlayan tüm bağlardan kurtulan kimse oluvermektedir.
Modern çağın insanı ise döngüsel bir tarih içerisinde devinip durmaktadır. Kendisini sürekli kısıtlayan, tutsak eden, köleleştiren ne kadar ideoloji varsa onların peşinde koşan ve her seferinde başladığı yere geri dönen bir sürecin kurbanı olmaktadır. İnsan formatıyla çamur formatı arasında sürekli gidip gelen bir süreci yaşamaktadır. Fakat insan kendisinin sürekli ilerlemekte olduğunu düşünmektedir. Bunun sebebi elinde hakikatin ölçüsü olarak tuttuğu argüman değişmiştir. Modern çağda vahiy hayatı belirleyen bir ölçü olmaktan çıkmış yerini bir takım bilimsel çıkarımlar, matematiksel rakamlar, anket sonuçları ve istatistikler almıştır. Hakikat artık halkın yüzde şu kadarının eğilimi ile tespit edilmiş, helaller ve haramlar yeniden tanımlanmış ve istatistiksel sonuçlara göre mutluluk ya da mutsuzluk tanımlanmış, matematiksel rakamlarla halkın kişi başına düşen gayrisafi hasılası tespit olunmuş ve anketlerle halkın eğilimi tespit edilerek ona göre yeni sosyal yaşam biçimleri inşa edilmiştir.
İnsan, sarp yokuşu tırmanmayı göze alamadığından oyun kurucuların tüm reflekslerine teslim olmayı bir kolaylık olarak görmüş. İnsanı köleleştiren sistemi inşa eden oyun kurucular; bilimi, sisyaseti, eğitimi, sanatı, sinemayı, medyayı, üniversiteleri ve entelektüelleri kendi çıkarı için desteklemiş ve dizayn etmiştir. İnsan, perdenin önünde oynanan bir oyun varken perdenin arkasındaki ile hiç ilgilenmemiş yalnızca kendisine sunulanla mutlu olmuş. Aklı dumura uğratılmış lakin bundan da hiç rahatsız olmamış. Şehrin ta öbür ucundan koşarak gelenler elbette olmuş ama kim dinler onları. Çünkü çağın mihenk taşı artık istatistikler, anket sonuçları, bilimsel ve matematiksel rakam değerleri olmuştur. Şehrin öbür ucundan gelenlerin söyledikleri şey eskilerin masallarından başka bir şey değilmiş.
Modern çağ insanın köle zihniyetine sahip olmasını henüz çocukken verdiği eğitimle başlatmıştır. İlkokuldan başlayan okul serüveni çocuğun yani neslin planlı bir şekilde ifsad edilmeye başlandığı tarih olarak kayıtlara geçmektedir. Sürekli modern çağın ürettiği bilgi sistemiyle geleceğe hazırlanan nesiller tek tipleştirilerek paket haline getirilip ambalajlanmaktadır. Bir nevi simya işlemi yapılmaktadır. Eğitim, bilimsel büyüyle yaratılmış bir ortama uygun yeni insan cinsini meydana getirecek bir simya sürecinin aranışı oldu. Gitgide kurumlar yalnızca taleplerimize biçim vermekle kalmayıp, kelimenin tam anlamıyla mantığımıza ya da orantı duygumuza da biçim vermiştir. Kurumların üretebildiklerini talep ede ede, onlarsız yapamayacağımıza inanır olduk. İşte bu durum zihni köleliğin kanıksandığı bir haldir.
Bu zihni köleliğin daim olabilmesi için sürecin devamını sağlayacak yeni argümanlara ihtiyaç olacaktır. Malum sistem asla boşluk kabul etmez. İşte tam burada çağın yeni ruhbanları siyasiler ve entelektüeller olmuştur. Sermaye sahiplerinin rantlarını maksimum seviyeye çıkarabilmek için perde arkasından yönettiği oyunun başrollerini siyasiler oynarken yardımcı oyuncular olarak da entelektüeller yerini aldı. Artık onların diliyle düşünen, kelimeleriyle konuşan, hayalleriyle avunan bir insanlık inşa edilmeye başlandı. Artık insanın ne kendine ait bir dili, ne hikayesi, ne hayalleri ne de düşüncesi kaldı. İnsan artık güdümlü bir köle oldu. Basın yayın, sivil toplum kuruluşları, tüm kurum ve kuruluşlar bu yeni insan tipini kutsadı. Siyasilerin nutukları altında mantığın tüm kuralları ihlal edilmesine rağmen şaşılacak biçimde insan politize oldu ve parti liderlerine, devlet adamlarına tapmaya başladı. Kimisi makinelere, kimisi bilime, kimisi ruhban sınıflara ve en çoğu da işine gelene tapındı. Artık modern hayat yeni birçok tanrı icat etti ve herkes zihnindeki tanrıyı putlaştırdı.
Kurumların yönettiği ve bürokrasinin ilahlaştığı bir dünyada insanın zihni prangalarından kurtulması bir hayli zorlaştı. Yeni dinin ruhbanları insanları sürekli olarak hipnoz etmektedir. İnsan ne zaman ki hipnozun farkına varırsa bilincinin uyanması da ancak böyle mümkün olacaktır. Yaşadığımız dünyayı onlar programlamaktadırlar. Tarih, felsefe, bilim, teoloji ne varsa onların tezgahlarında işlendikten sonra alıcıyla buluşturulmaktadır. En basit bir örnek verecek olursak Mustafa Kemal’in emriyle tam da onun istediği gibi ideolojik yeni bir Türk tarihi yazılması gibi. Vahiy, insanı bu hipnozdan çıkaracak güce sahip yegane şeydir. Vahyin muhatabı insan, eşyanın isimlendirmesini Allah’ın arzu ettiği biçimde yapmaya gayret ettiği andan itibaren her şeyin nasıl da tuz buz olduğunu görecektir. Firavun’un büyücülerini imana getiren vahiy nasıl ki Firavun’un saltanatının yıkılışını haber vermişse bugün de aynı şekilde firavunların saltanatını yıkacak vahiy elimizdedir. Tek eksiğimiz kuşkusuz Musa ve Harun olmayı arzu etmektir. Elbette Musa ve Harun olmak sarp yokuşa tırmanmayı göze almaktır. Anadan, yardan, maldan, evlattan vazgeçebilmeyi onları İslam’ın önüne değil ardına koyabilmeyi gerektirmektedir. Modern çağın yıkılışını haber verecek olan ancak vahyin muhatabı olan insandır.
Çünkü vahyin muhatabı insan her şeyi tektipleştiren, farklılıklara müsaade etmeyen inkar eden ve putperest bir toplumun dışında kalarak yeni bir söz ve ıslah edilmiş bir dünya için savaşır. Bu cihadın içinde olanlar hakikat yolculuğunda bir nefer olduklarını kabul ederler. Birikimlerini ilke adıyla tanımlayarak put edinmezler. Dilleri her daim kuşatıcı ve vahyin çizgisi içerisinde olurlar. Vahyi hayatlarının merkezine taşıdıklarından her türlü tektipleştirici eğitimin, düşüncenin, kültürel formun karşısında dururlar. İnsanı dar alana hapsetmek yerine onun hareket edebileceği geniş alanlar açarlar. Kendilerini cenneti kesin haketmiş bir varlık olarak görmek yerine gerçekten cenneti kazanamama ihtimaliyle yanıp kavrulan ve takvalı bir yaşamı kendilerine düstur edinen kimseler olarak tanımlarlar. Geleceğe dair planı, projesi olan modern çağın çarklarında iğdiş edilen nesle panzehir olacak yaşamı ve düşünceyi daima diri tutan özgün bir fikre sahip kimselerdir. Siyasilerin insanı köleleştiren, aklını dumura uğratan kirli yalanlarına ve hilelerine karşın hiçbir maddiyatın, konforun, makamın, şöhretin, refahın satın alamadığı onurlu kimselerdir. İzzet ve şerefin yalnızca Allah’ın, resulünün ve mü’minlerin yanında olduğu gerçeğine tüm kalbiyle inanmış kimselerdir. Asla köle olarak yaşamaya razı olmayacak insanlardır.
Allah, insanı yalnızca kendisine kul ederek diğer tüm ilahlardan sakındırmıştır. Beşeri insan formatına yükselterek ona onur ve izzet bağışlamıştır. Fakat insan ölümsüz olma sevdasına kapılarak hırslarına, heveslerine, korkularına yenik düşerek kendisine birden fazla ilahlar edinerek her ilahını ayrı ayrı mutlu etme pahasına zillete düşmüştür. Tüm bunlara rağmen Allah çağrısını her daim yinelemektedir. Allah’tan gereği gibi sakınıldığı takdirde hakikatle batılın ayrımına varılarak hipnoz etkisinden kurtulunacaktır. Kölelik ya da tüm putlardan özgürleşerek Allah’a kulluk.. işte tüm mesele budur. Seçeriz ve başlar hayatımız ya da şairin dediği gibi “başkalarının aşkıyla başlar hayatımız ve başkalarının hınçlarıyla devam eder”. Mesele neyi, niçin ve ne adına tercih edeceğimiz meselesidir.