İnsan Fıtratını Bozma Girişimi Olarak Cinsiyet Eşitliği Projesi- 1
Gün be gün değişen ülke gündeminde sizin gündeminiz nedir bilmiyorum fakat medya tarafından hiç gündem edilmeyen, edilmesi de mümkün olmayan bir konuyu, insanlık onuru adına -gecikmiş olsam da- olan biteni kayıt altına alarak, vicdani sorumluluğumu yerine getirmek istiyorum. Gündemime aldığım mevzu, uzun bir süredir sosyolog ve akademisyen Mücahit Gültekin’in ısrarla üzerinde durduğu, hakkında onlarca yazı yazdığı ve Av. Muharrem Balcı’nın şehir şehir gezerek konferanslar verdiği ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ projesi. Konuyla ilgili yaptığım onlarca metin okumalarım ve arşiv taramalarım sonucunda anladım ki; Türkiye’de, başta medya olmak üzere, kamu ve sivil kuruluşlar eliyle Toplumsal Cinsiyet Eşitliği adı altında küresel bir proje planlı, programlı bir şekilde uygulanmaktadır. Yazılanlara, çizilenlere, konuşulanlara baktığımızda, kadına karşı şiddeti önleme bahanesiyle cinsel yönelim kavramıyla gay, lezbiyen, biseksüel ve eşcinselliğin yaygınlaşması, eşcinsellerin toplum nezdinde meşrulaştırılması ve devlet tarafından hukuklarının oluşturulması amacının güdüldüğü görülecektir. Bununla beraber Müslüman Türk toplumunun aile yapısını yerle yeksan etmek de işin cabası. Bu nedenle belki yazının sonunda söylemem gereken birkaç tespitimi kışkırtıcı bir biçimde en başta söyleyerek, konunun ne kadar vahim sonuçlar doğuracağını vicdan sahibi herkesin anlamasını istiyorum.
1) Cinsiyet eşitliğini savunmak kadın-erkek eşitliğini savunmak değildir, bilakis cinsiyet eşitliğini savunmak eşcinselleri, gay’leri, homoseksüelleri, lezbiyenleri savunmaktır.
2) Cinsiyet eşitliği insanın yaratılış fıtratını bozma girişimidir.
3) İstanbul Sözleşmesi ve özellikle 6284 sayılı Kanun, devletin kendi eliyle ve anayasaya rağmen aileyi yok etme, ortadan kaldırma girişimidir.
4) “Kadının beyanı esastır” sözü adaletten yoksunluktur, hukuk tanımazlıktır, ayrımcılıktır, erkek düşmanlığıdır.
ZİNA AVRUPA BİRLİĞİNE GİRME SEVDASI YÜZÜNDEN Mİ SUÇ OLMAKTAN ÇIKARTILDI?
Hikâye bu soruyla başlıyor aslında. 1926 tarihli eski Türk Ceza Kanunu 440. maddesinde kadınlar, 441. maddesinde de erkekler için ‘zina suçu’nu düzenliyordu. Fakat kadın için sadece ‘cinsel ilişki’nin yeterli sayıldığı suç, erkek için ‘kendi ikametinde veya diğer bir yerde başka bir kadınla herkesçe bilinecek surette ve karı-koca gibi yaşama’ koşullarına bağlanıyordu! Anayasa Mahkemesi, bu düzenlemenin eşitliğe aykırı olduğu itirazı üzerine 23 Eylül 1996’da 441. maddeyi iptal etti. Mahkemenin verdiği 1 yıllık sürede yeni düzenleme yapılmayınca zina erkekler için suç olmaktan çıktı. Ancak bu iptal üzerine bu kez zina sadece ‘kadın suçu’ haline gelmişti. Bu eşitsizliğe de itiraz üzerine Anayasa Mahkemesi 23 Haziran 1998’de 440. maddeyi iptal etti. TBMM, 2004 yılında iktidar ve ana muhalefetin uzlaştığı metin üzerinde Türk Ceza Kanunu reformunu görüşürken, AK Parti ‘zina’nın tekrar suç sayılması için girişimde bulundu. Baykal 2004’teki AKP’nin bu girişimini ‘ihanet’ sayacağını açıkladı. Avrupa Birliği de, zinanın tekrar suç sayılmasının tam üyelik müzakerelerine geçişi etkileyebileceğini duyurdu. AK Parti, uzlaşma sağlanamayınca ‘zina’nın suç sayılması girişimden de vazgeçti ve yeni TCK 26 Eylül 2004’te yasalaştı, 12 Ekim 2004 tarihli Resmi Gazetede yayımlandı.
(http://www.haksozhaber.net/zinayi-suc-olmaktan-kim-cikardi-42074h.htm)
24.09.2004 TARİHLİ GAZETELER ZİNA CEZASININ KALDIRILMASINI BENZER İFADELERLE HABER YAPTILAR:
Yeni Şafak: Gitti, Çözdü, Geldi: Ankara’da koparılan Türk Ceza Kanunu fırtınası, Başbakan Erdoğan’ın Brüksel ziyaretiyle son buldu. Meclis, TCK’yı 6 Ekim’den önce çıkaracak ve Günter Verheugen olumlu rapor verecek.
Vatan Gazete: Harika Sonuç: Verheugen “Başbakan zina cezasının kaldırılması konusunda güvence verdi. Türkiye’nin önünde artık hiçbir ENGEL KALMADI” dedi.
Star Gazete: 5 dakikada krizi çözdü. Başbakan Erdoğan “TCK (da istediğiniz değişiklik Meclis’ten) geçecek” dediği Verheugen’den Türkiye’nin önüne yeni şart konulmayacak sözü aldı. TCK üzerinden sorun çıkarmak isteyenlerin hevesleri de kursağında kaldı.
Sabah: Biz Avrupalıyız! Başbakan Erdoğan, AB ile Ceza Yasası krizini Brüksel’de yine kendisi çözdü. Attığı adımla AB hedefi 41 yıldır hiç olmadığı kadar yakına geldi. (Bu zina eden evlilere verilen cezanın kaldırılmasıyla ilgili)
Radikal/ Rapor Tamam Sıra Kararda: Başbakan, AB ile krizi, zinayı suç haline getirmekten vazgeçerek bitirdi. Verheugen de müjdeyi şu sözlerle verdi: Artık müzakere tavsiye etmemiz için Türkiye’nin tamamlaması gereken bir şart yok.
Milliyet/ AB Kapısı Açıldı. Erdoğan Verheugen’e TCK’yı Ekimden önce zina maddesi olmaksızın geçireceğiz ancak başka şart istemeyiz mesajı verince hiç sorun kalmadı.
Hürriyet: Yolumuz Açıldı: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Brüksel gezisinde zina pürüzü aşıldı. Erdoğan, TCK(daki zina değişikliği) için söz verince, Avrupa Birliği yeşil ışık yaktı. TBMM pazar günü olağanüstü toplanıyor.
Akşam: Tam Yol Avrupa. Brüksel’de tarihi uzlaşma. Erdoğan, TCK’yı zinasız çıkarma sözü verdi. Verheugen AB kilidini açtı: Engel kalmadı. Müzakere tavsiye edeceğiz” dedi.
Güneş: Yanlış hesap Brüksel’den Döndü. Kritik zirveden beklenen oldu! Erdoğan, zina inadından vazgeçince, Verheugen, ‘Artık tarih için engel kalmadı’ diyerek Türkiye’nin önünü açtı.
Birgün: 2013′e kadar planda yoksunuz. AB’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günter Verheugen, Türk Ceza Kanunu’nda (zinayı suç olmaktan çıkarmak için) yapılan değişiklikleri (hiçbir Müslüman ve Milli hükümetin cesaret edemeyeceği) “yüzyılın işi” olarak değerlendirdi. Verheugen AB bütçesi dolayısıyla, 2013 yılına değin Türkiye’nin AB’ye alınması konusunda bir plan bulunmadığını da ekledi.
http://www.necmettinerbakan.net/haberler/zinayi-suc-olmaktan-kim-cikarmis-ve-ispatlari.html)
HİKÂYENİN TRAJİK BOYUTUNU BİR AKADEMİSYEN DİLE GETİRDİ.
Mücahit Gültekin “Aile Akademisi” isimli internet sitesindeki köşesinde, “Türkiye’de Aileyi Kamunun Denetimine Açmak: Kadına Şiddet, Cinsel İstismar ve Hukukun Manipülasyonu” başlıklı yazısıyla “İstanbul Sözleşmesi”yle uygulanmak istenen projenin vahametine dikkat çekti. Sürecin nasıl şekillendiğini öğrenmemiz açısından bu yazının oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.
“1 Ocak 2001 yılında Türk Medeni Kanunu’nda bazı önemli değişiklikler yapıldı. “Ailenin reisi kocadır.” ibaresi kaldırıldı. Meslek seçiminde eşlerden birinin diğerinin iznini alma zorunluluğu kaldırıldı.
Ancak konumuz açısından önemli olan gelişme, yeni kanunun evlenme yaşını erkek ve kadın için eşitlemiş ve 17’ye yükseltmiş olmasıydı. 7 Mayıs 2004 tarihinde ise, uluslararası anlaşmaların iç kanunla çelişmesi halinde uluslararası sözleşmelerin esas alınacağına ilişkin olan Anayasanın 90. maddesine, daha sonraları çok önemli olduğunu anlayacağımız, küçük bir ekleme yapıldı: “temel hak ve özgürlüklere ilişkin [milletlerarası andlaşmalarla]…” Buna göre, biraz sonra ele alacağımız, İstanbul Sözleşmesi de “temel hak ve özgürlüklere” ilişkin olması sebebiyle, hukuk hiyerarşisinin en üstünde yer alacaktı. Aynı tarihte 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yapılan bir değişiklikle “evlilik içi tecavüz” kavramı getirildi. TCK’da yapılan değişiklikler bununla sınırlı kalmadı; ırz, namus, ahlak, ayıp, edebe aykırı davranış gibi “erkek egemen” söylemler TCK’dan çıkarıldı. Bakire, bakire olmayan ayrımı, kadın-kız ayrımı kaldırıldı.
Burada bir parantez açıp, biraz duralım. Türk Ceza Kanunu’nun değiştirilmesinde Türkiye’deki feminist STK’ların etkisi ayrıca önem taşımaktadır. Bu dernekler, 2002-2004 yılları arasında Kadın Bakış Açısından Türk Ceza Kanunu başlığıyla bir araya gelmiş ve bir kampanya düzenlemiştir. Kampanya sonuçlarını değerlendirdikleri yazılarında TCK’da 30’a yakın değişiklik yapıldığı belirtilmektedir. Hande Eslen Ziya (2012) Sosyoloji Araştırmaları Dergisi’nde bu hareketlerin Meclis’e nasıl “sızdıklarına” ilişkin 2000 yılından oldukça ilginç bir örnek aktarmaktadır: “Söz konusu dönemde kadından sorumlu devlet bakanı Hasan Gemici’nin danışmanı olan Selma Acuner, Türk Ceza Kanunu değişikliğinde kadın hareketinin lobi stratejilerinin başarısından şöyle bahsetti: Biz, KSSGM’nin [Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü. Daha Sonra Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü olarak değiştirildi] genel müdürü ile birlikte Şubat 2000 tarihinde yapılan bakanlar toplantısına resmen sızdık. O toplantıda öncelikli hedefler belirleniyordu, resmen oraya sızdık ve Hasan Gemici aracılığı ile kadınlar ile ilgili bazı konuları öncelikli hedefler arasına soktuk. Bunlardan birisi Anayasa’nın 10. maddesidir, birisi KSSGM’dir, bir başkası da Medeni Kanunun öne çekilmesidir.”
Bir yıl sonra, 2005’te, ilk LGBT dernek, KAOS GL kuruldu. Ankara Valiliği “Hukuka ve ahlâka aykırı dernek kurulamaz” hükmü gereğince derneğin kapatılması için Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na başvurdu. Savcılık, AB siyasi kriterleri, Katılım Ortaklığı Belgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni gerekçe göstererek kapatılma istemini reddetti. O tarihten kısa bir süre önce Ankara, ironik bir şekilde, Brüksel’den müzakere tarihi alan hükümetin bu başarısını Kızılay Meydanı’nda kutlamış, AB’ye girecek olmanın coşkusunu yaşamaya başlamıştı.
2006 yılında “namus cinayetlerinin” önlenmesine yönelik Başbakanlık genelgesi yayınlandı.
2009 yılında, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından Türkiye’nin o güne kadarki en büyük örneklemli araştırması yayımlandı. Türkiye’nin 51 ilinde 24 bin 48 hanede yapılan araştırmada “Aile Kadınlar İçin Ne Kadar Güvenli?” başlığının altında şu ifadeler yer alıyordu.
“Araştırma sonuçları hem kadınlar hem de toplum tarafından en güvenli ortam olarak düşünülen ailenin aslında kadınlar için güvenli bir ortam olmadığını göstermektedir. 10 kadından 4’ünün birlikte yaşadıkları erkekler tarafından şiddete maruz kalmaları, aile ortamının kadınlar için tehdit edebilecek bir kurum haline dönüştüğünü göstermektedir.”
Üzerinde aile bakanlığının logosunun bulunduğu bir araştırmada “aile kadınlar için güvenli değildir.” ifadesinin yer alması kıyametler filan koparmadı. Bilakis benzer ifadeler, yine Aile Bakanlığı’nın 2014 yılında yaptığı araştırmada da yer aldı. Bu iki araştırmanın Türkiye’deki aile politikalarının yönlendirilmesinde ve buna ilişkin yasal düzenlemelerde önemli bir etkisi vardı. 2009 yılında ilginç bir olay daha yaşandı. Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, Viyana’da AB Aileden Sorumlu Devlet Bakanları Toplantısına katılmıştı. Kavaf, sonuç bildirgesindeki “farklı aile formları” ifadesine itiraz etmiş ve bildirgeyi imzalamamıştı. Sebep, “farklı aile formları” ifadesinin “eşcinsel aileleri” de kapsıyor olmasıydı.
Bunun üzerine Türkiye’de kızılca kıyamet koptu. Bakan aleyhine feminist hareketler deyim yerindeyse bir “cadı avı” başlattı. AK Parti içinden de Kavaf’a yönelik eleştiri sesleri yükseldi. Ak Parti Sivas milletvekili Nursuna Memecan Kavaf’ın sözlerini “talihsiz sözler” olarak niteledi. O dönem AB Başmüzakerecisi olan Egemen Bağış “Ben eşcinselliği bir hastalık olarak görmüyorum.” dedi. Kavaf sonraki dönem aday olmadı. Yerine Fatma Şahin geldi. Şahin, Bakan koltuğuna oturduktan hemen sonra, Eylül ayında yeni anayasaya ilişkin eşcinsel derneklerin de davet edildiği bir toplantı yaptı. Toplantıda, eşcinsel hakların anayasaya alınmasına “pozitif” baktığını ifade etti. 2010 yılında, Anayasa’nın 41 maddesinde yer alan “Aile, Türk toplumunun temelidir.” ifadesinin yanına usulca “ve eşler arasında eşitliğe dayanır” hükmü eklendi. Böylelikle aile kurumu temsilden mahrum bırakılmış oluyordu.
Ancak asıl önemli gelişme, 2011 yılının mayıs ayında yaşandı. Türkiye, kısa adı İstanbul Sözleşmesi olan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” başlıklı uluslararası sözleşmeye imza atan ilk ülke oldu ve sözleşme hiç bir maddesine çekince konulmadan ve tek bir ret oyu almadan 25 Kasım 2011’de Meclis’ten geçti; 29 Kasım 2011’de Resmi Gazete’de yayınlandı ve 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu anlaşmanın önemi LGBT’lerin Sözleşmenin 4. maddesi gereği yasal güvence altına alınmış olmasıydı. Dahası, Sözleşmenin tanımlar bölümünde aynen şu ifade yer alıyordu: “Kadınlar kelimesi 18 yaşın altındaki kız çocuklarını da kapsar.”
Sözleşmenin bunlar kadar önemli olan bir başka maddesi ise, 48. maddeydi ve buna göre karı-koca arasındaki problemlerde, “arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere” alternatif “çatışma çözüm süreçleri” yasaklanıyordu. Ülkemizde Adalet Bakanlığı’na bağlı Arabuluculuk Daire Başkanlığı bulunuyordu. Çek senet meselelerinden, başka pek çok konuya ilişkin “arabuluculuk” imkânı tanınan ülkemizde, karı-koca arasındaki “şiddet iddiası” içeren sorunların çözümünde arabuluculuğa izin verilmiyordu. Ardından, 2012 yılında 6284 sayılı Kanun çıkarıldı. Yeni kanunla yapılan düzenlemelerin en dramatik sonucu, kadına yönelik şiddetin önlenmesi gerekçesiyle kadının “beyanının esas” kabul edilecek olmasıydı. Buna göre, hukukun “masumiyet karinesi” rafa kaldırılıyor, kadının beyanıyla koca hakkında en hızlı şekilde “yasal tedbir” uygulanıyordu.
6284 sayılı kanunun uygulama yönetmeliği 18 Ocak 2013 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlandı. Yönetmeliğin 30. maddesinin 3. bendi şöyle demektedir: “Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Kararın verilmesi, Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.”
(http://aileakademisi.org/yazi/turkiye%E2%80%99de-aileyi-kamunun-denetimine-acmak-kadina-siddet-cinsel-istismar-ve-hukukun-manipulasyon)
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDİR, MADDELERİ NELER İÇERİR?
11 Mayıs 2011 tarihinde imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi, 10 ülkenin belgeyi onaylamasının ardından, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmişti. İstanbul Sözleşmesi TBMM tarafından 14 Mart 2012’de kabul edilmiş, böylece Türkiye sözleşmeyi ilk onaylayan ülke olmuştu. Kasım 2017’ye kadar 45 ülke tarafından imzalanan ve 27 ülke tarafından onaylanan İstanbul Sözleşmesi, kadına karşı şiddetin önlenmesinde hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belge niteliği taşıyor. İstanbul Sözleşmesi olarak kabul edilen kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nde birçok madde dikkatleri üzerine çekiyor.
Türk Kadınlar Birliği’nin internet sitesinde yer alan İstanbul Şözleşmesi’nin bazı maddelerine bir ayna tutalım.
*“Kadın” kelimesi 18 yaşın altındaki kız çocuklarını da içerir.
*“Kadına yönelik şiddet” kadına yönelik ayrımcılığın bir türü ve bir insan hakkı ihlali olarak anlaşılmaktadır. İster kamu hayatında ister özel hayatta meydana gelsin baskı veya rastgele özgürlüğünü engelleme de dâhil kadınların fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zararı veya ızdırabı ile sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan tüm eylemler toplumsal cinsiyete dayalı şiddet anlamına gelir.
*“Toplumsal cinsiyet” belli bir toplumun kadınlar ve erkekler için uygun gördüğü sosyal olarak inşa edilen roller, davranışlar, etkinlikler ve yaklaşımlar anlamına gelir.
*“Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” kadına kadın olmasından dolayı uygulanan ve kadınları orantısız biçimde etkileyen şiddet anlamına gelir.
*Taraflar, gerek kamu alanında gerekse özel alanda, tüm bireylerin, özellikle kadınların, şiddetten arınmış yaşama haklarını sağlamak ve korumak için gerekli hukuki ve diğer tedbirleri alır.
*Taraflar, kadına yönelik her türlü ayrımcılığı kınar ve bu ayrımcılığı önlemek için özellikle, ulusal anayasalarına veya diğer uygun mevzuatlarına kadın erkek eşitliği ilkesini dâhil edip bu ilkenin uygulamada da gerçekleştirilmesini sağlayarak; kadınlara karşı ayrımcılığı, gerektiğinde yaptırımlar uygulanması yoluyla yasaklayarak, Kadına yönelik ayrımcılık içeren kanunları ve uygulamaları yürürlükten kaldırarak; gerekli hukuki ve diğer tedbirleri gecikmeksizin alır.
*Bireylerin cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi görüş veya farklı görüşe sahip olma, ulusal veya sosyal menşe, herhangi bir etnik azınlık, mülkiyet, doğum, cinsel tercih/yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, yaş, sağlık durumu, medeni durum, göçmen ya da mülteci olma, yaş veya engelinin ve diğer bir durumunun bulunmasına bakılmaksızın özellikle mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirler başta olmak üzere işbu Sözleşme hükümlerinin Taraflar tarafından uygulanması güvence altına alınmıştır.
*Kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin önlenmesi ve kadınların korunması için gerekli olan özel tedbirler, hâlihazırdaki Sözleşme kapsamında ayrımcılık olarak kabul edilmeyecektir.
*Taraflar işbu Sözleşme hükümlerinin uygulanmasında ve etkilerinin değerlendirilmesinde toplumsal cinsiyet bakış açısına yer vermeyi ve kadın erkek eşitliği ve kadınların güçlendirilmesine yönelik etkili politikalar geliştirmeyi ve uygulamayı taahhüt ederler.
*Taraflar, kadının aşağılığı iddiasına veya kadın erkek için kalıp rollere dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve tüm diğer uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla kadın ve erkeklere ilişkin toplumsal ve kültürel davranış modellerinde değişim sağlamak için gerekli tedbirleri alır.
*Taraflar, erkekler ve erkek çocukları başta olmak üzere, tüm toplum üyelerinin işbu Sözleşme kapsamındaki tüm şiddet türlerini önlemek üzere aktif katkılar sağlamasını teşvik etmek için gerekli tedbirleri alır.
*Taraflar; kültür, gelenek, görenek, din veya sözde “namusun” işbu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için gerekçe oluşturmamasını sağlar.
*Taraflar, kadınların güçlenmesine yönelik program ve faaliyetleri arttırmak amacıyla gerekli tedbirleri alır.
*Taraflar, gerektiğinde, öğrencilerin gelişen kapasitesine uygun olarak, kadın erkek eşitliği, kalıplaşmamış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde şiddet içermeyen çatışma çözümleri, kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişisel bütünlük hakkı gibi konulara ilişkin öğretim materyallerine resmi müfredata ve eğitimin her seviyesine eklenmesi için gerekli adımları atar.
*Taraflar, gayrı resmi eğitim faaliyetlerinde, spor, kültürel ve boş zaman hizmetlerinde ve medyada 1. paragrafta bahsedilen ilkeleri geliştirmek amacıyla gerekli adımları atar.
*Taraflar, işbu Sözleşme kapsamında yer alan herhangi bir şiddet eyleminin gerçekleşmesini müteakiben başlatılan cezai işlemlerde kültür, gelenek, din, görenek veya sözde “namus”un bu eylemlerin gerekçesi olarak görülmemesi için gerekli yasal veya diğer tedbirleri alır. Bu özellikle mağdurun kültürel, dini, sosyal veya geleneksel olarak kabul gören uygun davranış normlarını veya törelerini ihlal ettiği iddialarını da içerir.
(http://www.turkkadinlarbirligi.org/allnews/proje/0/299/%C4%B0STANBUL+S%C3%96ZLE%C5%9EMES%C4%B0)
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VE LGBTİ
Artık şunu anlıyoruz ki bu sözleşme kadınları şiddetten koruma bahanesiyle aslında Türkiye’de LGBTİ bireyleri koruma ve onları yasal güvence altına alma projesi olarak uygulanmak istenmektedir.
Bu konuda, BBC Türkçe’ye değerlendirmede bulunan Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Derneği’nden Şehnaz Kıymaz, İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde tarafların temsilcileri vasıtasıyla komisyon üyelerinin seçileceğini belirtiyor. Kıymaz, “GREVIO” adı verilen bu komitenin, yaklaşık bir yıl sonra seçileceğini ve kendi işleyiş yöntemine kendisinin karar vereceğini söylüyor. Kıymaz’a göre bu özerklik “GREVIO”ya bir başvuru mekanizması şeklinde çalışma imkânı da veriyor.
Yüksek lisans tezini İstanbul Sözleşmesi üzerine yazan Şehnaz Kıymaz, sözleşmede birkaç noktaya dikkat çekiyor. Kıymaz’ın vurguladığı ilk nokta, sözleşme çerçevesinde ülkelerin birbirinden konuya ilişkin verileri talep edebilmesi ve uluslararası saygınlık nedeniyle bir “gözlem” sürecinin başlaması oluyor. İkinci nokta olarak ise, ayrımcılık maddesinin çok kapsamlı olduğu ve LGBTİ bireyleri de kapsadığını belirtiyor. Kıymaz, sözleşmede “cinsel yönelim” ifadesinin bulunduğu hükümle, LGBTİ bireylere de koruma sağlanacağını ifade ediyor.
(https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/08/140801_istanbul_sozlesme)
Nida Dergisi, Mart – Nisan 2019 / Mustafa Ökkeş Evren
Allah’ın laneti, harsı ve nesli ifsat eden, yeryüzünde fıtrat diye temiz bir alan kalmasın için tam gücüyle İblis’le mesai yapan Şeyatînul İns’in üzerine olsun. Onlara çanak tutan ‘Kolaman’ mankurtlara da bir an önce ayıkmak nasip etsin.