“Sebastião Salgado. Brezilya vatandaşı. Onu gören, başka bir yüzyılda dünyaya gelmiş olsaydı bir kaşif, usta bir denizci olurdu diye düşünür. Günümüzdeki mesleği fotoğrafçılık. İktisat eğitimi almış, ancak günün birinde fotoğraflar istatistikler kadar hatta daha bile aydınlatıcı olamaz mı, diye sormuş kendine.
John Berger. Britanya vatandaşı. Mesleği yazarlık. Ressam olarak yetişti. Gördüklerimi kelimelere dökmeye çalışıyorum.
Salgado’nun son kitabı Migrations (Göçler) hakkında konuşmak üzere bizim evin mutfağında buluştuk. Altı yılda kırk üç ülke gezmişti. Gittiği her yerde insanlar hareket halinde, bir şekilde hayatlarını kazanabilecekleri, çocuklarını doyurabilecekleri bir yer bulma telaşındaydı. Bu altı yıl boyunca -sonradan fotoğrafçı olan- iktisatçı, küreselleşmenin yüzünün fotoğraflarını çekti.
Sohbetten sonra yürüyüşe çıktık; bizim oradaki dağdan inmekte olan bir dağcı Salgado’nun fotoğraf makinesini görünce, “İkinizin resmini çekmemi ister misiniz?” diye sordu.
Bundan sonraki bölümlerde ne konuştuysak hiç dokunmadan, olduğu gibi nakledeceğim.”
Sebastião Salgado:
Kimi zaman bir günde on bin insanın öldüğünü gördüm. On bin insanın öldüğünü görmek hiç kolay değil. Çok acı. Sağlığı yerinde on bin kişi, açlıktan ölmüyordu, onları kurtarmanın yolunu bilmediğimiz için ölüyorlardı.
Bu, günümüzde çok farklı yerlerde meydana geliyor. Kendi kendime bazı fabrikalarda üretilen televizyon sayısı, üretilen otomobil sayısı, bankaların elde ettiği kar miktarı ile şu anda bu şekilde ölen insanlar arasında bir münasebet yok mudur diye soruyorum… Bu hikaye, bu kitap, bu fotoğraflar küreselleşmenin fotoğrafları, bunlar küreselleşen insanlar.
John Berger:
Küreselleşme çeşitli anlamlar içeriyor. Bir yanda ticaret söz konusu, mallar onaltıncı yüzyıldan beri el değiştiriyor ve şimdi de yerkürenin dört bir yanında, gittikçe yükselen bir tempoyla fikirler ve haberler dolaşımda. Küreselleşme aynı zamanda bir dünya görüşü; insanlık hakkında kanaatler ve insanın neden yeryüzünde bulunduğuna dair düşünceler.
Yeryüzündeki her beş kişiden biri bu düzenden yararlanıyor. Beşte dördü ise farklı derecelerde bu yeni, gereksiz sefaletten nasibini alıyor.
Şimdilerde küreselleşme dediğimiz ekonomik düzenin fanatikliğinin bir kısmı bağnazlıktan kaynaklanıyor. Ve bağnazlık her zaman olduğu gibi bu düzenden başka bir seçenek olmadığı numarasına yatıyor. Tabii bu düpedüz yalan, kesinlikle doğru değil; ancak tüm insanlık tarihinin karşısında söyleniyor bu yalan.
Sebastião Salgado:
Afrika’daki bu olağanüstü durum, göçmen sayısının günden güne artması, ülkelerin giderek parçalanıp dağılması bu yeni ekonomik düzen yüzünden ve insanların üretimine karşılık, ürettikleri mallar karşılığında, ellerine ne geçtiğiyle ilgili. Bu ürünlerin kıymeti Fildişi Sahili’nde, Liberya’da ya da Brezilya’da saptanmıyor; ticaret şirketlerince Londra’da saptanıyor, New York’ta saptanıyor. Ve onları üreten bu insanların hayati ihtiyaçları dikkate alınmıyor. O zaman ne oluyor? Çoğalan bu nüfusa düşen pay her seferinde biraz daha azalıyor. Bütün bu hikayelerin temelindeki sorun ekonomik bir sorun.
Çok zaman önce Ruanda’da tanıdım ben bu insanları. Ruanda’ya ilk kez 1971’de, çay plantasyonlarında çalışmak üzere iktisatçı olarak gittim. O tarihte çay plantasyonlarında çok dengeli bir hayat vardı. Ruanda az gelişmiş bir ülke değildi, yoksul bir ülke değildi; gelişmekte olan bir ülkeydi. Yakın geçmişte aynı çay plantasyonuna tekrar gittiğimde her şey yanmıştı, her şey berhava olmuştu. Bu insanların onca çabası, alınteri boşa gitmişti. Yollara düşmüştü insanlar, ölüm yoluna. O ana kadar, bu fotoğrafları çekene kadar evrimin olumlu bir süreç olduğuna inanıyordum. Ondan beri soruyorum kendime: Nedir evrim? Evrim herhangi bir şeye doğru olabilir, her tarafa yönelebilir, ölüme doğru olumsuz bir tarzda yol alabilir; nihai noktaya, en canavarca sona doğru gidebilir ve biz ona da alışırız.
John Berger:
Tuhaf bir şekilde, tüm bu fotoğraflarda, insan senin bakış açının pozitif olduğunu, sanki “evet” dediğini hissediyor; gördüklerini onayladığın anlamında değil ama var olan için, “evet, işte budur” dediğini. Elbette bu “evet”in izleyen insanlara “hayır” dedirteceğini umuyorsun. ama bu “hayır” ancak insan “ben bununla yaşamak zorundayım,” dedikten sonra gelebilir. Ve bu dünyayla yaşamak her şeyden önce onu kavramakla mümkün. Bu dünyayla yaşamanın zıddı umursamazlık, sırt çevirmektir.
Umut etmenin püf noktası, umudun en karanlık anlarda belirmesidir; karanlıkta bir alev gibidir. İman ya da ahdetmek gibi değildir.
Sebastião Salgado:
Senin dediğin gibi, benim için hayli umut var burada. Fotoğraflarını çektiğim tüm bu göçmenlerin hayatları istikrarlıydı bir zamanlar. Şimdiyse bir dönüşüm sürecindeler ve yanlarında ancak bir katre umut var. Bu umutla yeniden istikrarlı bir hayat kurma çabasındalar.
Eğer bu fotoğraflara bakan insan sadece merhamet duyarsa, son derece başarısız olduğumu düşüneceğim. İnsanların bir çözüm bulabileceğimizi kavramasını istiyorum. Fotoğrafı çekilen insanların pek azı içine düştüğü bu durumdan sorumlu. Çoğu, binlerce insanla birlikte neden yollara düştüğünü anlamıyor. Evleri bombalandı, yakıldı, yerle bir edildi ve yollara düştüler ama nedenini anlayamıyorlar. Bunun sebebi kendileri değil, başka şeyler. Bu başka şeyler arasında bir seçim yapmamız gerekiyor.
John Berger:
Bu kitaptaki tüm anları toplayabilseydin eğer…
Sebastião Salgado:
Büyük ihtimalle burada topu topuna bir saniye söz konusu! Bu da benim açımdan fotoğrafçılığın büyüsü, zira bu bir saniyede gezegenimizde bugün ne olup bittiğini mükemmelen anlayacağını sanıyorum.
John Berger:
Bu fotoğraf?
Sebastião Salgado:
Öğretmendi bu adam, derin, çok derin bir bunalımdaydı; onun derdinden anlayacak bir kul yoktu. Ne kaybettiklerini sadece kendi insanları bilebilirdi.
John Berger:
Bu bana, Fransız filozof Simone Weil’i ve onun kırklarda yazmış olduğu bir şeyi düşündürdü. Senin söylediklerinin bir tür özeti adeta: “Felakete uğrayanlara görüntülerin ancak iki şekilde faydası olabilir. Bir, bu felaketin gerçekliğini gösterecek hikayeyi ortaya çıkarmak. İki, dış koşulların kabuğuna nüfuz edip de hiçbir zaman duyulmayan feryadı dillendirecek sözcükleri bulmak: ‘Neden bana bu kötülüğü yapıyorlar?’”
Sebastião Salgado:
İstatistiklerden çok söz ediyoruz da, gerçek duygulardan söz etmiyoruz. Bir yıl önce Kosova’dayken tam da bunu fark ettim. Savaş sırasında bir hayli istatistiksel bilgi sahibi olduk. Kosova’yı bombalayan uçakların sayısını, Sırbistan’a taarruzda bulunan pilotların sayısını öğrendik. Ancak kimse hakiki insanlardan, bu felaketi yaşayanlardan bahsetmedi.
Kosova sınırından Arnavutluk’a geçerken mülteciler insanların kendilerine kucak açacağını, onları ülkelerine davet edeceklerini, Fransa’ya, Almanya’ya, ABD’ye çağıracaklarını umuyordu. Yanılmışlardı, kimse beklemiyordu onları. Büyük bir savaşa kalkışmış, onların adına milyarlarca dolar harcamış ama onlar için hiçbir şey yapmamıştık.
John Berger:
Hadiseleri bu fotoğraflarda görüldüğü gibi kabul edersek, büyük bir felaketle karşı karşıyayızdır demektir. Felaketle karşılaşınca ise, insanlar bunu kabullenmek ve var güçleriyle karşı çıkmak durumundadır. Bu karşı çıkış hiçbir şeyi değiştirmeyecek olsa da. Daha çok gökyüzüne yakarırlar. Senin resimlerinin çoğunda gökyüzü çok etkileyici. Felaketler karşısında duyarsız izleyicilerse bu resimlere bakıp, “Ah ne kadar da güzel bir manzara, ne güzel bir kompozisyon, o anı nasıl da yakalamış,” diyeceklerdir. Ne var ki bu estetikle ilgili bir mesele değil. Kimi durumlarda gökyüzü yakarışların yegane merciidir. Kim dinler bunları gökyüzünde? Belki Tanrı. Belki ölüler. Hatta belki de tarih.
Sebastião Salgado:
Onlar gezegen boyu bir felaketin göbeğinde yaşıyor.
İnsanlar sana, kameranın objektifine, mikrofona konuşacakmış gibi yaklaşıyor. O zaman ciddi bir sorumluluk üstleniyorsun, onların hikayelerini anlatmak zorundasın; bu onların fotoğraflarını göstermen gerektiği anlamına geliyor. Bu fotoğraflara bakanlarda vicdan azabı yaratmak istemem; zira bunlara bakanların çoğunun doğru düzgün bir evi ve işi var, sağlıkları yerinde. Ve bunlara sahip olmakta haklılar. Asıl olması gereken tüm gezegenin bunlara sahip olması.
John Berger:
Çocukların bu portreleri nasıl ortaya çıktı?
Sebastião Salgado:
Mozambik’te yersiz yurtsuz nüfusun barındığı büyük bir kampta çalışıyordum. Kampta çocuklar çoğunluktaydı, zira Mozambik’te ailesini kaybetmiş 350 bin çocuk var. Bu çocuklar fotoğraflarının çekilmesi için yaygara koparıyordu; zaten çocuklar fotoğrafa böyle girer, doğaldır, normaldir bu. O sırada aklıma bir şey geldi. “Çocuklar” dedim, “hepinizin birer fotoğrafını çekeceğim, ondan sonra sakin durur, çalışmama mani olmazsınız artık.”
Çocuklar objektifin önüne oturmak için gruptan ayrılır ayrılmaz birer şahsiyet oldular. Birey oldular. Masumdular, saftılar, ama gözlerinden neler yaşadıklarını okumak mümkündü; hayatlarının nasıl olduğunu.
John Berger:
Orada durup takdim ettiler kendilerini: “İşte buradayım, bu benim.”
Sebastião Salgado:
“Varım ben.”
John Berger:
Burada başka bir şey de oluyor, değil mi? Fotoğraf makinesine baktıkları için dünyaya baktıklarının farkındalar. Ve dünyaya bir soru yöneltiyorlar: “Oradaki, nesin sen?” ya da “Orada başka bir şey var mı?”
Onların sorularından hareketle kendimize üç soru sorabiliriz:
- Dünyayı algılayışımızı ve tepkide bulunuşumuzu belirleyen önceliklerimiz değişebilir mi?
- Umut hayalinin gerçek taşıyıcı bu çocuklar, beş kıtadan bize bakıyor- kimlerin umudunu temsil ediyor onlar?
- Kimin kime daha çok ihtiyacı var? Onların mı bize, bizim mi onlara?
Sebastião Salgado:
Belki de film yapmak yanlış bir yol. Bir afiş sergisi düzenlemek de doğru olmayabilir belki. Ama ben neyin doğru olduğunu bütün samimiyetimle bilmek istiyorum. Çünkü doğruysa eğer, hemen kolları sıvayıp işe girişmem gerektiğine inanıyorum. İnanıyorum ki, içinde bulunduğumuz zamanlarda insanları kışkırtarak bir tartışma açmak, bir fikir hareketi yaratmak, sorular sormak gibi sorumluluklarımız var. Herkesin katılacağı ve sorumluluğunu yükleneceği bir tartışma. Tür olarak hayatta kalmak istiyorsak eğer, doğru dürüst bir yön bulmalıyız kendimize, başka bir yol seçmeliyiz. Çünkü bu resimlerde gördüklerim doğru yolda olmadığımızı gösteriyor. Seçtiğimiz bu yol doğru yol değil.
2001
Bir Fotoğrafı Anlamak – John Berger / Metis Yayınları 2018