Kelime olarak infak, ne-fe-ka fiilinden türetilmiş olup tükenmek, azalmak anlamlarına gelir. Ayrıca “çıkma” anlamını da ifade eder. Dinden/ imandan çıktığı için ya da kalbinden iman çıktığı için insana münâfık, yerin altından çıkış yeri olan tünele de enfâk denmiştir. Yine harcamaya, sarf etmeye, tüketmeye infâk; çok harcayan, çok tüketene de münfik denilmiştir.
Kapsamlı bir anlamı olan İnfak, sözlükte bitmek, yok etmek, yoksul düşmek gibi manalara gelse de İslam ıstılahında daha çok malın elden çıkarılması, harcanması ve sarfedilmesi anlamında kullanılmaktadır.
Kur’an’da yetmişe yakın âyette geçen infak, genel anlamda harcama yapmak manasında kullanılmıştır. Bu harcamalar gerek hayra, gerek şerre harcamayı da ifade etmektedir. Mesela: mallarını insanlara gösteriş olsun diye harcamak (Nisa 4/38); insanları Allah yolundan çevirmek için mallarını harcamak (Enfal 8/36) gibi.
Allah’ın rızasını elde etme amacıyla kişinin kendi malından harcama yapması, muhtaçlara yardımda bulunması” anlamına gelen infak, farz olan zekâtı da içinde barındıran ve gönüllü olarak yapılan her çeşit hayrı da bünyesinde barındırmaktadır.
İnfakı iyi anlamanın ve özümsemenin yolu, vahyin inşa ettiği ilk neslin dünyaya bakış tasavvurunu iyi analiz etmek ve iyi idrak etmekten geçmektedir. Bu tasavvurun yaslandığı akidenin tevhid akidesi olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, onların mala, mülke, evlada ve dünyaya bakışları da Allah’ın bak dediği yerden olmalıydı öyle de olmuştur. Öyleyse bu akideye iman edenler, söz konusu infak olunca, Allah’ın sorduğu soruya dikkat kesilmek zorundadırlar. Rabbimiz soruyor: “Mülk kimindir?” (Mümin 40/16) Bu soruya yine rabbimiz cevap veriyor. “Her şeye kadir olan ve her şeyi elinde bulunduran Allah’ındır.” (40/16). O halde bu mülkten insanın payına düşen de kendisine verilmiş bir emanetten öte bir şey değildir. Bu emaneti sahibinin tarifine göre harcama yapmayanlar malı biriktirip, onu gasp edenlerdir ki toplumun yapısını bozan da genellikle bu bozgunculardan başkası değillerdir. Kendisine verilen emanetten yoksullara, miskinlere, Musa’nın ve Harun’un rabbine ve tüm iman edenlere vermeyen; “Allah’ın aç bıraktıklarını ben mi doyuracağım, bunlar benim ilmim sayesinde kazandıklarım” diyen Karunlardır ve onun uzantıları olan yerli Karunlardan başkaları değildir. Onların infakları şer için olduğunu, insanları Allah yolundan saptırmak olduğunu rabbimiz bizlere hatırlatmaktadır.
Şu halde infak sadece Müslümanların yapması gereken bir algı/anlayış değildir. Bilakis insanları Allah yolundan alıkoymak için her türlü imkânını seferber eden tagut ve onun yandaşları içinde geçerli bir kavramdır.
“İnkâr edenler, insanları Allah’ın yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar. Daha da harcayacaklardır. Sonra pişman olacaklar ve yenilgiye uğrayacaklar. Kâfir olanlar cehennemde toplanacaklardır (8/36)”. Bu ayeti geçmişte olduğu gibi günümüzde değerlendirdiğimizde öyle zannediyorum ki İslam’ın karşısında devasa bir infak birlikteliğinin olduğu görülecektir. Dün olduğu gibi bugün de bütün hışmı ile İslam’ın/Müslümanların üzerine saldırılar yapıldığına hepimiz şahidiz. Bu saldırılarda öncelikli hedef, Müslümanlar pasifize edilmeli ve sonra sindirilmeliydi. Bu sindirme işlevi kültürel değişim ile gerçekleştirilmeliydi. O halde söz konusu kültürel değişime zihinlerden başlanılmalıydı ve öyle de oldu. Televizyon programları, tartışma programları, kadın programları, diziler, gazeteler dergiler avm’ler, moda, tüketim ve konfor algıları yanında daha saymakla bitiremeyeceğimiz ifsadın birçok şubeleri ile İslam’ın önüne engel olabilmek için imkânları çerçevesinde ellerinden gelen yapılmaktadır.
Peki, burada birebir İslam’la mücadele söz konusu mudur? Hedef direkt olarak İslam mı gösterilmektedir? Elbette direkt olarak İslam değil ama zımnen İslam söz konusudur. Çünkü insanla hayat bulacak olan İslam yine insanın ve özellikle körpe çocuklar ve genç dimağların zihinlerine hükmedip prangalar vurup pasif hale getirmekle aziz İslam’ın önü de kapanmış olacaktır. Zihinlere kendi anlayışınızı yerleştirdikten sonra o zihinleri taşıyan bedenlere yapamayacağınız / yaptıramayacağınız hiçbir şey yoktur. İçinde yaşadığımız toplumun kahir ekseriyeti Âhireti göz ardı eden bir toplum haline bu şekilde getirilmiştir. Bu toplum, eline geçirdiği mal ve imkânları kendi yaratmış gibi her şeyi kendinden bilen, malı ve servetini İslam ahlakının yaygınlaştırılmasının, İslam siyasi algısının ve akidesinin gereği olarak mallarını sarf etmenin, hayırlarda yarışmanın, iyilik ve yardımlaşmanın, dayanışmanın ve paylaşmanın hakim olması yerine; şımararak onunla hırsını, egosunu, zevkini, şehvetini tatmin eden, başkalarına hava atan, mallarının çokluğu ile üstünlük kurarak haram ve helal gözetmeyen, ahlaksızlığı ahlak sayan ve kötülüğü yayarak bozgunculuğa ses çıkaramayan bir toplum haline getirilmiştir.
O halde tüm bu olumsuzlukları ortadan kaldırabilmek için Allah’ın çizdiği yolu iyi takip etmek, O’nun ayetlerine iyi kulak vermek kulluğun gereği olan bir sorumluluktur, farzdır. Tağutun Allah yoluna engel olabilmek için var gücü ile çalıştığı bir dünyada, Müslümanların bu çalışmalara cevapsız kalması kendisinin ne kadar dönüştüğü ile alakalıdır. O halde bu dinin hayat bulabilmesi ve kendimizi tatmin etme adına cebimizdeki en küçük bozukluklardan vermek infak değildir. İnfak, insanların zihinlerine Allah adına hitap edebilmek için ve insanları Allah’ın dininde buluşturabilmek için O’nun bahşettiğinden harcanan her şeydir. Ve bu harcama sevdiğimiz şeylerden olmak durumundadır. Bu harcamalarımız, öncelikle mallarımız, paramız, zamanımız, ilmimiz ve imkan dahilinde her şey olmalıdır. Ve tabiî ki en başta canımız bu işe öncü olmalıdır. Sözüm odur ki, infak kısaca İslam’ın siyaset/akide/tevhid boyutunun hayat bulmasına destek için harcanmalıdır. Zaten bu boyutu idrak eden herkes fakirin, yoksulun, yetimin kısaca ihtiyaç sahiplerinin de hakkını teslim ederler.
“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda infak etmedikçe iyiliğin en güzeline eremezsiniz.” (3/92) Dikkat edilirse Kur’an mü’minlerin infakının hep fi sebilillah/Allah için, Allah yolunda olması gerektiğine vurgu yapar. Çünkü Allah için veya Allah yolunda yapılmayan infak Allah’ın rızasını kazandırmaz ve yapana ahirette bir yarar sağlamaz. Nitekim kâfirler de hayatta pek çok iyi işler yapar veya başkalarına yardımlarda bulunurlar, ama Allah rızasını umarak yapılmadığından, yaptıkları iyilikler veya işledikleri iyi ameller heba olup gider.
Normal/geleneksel infak algılarımızla da infakı değerlendirdiğimizde yine tam manası ile infak etmediğimiz ortadadır. Çünkü;
Peygamber (as) sünnetini terk etmeyen, onun her türlü davranışını örnek alan ve onu kendisine rehber edindiğini söyleyen bizler onun gibi ne kadar infak edebiliyoruz? Ve bu infaklarımızı hangi hedef doğrultusunda veriyoruz? Hangi arazilerimizi aziz İslam’a adıyor, hangi imkânlarımızla toplumu Allah yolunda birleştirmeye çalışıyoruz? Acaba O’nun gibi aç gecelemek veya bir kilim üzerinde uyumak pahasına, sahip olduğumuz fazla şeyleri muhtaç olanlarla paylaşabiliyor muyuz? İslam için harcayabiliyor muyuz? Konforlu evlerimizden, lüks arabalarımızdan, kesada uğramaktan korktuğumuz ticaretimizden ve tabiî ki kıymetli eşyalarımızın rahatlığından sıyrılmadan Fi Sebiilillah için verilen her kuruşun Peygamber infakı olamayacağı kesindir. Öyleyse bu şekilde olan bizler Peygamber (as)’e ümmet olduğumuzu iddia edersek aynı zamanda gezi olaylarında birtakım kişilerin dünyevi çıkarları için ağzına doladığı Ebuzer değil; Peygamberin güzide sahabesi Ebuzer’e de haksızlık etmiş olmaz mıyız?